21 Eylül tarihi dünya Alzheimer günü olarak bilinir. Bu hastalık artık çok fazla kişi tarafından bilinmekte ve belli bir yaşın üstündeki kişiler için ciddi bir gelecek korkusu olarak ifade edilmektedir. Nedir bu hastalığı bu denli popüler kılan?
Dünya nüfusu ve paralelinde Türkiye nüfusu hızla yaşlanmaktadır. Yaşlı nüfusun artışının en önemli nedeni, kısa aralıklar ile yaşanan savaşlar ve savaşlar sırasındaki kayıplardır. Diğer taraftan çok sık görülen bazı hastalıklara (kardiyovasküler hastalıklar, kanser) karşı geliştirilen ait birincil ve ikincil korumaların toplumda sağladığı başarıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1950’li yıllarda Amerika ve Avrupa’da doğurganlık hızında bir artış gözlenmiş olup, buna «bebek patlaması» (baby boom) adı verilmiştir. Öncekilerden çok daha kalabalık olan bu kuşak, büyüyüp yetişkin olunca daha az sayıda çocuk yapmış olup, nüfus 2000’lerden itibaren daha önce hiç görülmemiş ölçüde yaşlanmaya başlamıştır. Şu anda, dünya genelinde 40 milyona yakın Alzheimer hastası olduğunu bilinirken, 2050 yılında bu sayının 115.4 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. En yüksek artış orta ve düşük gelirli ülkelerde görülmektedir. Türkiye’de ise şu anda 600 bin ile 1 milyon arası hasta bulunduğuna ait bir tahmin yürütülürken, 2050 yılında dünyada 4. en fazla Alzheimer hastasına sahip ülke olacağı düşünülmektedir. 2015 yılında demansın dünya genelinde gider karşılığı 818 milyon dolar olup 2018 yılında 1 trilyon dolara, 2030 yılında ise 2 trilyon dolara çıkması beklenmektedir.
Alzheimer Hastalığı beynin ilerleyici harabiyeti giden ve geri dönüşü şimdilik mümkün olmayan bir ileri yaş hastalığıdır. Tüm dünya nüfusu açısından sıklığına ve yaygınlığı na bakıldığında genel topluma etkisi açısından önemli bir halk sağlığı sorunu gibi görünmektedir. Alzheimer hastalığı öncelikle bellek olmak üzere, tüm bilişsel fonksiyonları olumsuz etkiler ve bu olumsuz etkileri zamanla artar. İlerleyen yaşla birlikte, Alzheimer hastalığının görülme sıklığı artar ancak Alzheimer hastalığı, normal yaşlanmanın kaçınılmaz bir sonucu da değildir. Normal yaşlanma sürecinde beyinde yapısal bir takım değişiklikler olur ama bilişsel/zihinsel yetilerde belirgin bir kayıp söz konusu değildir. Alzheimer hastalığında ise, belirgin şekilde “yeni bilgileri öğrenme güçlüğü” vardır. Bunun yanısıra hastaların hemen hemen hepsi, zaman içinde, karar vermede güçlük, kelime bulma güçlüğü, aritmetik işlemlerde güçlük, kişilik ve davranış değişiklikleri, kaybolmalar, eskiden kolaylıkla yapabildiği işlevleri yapma güçlüğü gibi diğer bilişsel aktivite bozukluklarını da beraberinde göstermeye başlar. Burada nedene ilişkin sorumluluk tüm bu bilişsel fonksiyonları yöneten beyin dokusunun hasarıdır. Buralardaki beyin hücreleri yani nöronlar ve nöronların etrafındaki bölgeler hastalığa özgü bazı maddelerin etkisi altına girer ve fonksiyonlarını gerçekleştiremezler. Nöronların içinde (nörofibriller yumaklar) ve hücreler arasında kötü protein birikimleri (amiloyid plaklar) dokuların küçülmesine yani atrofiye yol açar ve hastalık bulgu belirtileri ortaya çıkar. Hastalık ileri yaş dışında, bazı risklere sahip kişilerde görülme olasılığı çok daha yüksektir. Erkeklere göre daha uzun ömürlü oldukları için kadınlarda, depresyon geçirenlerde, kalp hastalığı ve şeker hastalığı olanlarda, beyin travmaları geçirenlerde, düşük eğitim düzeyi bulunan kişilerde daha sık olarak görülür.
Bir grup araştırmacı, Diyabet mellitus tip 2 tanılı kişilerde iki kat daha fazla hafif kognitif bozukluk görüldüğünü bildirirken bu durumun orta yaş için daha tehlikeli olduğunun da altını çizdiler. Yine bir başka araştırıcı negatif düşüncelerin hastalığın riskini arttırdığını ve tekrarlayan negatif düşüncenin tedavisi veya azaltılması ile Alzheimer Hastalığı riskinin de düşürülebileceğini bildiren bir çalışmayı yayınladı.
Tüm olguların dörtte birinde genetik bir neden vardır. APOE4 gen aleli en önemli genetik faktördür. Otozomal dominant geçiş gösteren genç yaşlarda başlayan mutasyonlar tanımlanmıştır. Amiloid prekürsör proteinden, presenilin 1, ve presenilin 2 gen mutasyonları amiloid β düzeyinde artışa yol açmaktadır.
Günümüzde Alzheimer hastalığına ait nedenler hastalık öncesi dönemde bazı yöntemler ile saptanabilmektedir. Gelecekte tedavinin önemli bir parçası olacağından kuşku duyulmayan bu yöntemlere BİYOBELİRTEÇLER adı verilmektedir. Burada ölçülen biyobelirteçler hastalık esnasında hücre içi ve dışında biriken ve hastalığa neden olduğu bulunan Abeta 42 ve tau proteinleri olup beyin omurilik sıvısından elde edilmektedir.
2011yılında yapılan çalışmalar ile hastalık evreleri şu şekilde tanımlanmaktadır.
Evre 1: Dışarıdan normal (Klinik öncesi)
Evre 2: Çok hafif bozukluk
Evre 3: Hafif bozukluk
Evre 4: Orta dereceli bozukluk
Evre 5: Orta ciddi bozukluk
Evre 6: Ciddi bozukluk
Evre 7: Çok ciddi bozukluk
Klinik öncesi Alzheimer hastalığı; hastalığın belirtilerinin çok öncesinde olan ve biyobelirteçler ile saptanabilen döneme verilen isimdir.
Hafif kognitif bozukluk (HKB) ; hastada kendi ve yakını tarafından farkedilen unutkanlık yakınması olması, bellek ya da bellek dışı entellektuel alanlardan birinde kayıp olması (beceri, lisan gibi…), bununla beraber günlük hayatına sorunsuz devam etmesi olarak tanımlanır. Bu kişilerin daha sonraki yıllarda belirgin demans geliştirme riski % 15 dir. Bazı araştırmacılar bu dönemi çok hafif kognitif bozukluk ve hafif kognitif bozukluk olarak ikiye de ayırabilmektedirler.
Alzheimer Demans; hastalık belirti ve bulgularının net olarak fark edildiği döneme verilen isimdir.
a) Erken-orta dönem; Hafif unutkanlık, kelimeleri hatırlayamama ve yeni şeyler öğrenememe, yorgunluk, sosyal hayattan çekilme, depresyon gibi belirtiler ile başlar.
b) Ciddi Orta dönem: Hastanın günlük yaşam aktiviteleri gözle görülür şekilde bozulur. Yemek yapamaz, çatal kaşık kullanamaz, elbiselerini çıkarıp giyemez, tuvalet ve kişisel temizliğini yapamaz ve aksatır, evin ve evin içindeki odaların yolunu bulamaz. Huzursuzluk ve öfke, kaybolmalar, motor yetilerde bozulma, sosyal ilişkilerin bozulması ve paranoya bu evrede sıklıkla görülür.
c) İleri ve ciddi ileri dönem: Bu evrede hastanın yaşamı için tam bağımlı hale gelmesi ile karakterizedir. Her hastanın bir hasta bakım vereni vardır. Fiziksel problemler sıklıkla yaşanır. Mesane ve bağırsak kontrolünde, konuşma ya da basit emirlere uymada bozulma, hayal görme, duygusal bozukluk, farkındalık halinin kaybı ve sürekli dolanıp durmalara rastlanılabilir. Bu süreç; hastadan çok, bakımını üstlenen kişilerin problem yaşadığı evre olarak bilinir. Bu evrenin devam ettiği çok ciddi evrede hasta yatağa bağımlıdır.
Alzheimer Hastalığı tanısını kesin koyduracak bir test yoktur. Alzheimer hastalığı tanısı için nörolojik muayene, kan testleri, zihinsel testler, beyin görüntülemesi yapılmalıdır. Bazı durumlarda ise; EEG, SPECT, lomber ponksiyon gerekebilir.
Son yıllarda beyin fonksiyonlarının gerek normal hayatta gerekse demans gibi hastalık durumlarında nasıl bir metabolizmaya sahip olduklarını ayırt etmek ve Alzheimer hastalığından sorumlu protein olan amiloyid proteininin birikimini yıllar öncesinden başlayarak göstermek amacıyla nükleer tıp teknikleri önem kazanmıştır. Pahalı teknikler olması nedeniyle ileri aşamalarda kullanılmaktadır. Bununla beraber amiloyid-PET hastalığın erken dönem tanısı için çok değerlidir.
Alzheimer hastalığının kesin tedavisi henüz olmamakla birlikte süreci yavaşlatmak ve bazı belirtilerin şiddetini azaltmak mümkündür. Semptomları tedavi etmeye yardımcı olabilecek ilaç ve ilaç dışı seçenekler vardır. Araştırmacılar, altta yatan hastalığı tedavi etmek ve en sonunda semptomların kötüleşmesine yol açan hücre hasarını durdurmak ya da geciktirmek için bir çığır açmaya çalıştıkça, geliştirme ve test etme konusunda birçok umut verici ilaç geliştirilmeye devam etmektedir. Şu an itibarı ile, Alzheimer hastalığı tedavisine yönelik yapılan 112 ilaç çalışması vardır. Bunlar farklı deneme alanlarındadır. Bu olası moleküllerin %63 ü hastalığı modifiye eden tedavileri, % 22 si hastalığın bulgularını düzelten tedavileri, % 12 si psikiyatrik ve davranış bozukluğu belirtilerini yok eden tedavileri hedeflemiştir. 2017 ile kıyaslandığında 26 yeni ilaç denemesi mevcuttur. Mevcut seçenekleri anlamak hastalık ve bakım verenlerle yaşayan bireylerin semptomlarla başa çıkmalarına ve yaşam kalitesini iyileştirmelerine yardımcı olabilir.
İlaç dışı, egzersiz, müzik, sanat, ışık ve diğer tedaviler hala revaçta görünmektedir. Örneğin, yürümek ve koşmak Alzheimer Hastalığı riskini azaltıyor çalışmaları vardır. Koşucu ve yürüyüşçüler üzerine yapılan sağlık çalışmalarından alınan ilk verilere göre, yaşamın erken döneminde başlayan egzersizler, Alzheimer Hastalığı’na ait hasarı düşürebilmektedir.
Yiyeceklere gelince; Geleneksel Akdeniz tipi diyetle beslenmenin özellikle kardiyovasküler hastalık riskini, obeziteyi ve mortaliteyi azalttığına dair kuvvetli veriler mevcut, ancak bu tür beslenme modifikasyonunun kognitif fonksiyonlara olan etkisine dair yeterli sayıda kanıt bulunmamaktadır. Oleik asit, polifenoller, vitamin A, B, C, D ve E, omega 3 poli-ansature yağ asitleri, mineraller (demir, iyot, çinko gibi) ve aminoasitlerin nöronlardaki oksidatif stresi azalttığı, nöroinflamasyonu ve apopitozisi azalttığı ve dolayısıyla sağlıklı bir beyin oluşumuna neden oldukları vurgulanmaktadır. Bunun yanında besin içeriğinin nöronları akut ve kronik dönemde etkileyebileceğine dair kanıtlar da bulunmaktadır.
Beslenme ile Alzheimer Hastalığı oluşma riski arasındaki ilişkiyi inceleyen yeterli sayıda ve güçlü çalışmalar bulunmamakla beraber bazı çalışmalarda olumlu sonuçlar gösterilmiştir. Örneğin bir çalışmada vitamin C ve E’den zengin bir beslenmenin Alzheimer Hastalığı gelişmesi riskini azaltabileceği gösterilmiştir. Ancak, vitamin desteklerinin özellikle doğal yollarla karşılanması önerilmektedir.
Nöronların sağlıklı yaşlanabilmesi için vurgulanan yaşam tarzı değişiklikleri önerileri Alzheimer Hastalığı için de vurgulanmaktadır. Bunlar arasında en önemli olanları şunlardır. Doymuş ve trans yağ tüketiminin azaltılması, sebze ve meyve tüketiminin artırılması, doğal besin maddelerinden alınan vitamin E tüketiminin artırılması, vitamin B12 alımının artırılması, multi-vitaminler kullanılıyorsa demir ve bakır gibi ağır metalleri içeren vitamin komplekslerinden kaçınılması, alüminyum içeren ürünlerin ve ilaçların kullanımından kaçınılması ve aerobik egzersizin artırılmasıdır.
Sonuç olarak, yaşlılık döneminin en tanıdık yüzü Alzheimer hastalığı gerek bilgi, bulgu ve ilerleyişi gerekse tedavisine ait çok yönlü çabaları ile gelecek dönemin en hatırı sayılır hastalığı olmaya devam edecektir.
Prof. Dr. Demet Özbabalık Adapınar
Türk Nöroloji Derneği Genel Sekreteri
Acıbadem Eskişehir Hastanesi Nöroloji Bölümü