Tüm dünya ve Türkiye koronovirüs ile ilgili gerçek verileri ya umursamıyor, ya görmezden geliyor, ya da ipin ucu kaçtı. Daha önceki yazılarımdan birinde belirttiğim gibi bu iş olacağına varır. Bazı sorunlar çözülemez, sadece yönetilir. Bir tedavi veya aşısı bulununcaya kadar dünyanın da yapmaya çalıştığı bu, yani sorunu yönetmek. Tam olarak ne yapmamız gerektiğini bilemediğimiz, ülkelerin farklı tedbirlere başvurmasından anlaşılıyor. Bu nedenle de sıkı tedbirlere başvuran yönetimler ile tedbirlere karşı protesto eylemleri yapan sivil inisiyatifleri birlikte yaşıyoruz.
Gerçek rakamlar saklana dursun, dünya ikinci dalga olacak mı, oldu mu tartışmaları arasında yeni bir yaygın vaka sürecine girdi. Şimdi bizi dolup taşan hastaneler, yetmeyen yoğun bakım yatakları, enfeksiyon kapan sağlık çalışanları, dramatik ölümler ve hayata dönme hikayeleri bekliyor.
Üç beş ay önce ne yaşadı isek aynılarını tekrar yaşayacağız. Peki hiç ders aldık mı? Maske, mesafe ve temizlik olarak özetlenen tedbirleri sağır sultana duyurduk. Dünyada olduğu gibi bizde de ne virüse, ne salgına, ne de tedbire inanmayanlar azımsanmayacak sayıda insan var. Düğün dernek, tatil seyahat işleri de devam ediyor. Günler süren taziyeler bazı kesimlerin vazgeçilmezi. Ekonominin çarkları dönmek durumunda, yani insanlar işyerlerinde ve yollarda bir arada ve temasta olmaya devam edecekler.
Birinci dalganın verdiği mesaj ve buradan hareketle bilimin ışığında alınması gereken tedbirler açıkça ortaya konuldu ve bu tedbirlere uyan uyuyor. Uymayanlara yaptırımlar da faydasız olabiliyor.
Gelelim tekrar sorunun yönetilmesi kısmına. Önce bu konudaki kişisel tecrübemden hareketle, geçtiğimiz süreçte yaşadıklarımı paylaşmak isterim. Kanser tanılı, tedavi gören ve takipteki hastalarımın bir kısmı takipten çıktı. Normale dönüş süreciyle birlikte gecikmeli olarak kontrollerine geldiler. Neden kontrollerini aksattıklarını sorduğumda pandemiyi mazeret gösterdiler. Yani kanserden ölmek ile koronadan ölmek arasında bir tercihte bulunmuşlar, koronayı daha tehlikeli bulmuşlardı. Bir kısım hasta, hastanelere gelmek istemediği için tanıları gecikti. Bir kısım hasta tanısı konulduğu halde tedavisini geciktirdi. Hastaların hastane seçmek gibi bir şansları yoktu. Kamu ve özel tüm hastaneler pandemi hastanesi ilan edilmişti.
Geçmiş tecrübeden hareketle diyorum ki, ildeki hastanelerden biri “pandemi dışı hastane” olmalı. Bu tercihen üniversite hastanesi olmalı. Sadece kanser değil, ölümcül nitelikteki kalp ve damar vb hastalıklar, zamanın çok önemli olduğu gelişme çağındaki çocukların hastalıkları derken bi dolu hastalığın bir süreliğine tedavi imkanlarından uzak tutulması doğru değil. Çeşitli hastalıklardan yoğun bakım yatağı ihtiyacının devam edecek olmasından dolayı tüm yatakların sadece korona hastalarına ayrılması da doğru değil. Benim önerim, hizmet çeşitliliğinin en üst seviyede olduğu üniversite hastaneleri pandemi dışı ilan edilmelidir.
Bilgi birikiminin en yüksek seviyede olduğu üniversite sağlık çalışanlarının pandemi mücadelesi dışında bırakılıyor olması, bu uygulamanın önündeki en büyük engeldir. Bu nedenle ildeki uygun bir hastane “yoğun pandemi hastanesi” ilan edilir. Pandemi sürecinde gördük ki biz bu hastaneleri yerli ve milli yoğun bakım yatakları, monitörler ve solunum cihazları ile hızla donatabiliriz. Burasının idari yönetimi sağlık müdürlüğü vasıtası ile sağlık bakanlığına, tıbbi direktörlüğü üniversiteye bırakılır. Üniversite ilgili hekimleri bu yoğun pandemi hastanesine görevlendirir. Böylece tanı konulmuş ve tedaviye alınmış korona hastaları ile diğer hastaların yolları ayrılmış olur.
Üniversite hastanesini pandemi hastanelerinin arasına ilave etmek, veya üniversite çalışanlarını pandemi hastanelerine dağıtmak süreci yönetmek değil, durumu idare etmek anlamına gelir diye düşünüyorum.
Prof Dr. Bülent Topuz
PAÜ Tıp Fakültesi KBB AD