20 yıllık iş tecrübesiyle birçok yeniliğe imza atan Takeda Türkiye Genel Müdürü Gamze Yüceland, “hayatın değerini bil, doğru ve iyiyi sahiplen” mottosu ile hedeflerine ulaşıyor.
“Gelişime açık genç yetenekler aranıyor” şeklindeki bir ilan ile ilaç sektörüne adım atan Yüceland, pek çok farklı konumda görev aldıktan sonra ülke lideri oldu.
İlaç firmalarında ilaç mümessilliğinden satış pazarlama direktörlüğüne birçok farklı pozisyonlarda çalışan Yüceland, 6 ülkeden sorumlu bir pozisyonda çalıştıktan sonra Türkiye’ye genel müdür olarak döndü.
Başarının emek istediğini söyleyen Yüceland, artık iş hayatında başarının sadece eğitim hayatıyla sınırlı olmadığını, hobileri olan, eğlenmesini bilen, öğrenmesini seven insanlarla beraber olmanın bu yolda renk katan, fark yaratacak özellikler haline geldiğine dikkat çekiyor.
“Gelişime açık olun, dürüst yaşayın, kendiniz gibi olun, kendiniz için çalışın, ilgi alanlarınızı belirleyip onların üzerine gidin, hobileriniz olsun ve bu yolda karşınıza çıkacak engelleri “pozitif” olarak görün.” diyen Takeda Türkiye Genel Müdürü Gamze Yüceland ile ilham veren öyküsünü konuştuk.
Hayatınızdan kısaca bahseder misiniz?
İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme bölümünden mezun olduktan sonra, iş hayatıma adımımı bir ilaç firması ile 1998 yılında attım ve 20 yılı aşkın süredir de bu sektörde çalışıyorum. Bu süreç boyunca çeşitli rollerde görev aldım. 2008-2010 yılları arasında, Güney Avrupa Bölgesi Ticari Direktörü ve 2010-2012 yılları arasında, Avrupa Bölgesi Ticari Direktörü olarak İlaç Divizyonunda, Paris ve Basel’de farklı uluslararası görevler aldıktan sonra, Temel İlaç Divizyonu Türkiye Genel Müdürü ve Türkiye Temsilcisi olarak görev yaptım.
1 Nisan 2015 tarihinde Takeda ailesine katıldım. O tarihten bu yana Takeda Türkiye Genel Müdürü olarak görev yapmaktayım. Takeda, Merkezi Osaka, Japonya’da bulunan araştırmacı, global bir ilaç firması. Takeda-izm felsefesi adı verilen Dürüstlük, Azim, Adalet ve Bütünlük değerleriyle, 1781 yılında kurulmuş bir şirket Takeda. Yani 236 yıllık bir geçmişe sahip. İnsanı merkeze alan çalışma yapısıyla bu şirkette çalışmaktan çok mutluyum.
İki çocuk annesiyim. Ece ve Kaan, ikizler hayatımın odak noktalarından biri. Çocuklarım yurtdışında okumaya karar verdi ve kendi ayakları üzerinde duran iki yetişkin oldular. Onlar ve benim için yeni bir dönem başlamış oldu. Bu süreçte onları her zaman motive edip, hayallerine her geçen gün daha da yaklaşmaları için yol göstermek benim en büyük önceliklerimden biri. Çalışan bir anne olarak, 20 yılı aşkın süren ilaç şirketi kariyerim onlar için güzel bir örnek; başarının emek istediğini biliyorlar, çünkü onlar da aslında bu uzun sürecin tanıkları. Onlara hep söylediğim; gelişime açık olun, dürüst yaşayın, kendiniz gibi olun, kendiniz için çalışın, ilgi alanlarınızı belirleyip onların üzerine gidin, hobileriniz olsun ve bu yolda karşılarına çıkacak engelleri “pozitif” olarak görün şeklinde oluyor. Artık iş hayatında başarı sadece eğitim hayatıyla sınırlı değil, hobileri olan, eğlenmesini bilen, öğrenmesini seven insanlarla beraber olmak bu yolda renk katan, fark yaratacak özellikler haline geldi.
Nasıl fark yaratırsınız?
“Doğallık” ve “İçtenlik”. Bu ikisinin beni tanımladığını düşünüyorum. Her şey etkileşimden ibaret ve söylediğimiz şeylerden çok, hareketlerimizin bizi biz yaptığını düşünüyorum. Kendimizi ifade etme şeklimizin, hem iş hem de sosyal yaşantıda diyaloglarımızı zenginleştirdiği yadsınamaz. Aslında her şey kendimize dürüst, hoşgörülü olmakla başlıyor ve insanları daha kolay kabullenmekle, değer vermekle bir üst noktaya taşınıyor. Her zaman için karşımdaki insanlara bir şey katabilmeyi, değer alışverişinde bulunmayı ve bu duyguyu hiç kaybetmemeyi isterim.
Profesyonel hayatımda dönüm noktası olan anlardan biri; kariyerimin başındayken genel müdürün beni insan kaynakları yerine daha commercial bir yöne teşvik etmesiydi. İnsanları bu açıdan daha vizyoner bir şekilde değerlendirmek, onları nasıl desteklerim düşüncesi de fark yaratır, özellikle iş hayatında kendisini anlayan bir yöneticiye sahip olmak büyük bir lüks. “Kendim gibi olmak”, “daha az önemli ya da daha çok önemli olmaya çalışmamak” ve her aşamada “çözüm üreten” taraf olmayı ilke edindim.
Bir yandan da kendini doğru alanda geliştirmek fark yaratmak da çok önemli. Aklıma hep bu konuda Antik Yunan’ın ünlü politik lideri, hatip ve avukat Demosthenes gelir. İnsanlar üzerinde etki oluşturabilmek için de sadece hukuk değil, kendini farklı alanlarda geliştirmesi gerektiğini fark etmesi ve o zamanlar mahkemeler çok gürültülü olduğundan bu gürültülü ortama alışmak için deniz kenarında dalga seslerinin yanında ses çalışması yapması beni çok etkiler.
Yenilgilerinizden nasıl dersler çıkarttınız?
Her insan yenilgiyle baş etmenin yollarını elbette arar. Bana göre, dünyayla buluşmamızdan itibaren hayat bir döngü içerisinde ilerliyor ve birer zaman tüketicisi halinde, yeni deneyimlere, değişik yaşantılara ister istemez açık hale geliyoruz. Her şeyin irade ile başlaması söz konusu olsaydı, çok ütopik bir yaşam alanımız olurdu. İnişleri ve çıkışlarıyla, hayatı iyisiyle kötüsüyle kabullenmek en güzeli ve doğrusu diye düşünüyorum. Mükemmellik arayışında olmaktan uzak, yenilgiyi yenilgi olarak görmektense kabullenmeyi; bu zorlu süreci nasıl fırsata çevirebilirim diye kendime soruyorum. Olaylara pozitif yönden bakmak, vazgeçmemek, yargıları bir tarafa bırakıp, doğru yerlerde esneyebilmek o durumdan alabileceklerimi kolaylaştırıyor.
Sizin için para nedir?
Hayalleri gerçekleştirmek ve yaşamak istenilen hayatı yaşamak için gerekli güvence araçlarından yalnızca biri.
Kendinize hedef koydunuz mu?
İç sesim her zaman şunu söyledi: sahip olduklarının değerini bil, doğru ve iyiyi sahiplen. Bu iç sesimi hep dinledim ve kutsallığına inanıyorum. Aile yaşantısından, iş yaşantısına, sosyal aktivitelerimden, entelektüel olarak beslendiğim kavramlara kadar sınırsız olarak ele alınca görüyorum ki, en iyisine ulaşma arzusu her zaman insanı kendini yaşamaya iten, hayatı seyretmektense, hayatın ta kendisini simgeleyen bir olgu. Sokrates’in ders verdiği akademinin kapısında “Kendini bil” yazar. Aslında insanın kendini geliştirebilmesi ve hedeflerine ulaşması için, yoğun ve disiplinli bir çalışmanın yanında bazı ekstra çabalar da gerekir, kendinin ve çevrenin sınırlarını anlama ve benimseme gibi..
Hayatınızı nasıl dengede tutuyorsunuz?
Günlük hayatımda önceliklendirmeler eşliğinde; doğru aksiyona doğru zamanda doğru eforu göstererek dengeyi elimde tutmaya çalışıyorum. Ofisteysem aklım tamamen işte, çocuklarımlaysam ise onlarla o andaki eşsiz paylaşımlarımdan keyif alıyorum. Bir diğer yandan, ruhsal ve bedensel sağlığın kesinlikle birbirini tamamlayan şeyler olduğuna inancım tam. İkisinin dengesini spor yaparak, sağlıklı yaşamın gerekliliklerini uygulayarak ve sosyal hayatımı da besleyerek sağlıyorum.
Sizin için rekabet nedir? Rakiplerinizle nasıl mücadele edersiniz?
Rekabet çok hoşlandığım ve büyük ölçüde sahip olduğum bir kavram değil. Genellikle, herkesin kendi alanında, kendi yetenek ve yetkinliklerince var olmasını ve hayatına yön vermesi gerektiği inancındayım.
Sağlığınıza nasıl dikkat ediyorsunuz?
Her gün yeni bir şey öğreniyoruz, sağlıklı yaşamanın altın kuralları hakkında. Bunları güncel olarak takip etmeyi alışkanlık haline getirdim. Sözlerine ve çalışmalarına çok güvendiğim isimler var Türkiye’de. (Ayşegül Çoruhlu gibi). Güzel ve sağlıklı yaşlanmak hepimizin isteği. Ailemden gelen yeme alışkanlıkları bir ölçüde benim için büyük şans oldu diyebilirim. Babam bundan 30 sene önce bana nasihat ederdi “yediklerimiz çok önemli”. Beslenmeyle ilgili disiplinli bir tarafımız olmuştur hep. Sebzeler, detokslar, zararlı-zararsız ayrımları son yıllarda çok göz önüne gelmeye başladıysa bile bunlar benim hayatımda aslında hep var olan şeylerdi ve çocukluğumdan gelen sağlıklı beslenme benim rutinim ve yaşam stilim diyebilirim.
Kaybetmek kolay gibi anlatılsa da zorlu bir süreçtir. Siz her yenilgiden sonra nasıl kazandınız?
O an ordan ne öğreniceksem öğrenip, yaşantıma bunun doğrultusunda devam etmeyi tercih ediyorum. Gelecek odaklı, realist yaklaşımlar beni daha mutlu ediyor. Sürecin bireysel ve çevresel boyutta doğru yönetimi önem kazanıyor.
Kaybettiğinizde üstesinden gelmek zorunda olduğunuz en yoğun duygu hangisiydi?
İşte bu noktada “ben neyi farklı yapabilirdim” duygusu bende ağır basıyor. Sorgulamak gerçekten hiç bitmiyor, tüm bunlar içsel bir yolculuğa davet eden öğretici ve eyleme geçirici bir hal alıyor. Kendi sorumluluklarımı, yeri geldiğinde hata olduğunu düşündüklerimi, yaşanmışlıklarımı değerlendirmemin en iyi yolu bu diye düşünüyorum.