T.C. Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı, Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı & Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı, NPFUAM Müdürü Prof.Dr. İ. Tayfun Uzbay’dan çalışmaları ve Covid-19 küresel salgını özelinde görüşlerini almaya devam ediyoruz..
W- Türkiye 2023 Vizyon Hedefleri içinde Klinik Araştırmalar hedefi var. Klinik Araştırmalar alanında durumumuzun tablosunu alabilir miyiz?
T.U.- Bu hedefe 2023 yılında ulaşamayacağımız görünse de hedeften asla vaz geçmemek lazım.
Türkiye kendi ilacını, kendi aşısını üretebilecek kapasite ve alt yapıya sahip. Yeni ilaç keşifleri de olabilir.
Dışarıya kendi ilacımızı da ihraç edebiliriz. Yağ, un ve şeker var. Bununla beraber helvayı yapabilmek için birkaç şey gerekiyor:
Birincisi ülkemizde binaya değil insana yatırım yapılması gerekiyor. Nitelikli bilim insanlarını liyakat esas alarak görevlendirmek şart.
İkinci olarak üniversitelerdeki eğitime çok önem vermemiz gerekiyor. Eğitimi hızla ticarileştirmekten kurtarıp gerçek anlamda bilim insanı yetiştirmek gerekiyor. Yüksek lisans ve doktora programlarının da elden geçmesi ve onarılması gerekiyor. Üniversitelerde araştırıcı kesim ile ders verici kesim arasında bir ayrıma gitmek de gerekiyor. Belki de hepsinden çok daha önemli olarak, eğitimi, bilimi ve ilaç Ar-Ge’sini siyasetten tamamen arındırarak siyaset üstü bir konuma taşıyabilmemiz gerekiyor. Özellikle bu sonuncuyu yapamazsak yani eğitimi ve bilimi gerçek anlamda Ar-Ge yapacak şekilde siyaset üstü bir konuma taşıyamazsak sadece söylemler ile havanda su dövmeye devam ederiz. Bu konuda geçen yıl Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi’nde bir makalem yayınlanmıştı.[1] Belki o makale size bu konuda daha detaylı bilgi verebilir.
W- İlaç ve sağlık alanında Ar-Ge tablomuz inovasyon için yeterli düzeyde midir, bu önemli konuda değerlendirmenizi almak isteriz?
T.U.- Bizdeki ilaç Ar-Ge’si şu anda biyobenzer ve biyoeşdeğere odaklanmış durumda. Kuşkusuz bu da önemli bir şey, asla önemsiz diyemeyiz. Ancak yaklaşık 40 adet aktif eczacılık fakültesi, bir o kadar kimya fakültesi ve araştırma alt yapısı olan Türkiye’nin önemli hastalıklar için özgün ilaç araştırmaları yapma ve bunları geliştirme hedefi neredeyse yok denecek düzeyde. Ben 2009 yılında patent aldım. Elimde incelemeli patent olmasına rağmen ne üniversiteden ne endüstriden ne de araştırmalara burs sağlayan kurumlardan ciddi bir destek göremedim. Herkes çalışmalarımı ve yaklaşımımı ilginç buluyor ve aferin diyor; hepsi bu kadar. Türkiye’de bina ve arazi dışında risk yatırımı kavramı da gelişmiş değil. Teknoparklar, kuluçka merkezleri ve teknoloji transfer ofisleri daha 5-6 yıldır var. Bunların da tek kaynakları TÜBİTAK, TÜSEB gibi kurumlardan alacağı proje destekleri. İş adamlarımız bilim alanına yatırım yapmıyor, hele söz konusu olan risk yatırımı ise hiç yanaşmıyor. Risk yatırımı yapacaksa da yurt dışını tercih ediyor. Çünkü Türkiye’deki bilime de bilimciye de güvenmiyor. Haksız da sayılmaz. Biz de bilim Ar-Ge için değil, akademik aşama için yapılıyor. Daha bunu aşamadık. Burası bizi ciddi ilaç Ar-Ge’si yapan ülkelerden ayıran önemli bir nokta.
W- Stratejik sektör olarak ilaç sektörü (aşı dahil) özelinde neler söylemek istersiniz?
T.U.- Covid-19 Pandemisi aşı ve ilacın ne kadar stratejik bir ürün olduğunu hem bize hem de bütün dünyaya net bir şekilde gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Kendi ilacınızı ve aşınızı üretebilir durumda olmak çok çok önemli. Ancak hayati önemi olan başta serum olmak üzere çeşitli tıbbi malzemenin ve kritik ilaçların patenti sizde olmasa da eşdeğer olarak üretilmesi de önemli. Türkiye’de bu süreçte tedavi sırasında kullanılan hidroksiklorokin, azitromisin ve C Vitamini başta olmak üzere hiçbir ilacın sıkıntısını yaşamadı. Bildiğim kadarı ile Abdi İbrahim ve Koçak İlaç da hatırı sayılır miktarda ilacı Sağlık Bakanlığı’na hibe etti. Bunlar da dayanışma adına güzel örnekler. Bununla beraber özel sektör kapitalist sistemde her an el değiştirebilecek nitelikte. O nedenle sağlık ve ilaç alanında daha sosyal politikalar izlemek ülke ve toplum refahı adına önemlidir. Türkiye ilaç, aşı ve serumu ithal etmek yerine bizzat üretmelidir.
W- Ham madde üreticisi durumunda değiliz, bu alana yönelik görüşleriniz nelerdir?
T.U.- Ülkemiz bitki florası ve kaynakları ile önemli bir ilaç ham madde veya etken madde üreticisi olabilir. Ben öğrenci iken 1981 yılında İsveç’te uluslararası bir öğrenci kongresine katılmış ve orada sunum yapmıştım; Yaptığım sunumda bitki florası zengin ülkeler için bir model öneriyordum. Türkiye bitki florasının 7 bölgede kurulmuş istasyonlarda değerlendirilmesini, ilaç niteliğine sahip olanların koruma altına alınarak bunlardan etken maddelerin izole edilmesini, daha sonra bunların test edilerek ilaç geliştirmeye yönelik bölge üniversitesi ile bütünleşmiş çalışmalar yapılmasını öneriyordum. Modelde eczacı, kimyager, ziraat mühendisi ve orman mühendisi gibi alanlardan elemanlar vardı. Bu bildiri İsveç’te çok beğenilirken Türkiye’de hiç dikkat çekmedi. Bitki floramızın içerdiği etken maddeler de gözümüzün önünde, sürekli kurduğumuz ve sayıları 200’ü geçen üniversitelerimizin bu konuya yakınlığı da. Biz araştırma üniversitesi kavramına daha yeni geçiyoruz. Diğer ülkeler bu kavramı önceki yüzyılın ortalarında geliştirdiler. Ülkemiz bugün kendi üretip ihraç edebileceği birçok ham maddeyi de ithal eder durumda. Bunun nedenleri ve düzeltilmesi için gerekenler üzerine kafa yormak lazım. Bazı üniversitelerin görev tanımına endemik bitkilerin ilaç etken madde potansiyelinin doğru biçimde araştırılmasını koyarak işe başlayabiliriz.
W-Bu alanda farklı bir iklim oluşturulabilir mi? Paydaşları Kamu, Akademisyenler (Eczacılık, Tıp ve Ziraat gibi), Sanayi ve hatta yerel yönetimler (Balıkesir, Kütahya…) olan…
T.U.- Neden olmasın, tabii ki olur. Ama bunun devlet politikası olması lazım. Kalkınma planlarına girmesi ve bizzat devlet tarafından desteklenmesi lazım. Böyle bir organizasyon üç beş idealist bilimcinin bir araya gelip bir şeyler yapmaya çalışması ile gerçekleşmez.
W- Kadim bilgiler içeren Fitoterapi’ye dair düşünceleriniz nelerdir?
T.U.- Fitoterapi ülkemizde yaygın şekilde amacından sapmış durumda ve kötüye kullanılan bir konu. Farmakognozi isimli bir bilim alanı var. Konu en çok o alanı ilgilendiriyor gibi görünse de bitkisel kökenli etken maddelerin farmakoloji alanı dışında olduğunu düşünemeyiz. Burada iki bilim disiplinin multidispliner çalışması lazım ancak uygulamada bunu pek göremiyoruz. Alan eczacılıkta uzmanlık olarak tanımlandı. Bundan eczacının bir hastalığı fitoterapi ile iyileştirmesini anlıyorsak yasal ve etik zemin sorunu var. Eczacının tansiyon ölçmesi ve enjeksiyon yapmasının bile yasal olmadığı bir ortamda fitoterapi uygulaması olarak ne yapacağı belirsiz durumda. Araştırma amaçlı ise uzmanlığa ne gerek vardı? Zaten yüksek lisans ve doktora programlarında bitki farmakolojisi veya farmakognozisi üzerine çalışma imkânı var. Eczacının durumu belirsiz olunca bazı hekimler veya adının önüne bir şekilde doktor titri yazdırmayı başarmış kişiler içeriği ve süresinin ne derece uzmanlık sağladığı belli olmayan programlardan aldıkları sertifikalar ile bitkilerle tedaviye girişiyorlar. Burada ciddi bir rant alanı da oluşmuş durumda. Buradaki kazanç odaklı uygulamalar halk sağlığını da ciddi biçimde tehdit ediyor. Şunu da unutmamak lazım: Bitkisel karışımlarla ve geleneksel halk ilaçlarıyla tedavi kanıta dayalı tıptan önce kullanılan etkililiği ve toksisitesi belirsiz birçok uygulamayı barındırıyor. Böyle bir devirde etkisi ve güvenilirliği kanıtlanmamış ürün ve karışımlarla kadim tıp kisvesi altında tedaviden bahsetmek oldukça gülünç. Diyabet, hipertansiyon, depresyon hatta kanserde etkili olduğu iddia edilen bitkisel karışımların etkinlik ve güvenilirliklerinin kanıtlanarak hastaya sunulması lazım. Bunlar reçeteye tabi, kanıta dayalı tıbbın sunduğu ilaçların geçtiği yollardan geçerek hastaya sunulmadığı gibi onlarla aynı denetime de sahip değil. Ama iddiaları ruhsatlı ve denetime tabi ilaçlardan daha etkili ve güvenli biçimde kanser dahil birçok hastalıkta etkili oldukları. Peki neden denetim altında değiller ve rutin kullanımda olanlara karşılaştırmalı çalışmalarda üstünlükleri ne? Bu iki soru bile bu ürünlerin foyasını ortaya çıkarmaya yeter. Bu ürünler ruhsatlı ve farmakovijilans sistemi içinde denetime tabi olan ürünlere karşı haksız bir rekabet de oluşturuyor. Hatalı bir ilaç uygulaması malpraktis kapsamındadır. Öte yandan büyük emek ve harcamalarla tedaviye sunulmuş bir ürünün geniş popülasyonlara uygulandığı Faz IV döneminde ortaya çıkan bir yan etki ile tamamen sistemden kaldırılması da söz konusudur. Bu ürünlerle birinin zarar görüp görmediğini belirlemek güçtür. Aktarlar bile kadim tıp söylemini kullanarak bu alana dalmış durumda. Bu ürünlerin acilen sağlık bakanlığının denetimine alınması ve fitoterapi denilen şeyin etik ve yasal boşluklarının giderilmesi lazımdır.
W- Pandemi’den çıkarmamız gereken dersler nelerdir?
T.U.- Pandemi bize sağlık alt yapısının ve sağlıkta sosyal devlet olmanın önemini gösterdi. Dezenformasyonun ve cehalet biliminin de toplum sağlığında virüse benzer zararlar oluşturduğunu gördük. Özellikle sağlık bilimleri alanındaki eğitimin ticarileşmesinin ve niteliğini kaybetmesinin ne gibi zararları olabileceğini de. Çıkarmamız gereken en büyük ders sonraki salgınlara veya afetlere daha hazırlıklı ve zinde olarak yakalanmanın kayıpları azaltacağıdır. Sağlıkta sosyal politikaların uygulanması kapitalist sağlık sisteminden çok daha gerçekçi, insancıl ve doğrudur.
W- Yakın dönem çalışmalarınızdan bahseder misiniz ve pandemi günleri içinde bilimin önemine yönelik mesajlarınızı alabilir miyiz?
T.U.- Şu anda şizofreni ilacı ile ilişkili yarım kalan çalışmalarımı tamamlamak üzere proje oluşturmaya çalışıyorum. Moleküllerin işe yarayıp yaramayacağını ben de merak ediyorum. Pandemi maalesef bu işi yine yavaşlattı. Ancak eninde sonunda bitecek ve iyi bir proje ile bir türlü dışarıdan temin edemediğimiz moleküllerin sentezini yapıp bunların ilk aşaması olan deney hayvanları ile ilişkili çalışmalara başlamaya umuyorum. Pandemiyi de yine bilimsel yöntemler kullanarak, bilimin ışığı ile yeneceğiz.
W- Sevgili Hocam değerli görüş paylaşımınız için teşekkür ederiz.
T.U.-Bu fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.
[1] Uzbay T. Sağlıkta AR-GE alanında sorunlar ve engeller. Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, 50 (İlkbahar): 12-17, 2019.