Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Bilici, doğru hasta, doğru hastalık, doğru hedef ve doğru tedaviyle kanseri kontrol altına almanın mümkün olduğunu vurguladı.
Dünyada her yıl 10 milyon yeni kanser vakası bildirilirken, her yıl kansere bağlı 6 milyon ölüm bekleniyor. Akciğer kanseri ise her yıl 1,3 milyon kişinin ölümüne neden oluyor. 4 Şubat Dünya Kanser Günü vesilesiyle görüşlerini bildiren Medipol Üniversite Hastanesi Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkoloji Uzmanı, Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Sekreteri Doç. Dr. Ahmet Bilici, kanser hakkında açıklamalarda bulundu.
AKCİĞER KANSERİ EN ÇOK ERKEKLERDE GÖRÜLÜYOR
Dünya genelinde erkeklerde prostat kanserinden, kadınlarda ise meme kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanser türü olan akciğer kanseri, her iki cinste de neden olduğu kansere bağlı ölümlerin sayısı açısından, tüm kanser türleri arasında ilk sırada yer alıyor.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Kanser İstatistiklerinin 2017 tarihinde yayımlanan raporuna göre akciğer kanseri, Türkiye’deki erkeklerde en sık görülen kanser türü. Kadınlarda ise meme kanseri ilk sırada gelirken, akciğer kanseri kadınlar arasında en yaygın beşinci kanser türü konumunda.
AKCİĞER KANSERİ BELLİ ETMEDEN İLERLEYEN BİR HASTALIKTIR
Doç. Dr. Ahmet Bilici akciğer kanserini, “normal akciğer dokusu hücrelerinin anormal ve kontrol dışı çoğalarak akciğer içinde tümör oluşması” şeklinde tanımlayarak önemli bilgiler verdi: “Hastalık genellikle ileri aşamalarda tanı alır ya da belirti vermeye başlar. Belirti vermeden ilerlemesi, akciğer kanserini bu kadar tehlikeli yapan en önemli faktördür. Akciğer kanserinin genellikle özel bir belirtisi yoktur. Ancak, karakteri değişen ve sürekli olan öksürük, kanlı balgam, yeni başlayan ve devam eden göğüs ağrısı ile nefes darlığı sıklıkla görülen başlangıç belirtileridir. Bu şikayetleri olan bireylerin muhakkak bir uzman tarafından kontrol edilmesi tanının erken konulması açısından önemlidir.”
AKCİĞER KANSERİ İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKE SİGARA
Akciğer kanserinin genetik yatkınlık özelliği taşımadığını belirten Doç. Dr. Ahmet Bilici şunları söyledi:
“Başta sigara olmak üzere çevresel faktörler akciğer kanserinin ortaya çıkmasındaki başlıca etkenlerdir. Son yıllarda yapılan çalışmalar, yoğun sigara içimi (15 paket/yıl) öyküsü olan bireylerde düşük radyasyon dozlu çekilen akciğer tomografisiyle yapılan taramanın erken tanı ve ileriye dönük çok olumlu sonuçlarını ortaya koymuştur. Bu nedenle, artık yoğun sigara içimi öyküsü olanlarda tüm dünyada bu tarama önerilmektedir. Diğer kanserler açısından özellikle ailesinde meme ve kolon kanseri gibi genetik yatkınlık gösteren kanseri olanların erken dönemde tarama programlarına alınması ve genetik danışmanlık almaları erken tanı açısından oldukça önem arz etmektedir.”
AKCİĞER KANSERİNİN TEDAVİSİ, KANSERİN TÜRÜNE GÖRE DEĞİŞİKLİK GÖSTERİYOR
Akciğer kanserinin küçük hücreli ve küçük hücreli dışı olarak iki farklı histopatolojik tipi bulunduğunu belirten Doç. Dr. Ahmet Bilici şöyle devam etti:
“Her iki grup için de ayrı tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Küçük hücreli akciğer kanseri daha hızlı ilerleyen ve tanı konulduğunda çoğunlukla uzak metastazları olan kanser tipi olup, tüm hastaların %15’ini oluşturmaktadır. Geriye kalan hastaların %85’i ise küçük hücreli dışı akciğer kanseridir. Tanı sonrası, tedavi kararı vermeden önce tüm hastalarda gerekli tetkiklerle evrenin belirlenmesi gerekmektedir. Evre 1 ve 2’de lokal hastalıktan söz edilirken, evre 3 lenfatik sisteme ve evre 4’te kan yoluyla uzak organlara yayılım var demektir. Son yıllarda gerek erken tanı gerekse yeni tedavi yöntemleri ile akciğer kanserinde büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Erken evre tanı alan küçük hücreli dışı akciğer kanserinde halen ilk tedavi cerrahi iken, evre 3 hastalıkta çoğunlukla kemoterapi/radyoterapi, evre 4 hastalıkta ise sistemik ilaç tedavileridir.”
TEK SEÇENEK KEMOTERAPİ DEĞİL
Doç. Dr. Ahmet Bilici, akciğer kanserinin tedavisine dair şu bilgileri verdi:
“Akciğer kanseri tedavisi denilince ilk olarak aklımıza kemoterapi gelmektedir. Kemoterapi ile amaç, kontrolsüz bir şekilde büyüyerek kanser oluşumuna yol açan hücreleri yok etmektir. Birçok yeni gelişmeye rağmen, günümüzde halen akciğer kanseri tedavisinde kullanılmaya da devam etmektedir. Son yıllarda kişiye özgü tedavi yaklaşımları konusunda diğer kanser türlerinde olduğu gibi özellikle ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanserinde de önemli gelişmeler olmuştur. Özellikle kanserin oluşumuyla ilgili daha fazla bilgilerin öğrenilmesi, bu basamaklardaki mutasyon denilen ve ilaçlar için hedef olabilecek genetik belirteçlerin ortaya konulmasını sağlamıştır. Bu ilaçlar kemoterapiden farklı olarak, sadece akciğer kanseri hücrelerinin taşıdığı ancak normal hücrelerin taşımadığı birtakım hedefleri bulup onlar üzerinden etki ederek akciğer kanseri hücrelerini yok edebilen ilaçlardır. Bu nedenle ‘hedefe yönelik ilaçlar’ olarak adlandırılırlar. İleri teknoloji ile üretilen hedefe yönelik ilaçlar, kemoterapi ilaçlarından farklı olarak normal hücrelere çok az zarar verir. Sonuçta da saç dökülmesi, bulantı, kusma, ishal, ağız yarası gibi yan etkiler ya hiç görülmez ya da hafif görülür. Böylece hastaların normal konforları ve günlük yaşamları devam ederken yaşam kaliteleri korunabilmektedir.
Kanser tedavisinin yeni nesil silahları: hedefe yönelik tedaviler ve immünoterapi
Doç. Dr. Ahmet Bilici kansere karşı geliştirilen yeni nesil tedavileri şu şekilde özetledi:
“Hedefe yönelik tedaviler standart kemoterapi tedavisine göre, daha önceden yapılan genetik analizle bir hedef mutasyon üzerinden etki ettikleri için genellikle tedavi yanıt oranları daha yüksek ve başarı oranları da daha iyidir. Bu ilaçların çoğunun ağızdan hap şeklinde evde kullanılabiliyor olması da diğer avantajlarıdır. Kemoterapi ile sadece kanseri küçültmek ve yok etmek amaçlanırken, hedefli tedavilerle kanser durdurulabilmekte ve hastalığın uzun süre diyabet, hipertansiyon gibi kronik bir hastalık şeklinde devam etmesi sağlanabilmektedir. Yeni tedaviler arasında immünoterapileri de söyleyebiliriz. Yakın zamana kadar akciğer kanseri immünojenik bir tümör olarak kabul edilmezken, yapılan çalışmalarda özellikle immün kontrol noktasını bloke eden ilaçlarla önemli derecede fayda elde edilmiştir. Bu grup ilaçlar, hastanın kendi bağışıklık sitemindeki T-lenfositleri üzerinden etki göstererek bağışıklık sistemini harekete geçirip tümöre karşı bir savaş başlatmaktadır. Bu ilaçlarla küçük hücreli dışı akciğer kanseri dışında diğer bazı tümörlerde de çok olumlu sonuçlar alınmış ve tüm dünyada kullanılmaya başlanılmıştır. Gerek hedefe yönelik ilaçları gerekse immünoterapileri akciğer kanserinde en yeni ve umut vaat eden tedaviler olarak nitelendirebiliriz. Kısaca kanser tedavisindeki stratejimizi ‘doğru hasta, doğru hastalık, doğru hedef ve doğru ilaç’ olarak özetleyebiliriz.”