Dr. Alpay Azap, 2017 Yyılında 23 bin ailenini çocuğuna aşı yaptırmadığını belirterek, “Bu artış devam ettiği takdirde önümüzdeki yıllarda büyük salgınlar kaçınılmaz olacaktır” dedi.
Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği’nce (KLİMİK) bu yıl 19’ncusu gerçekleştirilecek kongrede , enfeksiyon hastalıklarında en güncel gelişmeler gözden geçirildi. Kırım kongo kanamalı ateşi, aşılar, hepatit, diyabetik ayak, antibiyotik direnci ;HIV, batı nil ateşi, tüberküloz, herpes virüsü ele alınan başlıklar arasında yer alıyor.
Dr. Alpay Azap, çocuklara aşı yapmayan ailelerin oranının her geçen yıl arttığını belirterek, “Son yıllarda ülkemiz de dahil olmak üzere tüm dünyada bilimsel düşüncenin yerini metafizik görüşlerin, batıl inançların, doğaya dönme veya organik yaşam adı altında bilimsel olmayan bir takım moda akımların almasıyla birlikte aşı karşıtlığı da kendine çok sayıda taraftar bulabilmektedir. Bu nedenle son zamanlarda ülkemizde çocuklarına aşı yaptırmayan ailelerin sayısı tehlikeli bir şekilde artmaktadır: 2014’te bin 370, 2015’te 5 bin 091, 2016’da 11 bin 470 , 2017’de 23 bini geçmiştir. Bu artış devam ettiği takdirde önümüzdeki yıllarda büyük salgınlar kaçınılmaz olacaktır. “Aşı olmaya gerek yok, aşılar hastalıkların doğal seyrini bozar, vücuda zarar verir. Bunun yerine hasta olmak daha iyidir” gibi bir takım söylemlerle çok sık karşılaşıyoruz. Eğitimli diyebileceğimiz insanlar arasında bile taraftar bulabiliyor. Bu iddiayı dile getirenlerin çoğunun iyi niyetli olmadıklarını, dikkat çekip meşhur olarak kendilerine bir çıkar sağladıklarını çok açık görüyoruz. İyi niyetli olanların ise bilim ve tarih bilgisinden yoksun olduklarını söyleyebiliriz” dedi.
“Aşılar bulunmadan önce bugün nadir gördüğümüz pek çok hastalık büyük salgınlarda çok sayıda kişinin ölümüne, sakat kalmasına sebep oluyordu” diyen Prof. Dr. Alpay Azap, “Bu kişiler örneğin büyük ozanımız Aşık Veysel’in çiçek hastalığından dolayı görme yeteneğini kaybettiğini bilmiyorlar. Çocuk felci nedeniyle pek çok çocuğun sakat kaldığını bilmiyorlar.Aşı karşıtlarının bilmedikleri önemli bir konu da aşıların sadece aşılanan kişiyi değil tüm toplumu koruduğu gerçeğidir. Aşılar sadece uygulandıkları kişiyi korumakla kalmazlar aşı yapılmayan veya yapılamayan kişileri de korurlar. Aşıyla bağışıklık kazanan kişiler enfekte olmayacakları için başkalarına da enfeksiyon bulaştıramazlar ve böylelikle enfeksiyonun toplumda yayılması da engellenmiş olur. Toplumda belli bir hastalığa karşı bağışık olan kişilerin oranı arttıkça hastalığın salgın yapma şansı da azalır ve bağışık kişi oranı belli bir eşiğin üstüne çıktığında salgın riski tamamen ortadan kalkar. Biz buna sürü bağışıklığı diyoruz. Hastalıklara göre değişmekle birlikte salgınların önlenebilmesi için sürü bağışıklığının yüzde 80’in üzerinde olması istenir ki bunun için toplumun yüzde 90’ının aşılanması gerekir. Bu nedenle aşı olmayan kişiler sadece kendilerini değil tüm toplumu, çocuklarına aşı yaptırmayan anne babalar sadece kendi çocuklarını değil tüm çocukları riske atmış olurlar. Aşılanma oranlarının düşmesi ciddi salgınları da beraber getirir. Örneğin eski Sovyetler Birliği’nde 1989’da 839 difteri vakası varken, aşılamanın durmasıyla 1994’te 50 bin olgu ve bin 700 ölüm gözlenmiştir. Aşılamayı bırakırsak hastalıklar ölümlerle geri gelecektir” şeklinde konuştu.
Aşılar her sene 2-3 milyon kişinin hayatını kurtarıyor
Aşıların birçok hastalığı önlediğini ifade eden Alpay Azap, “Aşılama oranları artırılabilse her yıl 1,5 milyon insanın daha hayatı kurtulabilir. Aşıyla önlenebilir hastalıklardan 2015 yılında her gün 5 yaş altı 16 bin çocuk öldü. Günde 16 bin çocuktan bahsediyoruz. 2000-2016 yıllarında sadece kızamık aşılaması sayesinde 20.4 milyon ölüm engellendi. Hepatit B aşısı karaciğer kanserinden, HPV aşısı rahim ağzı ve genital kanserden korur. Çünkü bu virüsler kansere neden olurlar. Düşük-orta gelir düzeyine sahip ülkelerdeki kanserlerin yüzde 25’i aşıyla önlenebilir. Aşılar aynı zamanda antibiyotik kullanımını azaltarak antibiyotik direncinin yayılmasını engeller. Bildiğiniz gibi antibiyotik direnci de çağımızın önemli bir sorunu ve antibiyotiğe dirençli bakteriler nedeniyle çok sayıda insan hayatını kaybediyor 2050 yılında bu sayının yılda 10 milyon kişiye ulaşması bekleniyor. Antibiyotik direncinin yayılmasının en önemli nedeni ise antibiyotiklerin çok miktarda ve kullanımıdır. Aşı olan bireyler enfekte olmayacağı için antibiyotik kullanmaya da gerek kalmaz. Dolayısıyla aşılar antibiyotik direncini de önler diyebiliriz. Örneğin dünyada tüm çocuklara pnömokok aşısı yapılsa antibiyotik kullanımında her yıl 11 milyon (günlük doz) azalma sağlanır. Aşılar antibiyotik direncini bu sayede önler” diye konuştu.
“Aşılar güvenlidir”
Aşıların güvenli olduğunu ifade eden Prof. Dr. Alpay Azap, sözlerini şöyle sürdürdü: “Lisanslı bir aşı, kullanım için onay almadan önce çok sayıda deneme aşaması boyunca titizlikle test edilir ve piyasaya çıktıktan sonra düzenli olarak yeniden değerlendirilir. Bilim adamları ayrıca, bir aşının olumsuz bir etkiye neden olabileceğine dair olası bir durum için çeşitli kaynaklardan gelen bilgileri sürekli olarak takip ederler. Çoğu aşı reaksiyonları, genellikle lokal ağrı veya hafif ateş gibi geçicidir reaksiyonlardır. Nadiren ciddi bir yan etki bildirilmesi durumunda bilimsel kurullar tarafından hemen ciddiyetle araştırılmaktadır. Ancak şu da bilinmelidir ki tıpta bir yöntemin güvenli olup olmadığına karar verirken o yöntem uygulanmadığında neler olacağına da bakılır. Elbette aşılanma çok nadir (kabaca yüz binde bir ile milyonda bir arasında bir olasılıkla) ciddi yan etkiye neden olabilir. Ancak aşılanmamak çok daha tehlikeli ve zararlıdır. Zaman zaman şöyle şeyler de duyuyoruz; “Aşıyla vücuda çok antijen veriliyor. Bu kadar antijen çok zararlı. Bağışıklık sistemini mahvediyor”. Oysa hastalıkların kendisi vücuda aşılardan çok daha fazla antijen girmesine neden olur: Basit bir nezlede bile vücut 4-10 antijenle karşılaşır. Duyduğumuz bir diğer iddia da şu; “Aşılarla ilgili çok yan etki var ama aşı firmaları bunların bilinmesine engel oluyor”. Bu iddia da tamamen asılsızdır. Aşılar toplum sağlığını ilgilendiren ürünler olduğu için aşı uygulamaları bağımsız bilimsel kuruluşlar (Dünya Sağlık Örgütü, Uzmanlık Dernekleri, Avrupa Hastalık Kontrol Merkezi) ve ulusal sağlık otoriteleri tarafından günü gününe izlenmektedir. Tüm dünyada çok titiz çalışan aşı yan etkisi takip sistemleri vardır ve aşılar yan etki açısından ilaçlardan çok daha yakın takip edilir. En ufak bir şüphe oluştuğunda bağımsız bilim insanlarından oluşan komisyonlar kurularak araştırılır, bilimsel ortamlarda şeffaf bir şekilde paylaşılır, tartışılır ve sonuçlar tüm hekimlere ve sağlık çalışanlarına duyurulur.”
Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hast. Der. Yön. Kurulu Üyesi ve KLİMİK Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof.Dr. Önder Ergönül, yaptığı konuşmada, Türkiye, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ile 15 yıl önce tanıştı. İlk tanı 2002’de konulmuştu. Artık ülkemiz bu hastalık konusunda yayınları ve çalışmalar ile dünyanın en deneyimli ülkesi. Kongrede KLİMİK Derneği olarak Kırım Kongo Kanamalı Ateşi oturumu yapacağız. Rusya ve İran’dan misafirlerimiz var. Bu hastalığın dünyada en çok görüldüğü ülke Türkiye, İran ve Rusya. Üç ülke deneyimlerini paylaşacak” dedi.
Türkiye’de kırım kongodan 500 kişi hayatını kaybetti
Kırım Kongo hastalığı ile ilgili önemli açıklamalarda bulunan Prof.Dr. Önder Ergönül, “Mart ayı ile birlikte bu hastalık için riskli bir döneme giriyoruz. Kırım Kongo gerçek bir hastalık ülkemiz için. 15 yılda, 10 binin üzerinde kişide görüldü ve 500 kişi hayatını kaybetti. Bu dünyadaki en yüksek rakam. Bu vakaların tümünün laboratuvar tanısı kesinleşmiştir ve böyle bir kayıt sistemi hiçbir ülkede yok. Bir yandan vaka sayıları azalmaya başladı, en yüksek olduğu yıllar 2012-2013 idi, sonra tüm salgınlarda olduğu gibi tepe noktasına ulaştı ve inmeye başladı. Tüm salgınlar bir çan eğrisi yaparlar yani bir tepe noktası olur, sonra tepe noktasından aşağı iniş başladı. Vaka sayısı geçen sene 340 civarı biz bunu bu arada tahmin edebiliyoruz” dedi.
Hastaların hastaneye geç başvurması ölüm oranını artırdı
Ergönül, “Türkiye’de hastalık artık öğrenildi, hekimler de vatandaşlar da bilmiyordu. Halkımız doktora geç başvuruyordu. Geç başvuran kişilerde ölüm oranı doğal olarak çok yüksek oluyor. Tedavi olamayacakken başvuruyor , hastalık süresi toplam 10 gün. Erken başvurursanız tedavi olma imkanı var. İlk üç gün içinde bir ilaç almak gerekiyor. Erken dönemde ilaç alan hastalarda ölüm oranı çok daha düşük. Bilincin artması ile artık kanama aşamasında yani geç gelen vak’alar azaldı” diye konuştu.
Kırım Kongonun en sık görüldüğü bölgelerde sağlık merkezleri açıldı
Hastalık nedeniyle birçok bölgede sağlık merkezlerini açıldığını ifade eden Prof.Dr. Önder Ergönül, “Hastalık ilk görülmeye başladığında hastalar Ankara’ya geliyordu. Sonra Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gitmeye başladılar. Ama artık bölgelerde merkezler oluşmaya başladı. Çorum Hitit Üniversitesi , Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi’nde artık bu hastalara tedavi yapan merkezler var” şeklinde konuştu.
Ölümlerin bir nedeni de ilaç tartışması
Prof.Dr. Önder Ergönül, şunları söyledi: “Vak’aların en çok görüldüğü 2007, 2013 ,2014, 2015 yılında en çok ölümler oldu. O yıllarda bir ilaç tartışması oldu. Hastalarda kullanılsın mı , kullanılmasın mı şeklinde. Biz kullanılmasından yanaydık. Gereksiz yere vakit kaybedildi. Bazı hekimler ilaca inatla karşı durdular. Ölen sağlık çalışanları oldu. İlaç kullanımı olsaydı kaybedilmeyeceklerdi. Bunu bilimsel çalışmalar sonrasında net söyleyebiliyoruz. O dönemde meslektaşlarımız yanlış yönlendirildi. İlaca çok değişik kişisel, politik, sosyal nedenlerle karşı gelindi. Türkiye dışında karşı gelen olmadı tüm dünyada. Ruslar , İranlılar ilacı kullandılar. Bu nedenle ölüm oranları çok daha düşük. Ama ülkemizde bir kesim buna ısrarla karşı çıktı. Rakamlara bakılacak olursa bu bölgesel olarak da görülecektir, incelenmesi gerekir. Kimi zaman ilacın etkili olmadığı iddia edildi. Oysa ilacın etkili olduğunu gösteren yayınlarımız vardı. O dönem belli bölgelerin incelenmesini talep ediyoruz, kayıtlar incelenirse bu açığa çıkacaktır. İlacın erken verilmesi durumunda koruyuculuğu var, 2003 ve 2013 yıllarında yayınlamıştık. Dünyada ilacı erken dönemde alan sağlık çalışanlarından bir tek ölüm vak’ası yok. Tüm dünyada toplam 175 sağlık çalışanını izledik, bu dönemde ribavirin alan sağlık çalışanlarında bir tek ölüm vak’ası yok.”
Yılda 1 milyon kişi Hepatit B’den hayatını kaybediyor
KLİMİK Derneği Genel Sekreteri Doç.Dr. Süda Tekin ise , Hepatit B, hepatit C ve hepatit D virüslerinin kronik karaciğer hastalığı, siroz ve karaciğer kanserine yol açtığını belirterek, “Global olarak Hepatit B ve Hepatit C, ülkemiz dahil tüm dünyada karaciğer sirozu ve kanserinin yüzde 50’sinden fazlasından sorumludur. Amerika’da karaciğer nakli gereken hastaların yaklaşık yüzde 40’ından Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi’nde karaciğer nakli olan hastaların nakil nedenlerinin yüzde 61’inin hepatit B veya C bağlı olduğu bildirilmiştir. Dünya nüfusunun 3’te birinin (yaklaşık 2 milyar kişi) hepatit B virüsü ile karşılaşmış olduğu, yaklaşık 400 milyon kişide kronik hepatit B enfeksiyonu geliştiği ve yılda yaklaşık 1 milyon kişinin bu enfeksiyon nedeniyle kaybedildiği tahmin edilmektedir. Ülkemizde ise bölgesel ve yaşa bağlı farklar olsa da genel anlamda görülme sıklığı yüzde 2.7- 5.3 arasındadır. Risk gruplarında görülme sıklığı daha yüksektir. Hepatit C virüsü ile dünyada 130-210 milyon kişi enfekte olmuştur. Ülkemizde genel sıklık yüzde 0.5-1 arasındadır, ancak ileri yaşlarda enfeksiyonun görülme sıklığı artmaktadır” dedi.
Yeni Hepatit C ilaçları ile Türkiye’de yaklaşık 13 bin hasta tedavi alıyor
Doç.Dr. Süda Tekin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kronik hepatit C tedavisinde kullanılan yeni ilaçlar, ülkemizde 18 Haziran 2016 tarihinde yayınlanan ve 07.10.2016 tarihinde güncellenen Sağlık Uygulama Tebliği doğrultusunda geri ödeme kapsamına alındı. Yaklaşık 100 bin liraya mal olan ilaçların geri ödeme kapsamına alınması ile birçok hastaya tedavi verme olanağı elde ettik. Sağlık Bakanlığı tarafından tedavi alan hasta sayısı ile ilgili resmi olarak açıklanan net bir sayı olmamakla beraber, yaklaşık 12.000-13.000 civarında hastanın tedavi aldığı tahmin edilmektedir. Bu sayı önümüzdeki günlerde daha da artacaktır. Tedavi verdiğimiz hastalarda başarı oranı çok yüksek. Mevcut yasa gereği tüm kronik hepatit C hastaları yeni tedavi seçeneklerini kullanamıyor. Ülkemizde tedavi verilen hasta sayısı çok düşüktür. Tedavi verilmesi beklenen hasta sayısının yaklaşık 60 bin civarında olduğu ön görülüyordu, ancak bu rakamın çok gerisinde kalınmıştır. Testi pozitif olan kişilerin yaklaşık yüzde 10’u hepatit C hastası olduğunu biliyor. Halkın bilgilendirilmesi, HCV riski yüksek olan özel hasta gruplarına ulaşılması, hepatit ilaçlarının tüm ülke genelinde ulaşılabilir olmasının sağlanması, yasa gereği tedavi veremeyen tüm branş hekimlerine yönelik kısıtlamanın ortadan kaldırılması ve en önemlisi viral hepatitlerin önlenmesine, kontrolüne ve elimasyonuna yönelik Sağlık Bakanlığı düzeyinde ulusal eylem planının zaman kaybetmeden yürürlüğe konulması gerekmektedir. Ancak bu şartlar sağlandığında HCV enfeksiyonun tamamen ortadan kalkması gündeme gelebilir.”