İlim ya da bilimde tek dogma vardır, o da düşüncelerin değişime açık olduğudur.
Prof.Dr. Yavuz Dizdar
Bununla birlikte düşünce değişikliği nadiren çok kolay gerçekleşir, çünkü öncesinde yerleşmiş olan düşünce dogmayla sonuçlanır. Bunun iyi bilinen örneklerinden birini yeniden hatırlatalım. Uzak deniz seferlerinin başladığı keşifler döneminde tayfalar iskorbüt denen hastalıkla karşılaşırlar. Uzun süre denizde olmak gerektiğinden taze sebze ve meyve alınması söz konusu değildir. Gemilere erzak olarak tuzlanmış et ve peksimet, bunun yanı sıra da su ve rom yüklenmektedir. Gemi açıldıktan sonra kıyıya yanaşıp taze ikmal yapılmıyorsa diş etlerinde çekilme ve kanama, sonrasında deri kanamalarının da iştirak ettiği ve ölümle sonuçlanan iskorbüt tablosu yolculuğun kaçınılmaz bileşeni haline gelir. Çoğu gemi sorunu fazladan tayfa alarak çözmeye çalışır, çünkü hastalık daha çok tayfaların sorunu gibi görünmektedir, Rütbeli mürettebat az miktarda da olsa ya da kıyıya yanaşıldığında taze sebzeleri tercih etmektedir. Durumun ayırtına giden Kaptan James Cook ve Dr. James Lind tarihin olasılıkla ilk klinik araştırmasını yaparak narenciye verilen gemide iskorbüt görülmediğini saptar. Bu sonucu tıbba kabul ettirmeleri yaklaşık kırk (40) yıl alır. Tıp ya gemicilerin sorunlarıyla ilgilenmemekte ya da açıklamayı dinlemez görünmektedir. C vitamin ve işlevinin keşfi ise daha iki yüz (200) yıl bekler.
Resim 1. Bir antibiyogram testinin görünümü. Ortam silme bakteri ekilmiş besi yeridir, küçük disklere antibiyotik emdirilmiştir, etraflarındaki şeffaf bölgenin genişliği o antibiyotiğe duyarlılığın kıstasıdır. Bu bölgede canlılık olup olmadığı sorgulama konusudur. Görsel https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Bacterial_lawn_01.jpg adresinden alınmıştır.
Bilim her zaman kabullenmelerin özetidir
Bu örnek elbette günümüzde de geçerlidir. Tıp mevcut bilgileri tartmak gereksinimi duymadan kabul eder, bütün iş bilginin iyi pazarlanmasıdır. Yeni konum bir süre sonra dogmalaşır, hızlanan yaşam gözlem aralığını daha fazla daraltır, saptama şansı iyice azalmaya başlar. Bu nedenle, bir konuda onca araştırma yapılmasına rağmen mesafe kaydedilemiyorsa, baştaki kabullenmenin doğruluğunun tartışılması gerekir. Baştaki kabullenmenin doğru olduğu ise mutlak gerçek değil sadece aksiyomdur, yani ilk kabullenme doğru bellenerek üzerine bir sistematik inşa edilir. Tıpta kan kolesterol seviyesinden tutun, şeker düzeyine kadar pek çok şey de kabullenmeye tabidir. İnsanlar canlı varlıklardır, birinin değerinin ortalamaya göre “yüksek ya da düşük” olması, ortam şartlarıyla bile fark edebilir. Mesele rakamın yüksek ya da düşük olması değildir, o kişi için sorun yaratıp yaratmadığıdır ki, uzun gözlem süresi bu nedenle zorunludur.
Resim 2. Şeffaf üremediği varsayılan bölgelerden ikinci ekim yapıldığında, aslında sadece birinde (mavi çizgili üçgen) canlılığın gerçekten olmadığı görülür. Diğer alanlardaki baskılanmış bakteriler antibiyotik etkisi kalkınca yeniden üremiştir.
Tek bir deneme bile geleceği değiştirebilir
Bilimin aslında ne kadar değişken olabileceğini yakın zaman “deneme” şansını bulduğumuz bir örnekle açıklamaya çalışalım. “Deneme” diyoruz, zira bu sistemli bir deney değil, sadece bir denemedir. Bakterilerin antibiyotiklerden etkilenip etkilenmedikleri, yani antibiyogram denen antibiyotik hassasiyet testi, silme bakteri ekilmiş besi ortamına antibiyotik emdirilmiş küçük diskler yerleştirilerek yapılır (yukarıda). Diskin etrafındaki şeffaf alan ne kadar genişse, bakterinin de o antibiyotiğe o kadar hassas olduğu kabul edilir. Bu durum sınanıp kabul edilse bile şu soru açıkta kalır: “Şeffaf görünen alanda bakteri hiç mi yoktur, yoksa şeffaflaşmış mıdır?”
Testin merkezinde yer alan bu sorunun yanıtlanması ise çok kolaydır, o bölgeden alıp yeniden ekersiniz, üreme oluyorsa canlılık var demektir. Biz bu soruyu bir biyolog arkadaşımızla tartıştık, ne var ki testi bizatihi yapan arkadaşı denemeye yanaşmadı. Ne bir masraf ne bir külfet, bilimsel tutuculuğun bir örneği sergilendi. Bunun üzerine denemeyi İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’ndan arkadaşlarımıza sorduk, önce “elbette ürer” dediler, ama sonra da anında denediler. Dedikleri de tuttu, “üremez” bölgelerinin biri hariç hepsi üredi. Peki ne mi oldu; bu deneme beraberinde “iki aşamalı antibiyogram” düşüncesini doğurdu.
İşte bilim bu şekilde ilerler; var olanın sorgulanması, dinleyip, akılcı bulunup denenmesi.