Bilim insanları miyaljik ensefalomiyelit (ME) olarak adlandırırlan, aynı zamanda kronik yorgunluk sendromu olark da bilinen ME/CFS’nin nedeninin bir proteinden kaynaklandığını buldular.
Her hücrenin içinde, hücrelerimize güç sağlayan, beynimizi dolduran ve kaslarımızı hareket ettiren enerji üreten makineler, mitokondri vardır.
ABD’li araştırmacılardan oluşan bir ekip tarafından yapılan yeni bir çalışmada, arızalı mitokondrilerin ME/CFS ve uzun süreli COVID gibi enerji sınırlayıcı hastalıkların potansiyel nedenlerinden biri olabileceğini kaydettiler.
ME/CFS ile yaşayan insanlar genellikle enerjileri tükenmiş hissederler. Günlük yorgunluğun aksine, kronik yorgunluk uyku ile hafiflemez ve genellikle egzersiz ile daha da kötüleşir.
ABD Ulusal Kalp, Akciğer ve Kan Enstitüsü’nde doktor-bilim insanı olan Paul Hwang ve meslektaşları, bir kronik yorgunluk vakasını araştırırken, bir kadının hücrelerinde yüksek seviyelerde bulunan unutulmuş bir proteine rastladılar.
38 yaşındaki kadının, Epstein-Barr virüsünün neden olduğu bir enfeksiyon olan genç bir mononükleoz atağından sonra başlayan kötüleşen bir yorgunluk öyküsü vardı.
Virüsler ve enflamasyon, yakıt hücrelerini tüketen enerji üretimi sorunları yaratmanın iki olası yolu olan mitokondriye zarar verebilir. Ancak mitokondrinin nasıl parçalandığına dair kesin mekanizmalar belirsizliğini koruyor.
WASF3 olarak adlandırılan bu vakadaki şüpheli protein, daha önce kimsenin takip etmediği 2011 meta-analizinde kronik yorgunluk sendromuyla ilişkilendirilmişti. Kadının kanıyla ilgili bir çalışma, aşırı yorgunluk semptomlarının proteinin aşırı ekspresyonu ile bağlantılı olduğuna dair şüpheleri destekledi.
Kültürlenmiş hücrelerle yapılan deneylerde ekip, WASF3’ün genellikle enerji üretimini desteklemek için birleşen protein komplekslerine müdahale ederek mitokondriyal işlevi bozduğunu buldular.
WASF3’ü aşırı ifade etmek üzere tasarlanan farelerde ayrıca işlevsiz mitokondriler vardı ve kasları da egzersiz testlerinde hızla yoruldu.
38 yaşındaki kadının kasları üzerinde yapılan ve mitokondrisinin kısa bir egzersizden sonra enerji depolarını yenilemek için anormal derecede yavaş olduğunu ortaya çıkaran testlerin sonuçlarını tekrarladı.
Ekip, ME/CFS’li 14 kişinin kas örneklerinde WASF3 aramaya gittiklerinde, seviyelerinin yeniden yükseldiğini gördüler. 10 sağlıklı kontrolle karşılaştırıldığında, ME/CFS’li kişilerin kas hücrelerinde daha düşük mitokondriyal protein kompleksi seviyeleri vardı.
Ekip, “Çalışmamız, hastanın biyoenerjetik eksikliği için moleküler bir açıklama sağlıyor; bu, yalnızca ME/CFS için değil, aynı zamanda uzun süreli COVID gibi kronik yorgunluk içeren diğer durumlar için de geçerli olabilir.”
Araştırmacılar, WASF3 proteininin, mitokondrinin yakın arkadaşı olan endoplazmik retikulum üzerindeki stresin sonucu olabileceğini düşünüyorlar.
Endoplazmik retikulum (ER), proteinlerin katlanması ve paketlenmesinden sorumludur ve viral enfeksiyonların ER stres tepkilerini tetiklediği bildirilmiştir.
ME/CFS’li insanlardan oluşan kohorttan alınan kas biyopsi örneklerinde ER stresinin biyokimyasal belirteçleri kadının hücrelerinde de vardı.
Farelerde ER stresi oluşturmak, WASF3 seviyelerinin yükselmesine yol açarken, hücreleri ER stresini engelleyen bir ilaçla tedavi ederken WASF3 seviyelerini düşürdü ve daha da önemlisi, mitokondriyal fonksiyonu restore etti.
Bu bağlantıları doğrulamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulsa da, çalışma, ME/CFS’nin altında yatan nedenleri belirlemeye ve onu tedavi edecek tedaviler tasarlamaya yönelik cesaret verici bir adımdır.
Bu yıkıcı hastalık çok uzun süredir göz ardı edildi, bu yüzden daha fazlasını anlayana kadar tüm bu araştırma yolları takip edilmeye değer.
WASF3 disrupts mitochondrial respiration and may mediate exercise intolerance in myalgic encephalomyelitis/chronic fatigue syndrome
Myalgic encephalomyelitis/chronic fatigue syndrome (ME/CFS) is characterized by various disabling symptoms including exercise intolerance and is diagnosed in the absence of a specific cause, making its clinical management challenging. A better understanding of the molecular mechanism underlying this apparent bioenergetic deficiency state may reveal insights for developing targeted treatment strategies.