Kök hücre nakli akut miyeloid lösemide umut oluyor
Kan kanseri olarak da adlandırılan bir kanser türü olan akut miyeloid lösemi (AML), erişkinlerde en sık görülen lösemi tipidir. Erişkinlerde görülen akut lösemilerin yüzde 80’ini oluşturan AML çocuklarda daha az sıklıkla görülmekle birlikte çocukluk yaş lösemilerinin yüzde 20’sini oluşturur. Akut miyeloid löseminin yaşla birlikte görülme sıklığının arttığını dile getiren İzmir Ekonomi Üniversitesi Medicalpark Hastanesi Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Seçkin Çağırgan, 21 Nisan Akut Miyeloid Lösemi Farkındalık Günü vesilesiyle önemli bilgiler paylaştı.
Kan kanseri olarak da adlandırılan akut miyeloid lösemi, kemik iliğinde yer alan ve kan hücrelerinin üretiminden sorumlu olan kök hücrelerinin kanser hücresine dönüşümünü ifade eder. Kanser hücrelerinin (lösemi hücreleri) kontrolsüz çoğalarak kemik iliğini işgal etmesi sebebiyle normal kan hücreleri üretilemez hale gelir. Akut lösemi hücreleri çok hızlı çoğaldıkları için klinik tablo haftalar, en çok birkaç ay içinde gelişir. Kronik lösemilerde ise lösemi hücrelerinin çoğalması oldukça yavaştır ve genellikle klinik tablo oldukça uzun zaman diliminde, yıllar içinde gelişir.
Dünyada yılda her 100.000 kişilik popülasyonda 5 yeni olgu görülüyor
İzmir Ekonomi Üniversitesi Medicalpark Hastanesi Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Seçkin Çağırgan: “Akut miyeloid lösemide kontrolsüz çoğalan lösemik kök hücrelerin önemli bir özelliği farklılaşma özelliğini yitirmeleri ve olgun kan hücrelerini oluşturamamalarıdır. Bunun sonucu olarak periferik kanda akyuvarlar, alyuvarlar ve trombosit adı verilen normal kan hücrelerinin sayıları hızla azalır. Kronik lösemilerde ise farklılaşma yeteneği korunur ve bunun sonucu olarak periferik kanda olgun görünümlü kan hücrelerinin sayılarında bir azalma yerine genellikle artış görülür” dedi.
Akut miyeloid löseminin dünyada görülme sıklığının yılda her 100.000 kişilik popülasyonda 5 yeni olgu gelişimi düzeyindedir diye belirten Prof. Dr. Seçkin Çağırgan AML’nin belirtilerinden bahsederek ekledi: “Ülkemizde yeterli epidemiyolojik veriler olmamasına karşın dünya geneli ile benzer görülme sıklığının olduğu söylenebilir. Akut miyeloid lösemide miyeloblast adı verilen lösemi hücreleri öncelikle kemik iliğinde çoğalır ve normal kan hücrelerinin yapımını, üretimini engeller. Bunun sonucu olarak değişik derecelerde anemi (kansızlık) gelişir. Anemiye bağlı halsizlik, çabuk yorulma, çarpıntı, eforla nefes darlığı, solukluk gibi belirtiler ortaya çıkar. Bağışıklık sisteminin en önemli hücrelerinden olan nötrofil adı verilen akyuvarların sayısında belirgin azalma olması sonucu yaşamı tehdit eden ciddi enfeksiyonlar gelişebilir. Bunun bulgusu kontrol altına alınmakta zorluk çekilen bir ateş ve genel durumda düşkünlük olabilir. Kanın temel hücreleri arasında yer alan ve kan pıhtılaşmasında görev alan, kanamayı önleyen trombosit adı verilen hücrelerin sayısında belirgin azalma olması nedeniyle deri altı kanamaları genellikle gelişir ve bunun sonucu olarak özellikle bacaklarda ekimoz adı verilen morarmalar ve/veya diz altı alanda küçük, toplu iğne başı büyüklüğünde peteşi adı verilen kırmızı renkli döküntüler görülür. Yine trombosit düzeyindeki düşüklüğe bağlı mukoza kanamaları, en sık burun ve diş eti kanamaları olmak üzere vajinal kanama, mide, barsak kanamaları görülebilir ve nadiren beyin kanaması da gelişebilir.”
Akut miyeloid lösemi, erişkinlerde en sık görülen akut lösemi tipidir
Akut miyeloid löseminin erişkinlerde en sık görülen akut lösemi tipi olduğunun altını çizen Prof. Dr. Seçkin Çağırgan: “Erişkinlerde görülen akut lösemilerin yüzde 80’ini oluştururken çocuklarda daha az sıklıkla görülerek lösemilerinin yüzde 20’sini oluşturur. Yaşla birlikte görülme sıklığı artar. 65 yaş altında görülme sıklığı her yıl 100.000’de 1,2 olgu iken 65 yaş üzerinde 100.000’de 12 oranlarına ulaşır. Erkeklerde bir miktar daha sık görülür. Hastaların büyük kısmında lösemiye neden olan aşikâr bir neden tanımlanamasa da bir bölümünde akut miyeloid lösemi gelişimine yol açabildiği bilinen çevresel veya hastaya ait nedenler saptanabilir. Yüksek dozda iyonize radyasyona veya benzen gibi kimyasallara maruz kalma, diğer bir malign hastalık nedeniyle kemoterapi uygulanması akut miyeloid gelişim riskini belirgin artırabilir. Miyelodisplastik sendrom, miyeloproliferatif hastalık, aplastik anemi gibi hematolojik hastalığı olanlarda akut miyeloid lösemi gelişim riski yüksektir. Down sendromu gibi genetik hastalıklarda da akut miyeloid lösemi normal popülasyona göre daha sık görülür.
Akut miyeloid lösemiye neden olabilen belli bir çevresel veya hastaya ait bir neden belirlenemeyen hastaların lösemi hücrelerinde kan yapım sürecini etkileyen ve lösemi gelişiminde rolü olduğu belirlenmiş çok farklı kromozomal anormallikler, belirli genlerde mutasyonlar saptanabilir” dedi.
Tedavideki ilk hedef hücre sayısında azalma yakalamak
Prof. Dr. Seçkin Çağırgan: “Tedavide ilk basamak remisyon sağlamaya yönelik, lösemik hücre sayısında belirgin bir azalma yaparak hastalığın kontrol altına alınmasını sağlayan ve kemik iliğinde normal kan yapımının oluşumuna tekrar izin veren yoğun kemoterapi uygulamasıdır. Bu tedaviye yanıt durumu 3. ya da 4. haftalarda belirlenir. Yoğun indüksiyon kemoterapisi ile 65 yaş altı hastaların yaklaşık yüzde 70-80’inde tam remisyon sağlanabilir. Bu tedaviler ne yazık ki 65 yaş üstü hastaların tümüne uygulanamaz. Performans durumu uygun olmayan düşkün yaşlı hastalarda, ciddi eşlik eden kalp, böbrek yetmezliği gibi hastalığı olan hastalarda bu tür yoğun indüksiyon kemoterapisi uygulanamaz. Uygulanabilen 65 yaş üstü hastalarda ise yanıt oranı yüzde 40-60 düzeylerinde olmak üzere daha düşük oranlardadır. Tam remisyon sağlanarak hastalığı kontrol altına alınan hastalarda tedavinin ikinci basamağının amacı halen kalıntı düzeyinde var olan lösemi hücrelerini de yok ederek nüks gelişmesini önlemeye yönelik pekiştirme tedavileri olarak tanımlanabilecek konsolidasyon tedavileridir.
Akut miyeloid lösemide bir başka umut kök hücre nakli
Akut miyeloid lösemi tanısı sırasında özellikle lösemik hücrelerde yapılan genetik araştırmalar ile saptanan genetik anormalliklere göre belirlenen prognostik özelliklerine göre remisyon sonrası tedaviler belirlenir diyen Prof. Dr. Seçkin Çağırgan: “İyi risk grubunda yer alan hastalarda sadece yüksek doz kemoterapi uygulamaları ile hastalıkta tam iyileşme sağlanabilir. Buna karşın orta ve yüksek risk olarak tanımlanan ve nüks riski yüksek hastalarda uygulanması gereken tedavi HLA tam uyumlu akraba veya akraba dışı donörden allojeneik hematopoetik kök hücre naklidir. Günümüzde performans durumu uygun hastalarda 75 yaşına kadar allojeneik kök hücre nakli uygulanabilmektedir” dedi.
Yoğun indüksiyon kemoterapisine uygun olmayan yaşlı veya eşlik eden hastalığı olan akut miyeloid lösemi tanısı konan hastalarda hipometile edici ajanlar olarak tanımlanan ve bu özellikte hastaların tolere edebildiği ajanlar ile tedavi seçenekleri olduğunu belirten Prof. Dr. Seçkin Çağırgan: “Hastaların bir kısmında yanıt sağlanabilir, yaşam kalitesi düzeltilebilir ve yaşam süreleri uzatılabilir. Kemoterapi ve kök hücre nakli tedavi süreçlerinde ve diğer tedavi yaklaşımlarında tedavinin diğer çok önemli bir yönü hastanın yaşamda kalmasını sağlayacak olan destek tedavilerdir. Kan ürünleri transfüzyonları, gelişen infeksiyonların tedavileri ve bu süreçte gelişebilecek çok sayıda komplikasyonların tedavileri büyük önem taşır” dedi.
Son yıllarda akut miyeloid löseminin tedavisinde sonuçlara yansıyan, yanıt oranlarını ve yaşam sürelerine olumlu etkileri olan önemli gelişmeler olmaya başladığını söyleyen Prof. Dr. Çağırgan, özellikle lösemik hücrelerde saptanan genetik mutasyonlara yönelik geliştirilen ilaçlar ile olumlu sonuçlar alınmaya başlandığını, bu alandaki çalışmaların yoğun olarak devam ettiğini ve gelecekte daha az toksik tedaviler ile daha iyi sonuçlar sağlanmasının sürpriz olmayacağını ekledi.
Tedavide moral çok önemli
Tedavi süreçlerinde en önemli nokta hastanın moral gücüdür vurgusu yapan Prof. Dr. Seçkin Çağırgan: “Hastalığa karşı dirençle durulması, yelkenlerin indirilmemesi, iyimser ruh hali sonuçları olumlu etkileyecek, tedavinin daha iyi tolere edilmesini sağlayacaktır. Bu konuda en önemli görev de hastanın yakınlarına, aile üyelerine düşmektedir. Onların olumlu destekleri tüm tedavi sürecini kolaylaştıracaktır. Tedavi süresince dengeli ve yeterli kaloriyi sağlayacak beslenme önemlidir. Hastanın yoğun kemoterapileri kolay atlatabilmesi için bedensel olarak düşkünleşmemesi adına çok önemlidir. Tedavinin birçok döneminde beslenme değişik nedenlerle zorlaşabilir. Bu dönemlerde dahi gerekirse bir diyetisyen desteğinde yeterli kalori sağlayacak uygun gıdaların tüketilmesi sağlanmaya çalışılmalıdır.
Tedaviler tamamlanana kadar bağışıklık, özellikle bazı dönemlerde belirgin baskılanmış olacağından hijyen ve uygunsuz çevrelerden uzak durulması, gerekli olduğunda izolasyon çok önemli, hatta yaşamsal olacaktır” dedi.
Akut miyeloid lösemi tanısı korkutucu olsa da günümüzde, bu konuda deneyimli ekiplerin yer aldığı alt yapısı uygun merkezlerde uzun, sabır gerektiren bir tedavi süreci sonunda çok sayıda hastanın sağlığına tamamen kavuşabildiğini, yaşama tutunabildiğini ve kaldığı yerden yaşamına devam edebildiğini belirten Prof. Dr. Seçkin Çağırgan, gelişmeler, yakın gelecekte bu hastalık ile ilgili daha umutlu olabileceğimizi gösteriyor diyerek sözlerini noktaladı.