Son yıllarda popüler tıp diye bir kavram çıktı desek yeridir. Tıp dışı insanların otu çöpü prostat tedavisi başta olmak üzere hemen tüm hastalıklarda önermesini bir dereceye kadar anlayabiliyoruz.
Adam tıp eğitim almamış, böylesi bir nosyonu yok, önerdiğine uyan, sattığını alan varsa, bu o kişinin cehaletinin bir neticesi ve sonuçlarına da kendisi katlanır deyip geçebiliriz. Gerçi bizim gibi Avrupa standartlarını kabul etmiş, çağdaş uygarlık seviyesini yakalamayı kendine kızıl elma ilan etmiş bir ülkede vatandaşların cehaletten ve cehaletin sebep olabileceği uygulamalardan korumak devletin görevidir ya; neyse konumuz bu değil biz dönelim popüler tıp olgularına.
Bu konuların en bilinenleri Canan Karatay, Ahmet Rasim Küçükusta iken şimdi bunlara Yavuz Dizdar’ın eklenme ihtimali ortaya çıktı. Bu tıp mensuplarının mesaj verme konusunda bir sorunları var. Örneğin Yavuz Dizdar, tarama esnasında saptanan tiroid kanseri, bu tarama yapılmasa bulunmayacakmış ve hasta bundan habersiz yaşayıp gidecekmiş demeye getiriyor. Tabii ki tedavili tedavisiz yıllarca yaşamaya müsaade eden kanser türleri var. Ancak bunlar bin çeşit kanserin birkaç tanesi. Bunlardan yola çıkarak bir genelleme yapmak doğrusu büyük sorumluluk, yanlış yönlendirmelere yol açabilir…
***
Tıbbın muğlak alanlarında kulaç atarak dolaşan bu tıp mensuplarının bu kadar popüler olmasından arkasında ne var. Cehaleti baştan söylemiştik. İkinci sırada merak geliyor. Tıbbın muğlak alanlarında konuşmak nispeten kolay. İddialarınızın doğruluğunu ya da yanlışlığını tartacak bir terazi yok. Bu muğlak alanlar aynı zamanda kronik hastalıkların yaşandığı alanlar. Daha önce türlü çeşit tedavileri denemiş hastalar, yeni söylemleri dinlemeye hazır. İşin bu tarafı suistimal ediliyor. Yavuz Dizdar konunun içine para ve vicdan sosu katarak tartışmayı yeni bir merhaleye taşıdı. Bu durumda tıp mensuplarının kendi aralarında kavgaya varan tartışmaları ve suçlamalarının vatandaşın hoşuna gideceğini söyleyebiliriz. Hekime yönelik şiddetin arttığı, kabul gördüğü ve hatta oh olsun denildiği bir ortamda, yiyin birbirinizi dedirten bir keyif söz konusu olabilir. Hekimler arası şiddet gibi yeni bir kavramla tanışmak üzere hızla ilerliyoruz.
***
Gecen Cuma akşamı Habertürk TV, Yavuz Dizdar, Ahmet Rasim Küçükusta ve kanıta dayalı tıbbın duayeni Hasan Yazıcı hocayı aynı stüdyoda buluşturdu. Bu buluşturmayı reyting ve gazetecilik açısından bir başarı olarak not edelim, ama buluşturmaktaki amaç eğer gerçeklerin ortaya çıkarılması idiyse bu amaca hizmet etme ihtimalinin sıfır olduğunu belirteyim. Bu tartışmadan bir mesaj alabilmek için dinleyicinin “kanıta dayalı tıp” kavramından haberdar olması ve anlatılanları bu kavram eşliğinde değerlendirebilmesi gerekiyor. Dizdar ve Küçükusta basit bir şekilde diyorlar ki, tıbbın muğlak konuları konuşulsun. Amenna, konuşulsun da nerde konuşulsun. Televizyonda mı, bilimsel platformlarda mı? Bu sorunun yanıtı elbette ki bilimsel platformlar olmalıdır, ama bu platformları oluşturacak ve tarafları davet edecek olan merci nedir. İşte bizim tam da bu noktada bir eksiğimiz ve dahi kompleksimiz var. İllaki literatüre girecek, Avrupa’da uygulama olacak, Amerika’da FDA izin verecek, biz de o yoldan takip edeceğiz. Neden Tabip Odası, Sağlık Bakanlığı, onca ulusal mesleki dernek bu tarafları bir bilimsel platforma çağırıp konuyu tartışıp bir konsensus raporu hazırlama çabasında olmaz.
Olmaz ise böyle olur işte, körün fili tarifi; ağzı olan konuşuyor diye uzar gider…
Son tahlilde, milyonlarca insanın normal yollardan, normal hekimlere ulaşarak, normal tedavi aldığı dünyamızda anormal söylemlerle toz kaldıranların milyonlar tarafından izleniyor olabileceğini ama daha ötesinin olmadığını, belirleyici olanın kanıta dayalı tıp olduğunu düşünüyorum…