– Mesleğinizin zorlukları neler?
Uzun mesai saatleri, bitmeyen nöbetler, sürekli okumak zorunda olmak, en önemlisi usta-çırak öğrenme aşamasında üstlerinizin kötü davranışına katlanmak.
– En keyifli yanları ne?
Başarılı olduğunuz zaman takdir edilmeniz, iyileştirdiğiniz insanların size minnet duyması, daha önce yardım ettiklerinizin ihtiyacınız olduğunda etrafınızda toplanıp destek olmak için yarışmaları…
– Eğitim süreci nasıl?
Resmi tıp fakültesi yıllarından sonra da ömür boyu süren bir eğitim var. Sürekli yeni çıkan bilgileri takip etmek, sonunda mecburen alan daraltmak için ihtisaslaşmak gerekiyor. Bir doktor yaklaşık 24 yaşında tıp fakültesinden mezun oluyor. İki yıl mecburi hizmet yapıyor, eğer şansı yaver giderse 27-28’inde ihtisasa giriyor. Bu bitince 34-35 yaşına geliyor. İki yıl daha mecburi hizmete gidip iki yıl da askerlik yapınca yaş oluyor 39-40. Ancak bu yaştan sonra kendisine iyi bir hastane, iyi çalışma arkadaşları bulup mesleğinde ilerlemeye başlıyor. Bu sırada evlenip çocuk sahibi olmuşsa, henüz evi ve arabası olmadığı gerçeğini görmek gerekiyor.
– Geleceğin meslekleri arasında yer alan tıbbı seçmek isteyen gençlere neler önerirsiniz?
Mesleğin son yıllarda itibarsızlaştırılması bizi çok üzüyor. Komşusunun sağlık karnesine o hasta için ilaç yazmayı reddeden doktorun darp edilmesi, “Doktor bana iyisinden bir MR yaz” diyecek cesareti bulan tonton teyzeler, sırasını beklemeden herkesin önüne geçerek veya acil olmadığı halde, “Bana bakmak zorundasın” deme cüreti gösteren hastalar, acaba doktordan ne koparabilirim şeklinde açılan tazminat davaları, böyle bir mahkeme sırasında bilirkişi raporu yazan meslektaşlarımızın meslek etiğine aykırı hazırladığı raporlar beni incitiyor. Bugün gençlere tıbbın birebir hasta ve hasta yakınlarıyla muhatap olmadıkları tıbbi genetik, biyomedikal gibi geleceği çok açık ve sınırları olmayan branşlarını öneriyorum.