Abraham Maslow beş basamaklı piramidinin en tepesinde kendini gerçekleştirme arayışını tanımladığında gelecek dönemlerdeki birçok soruya da yanıt vermişti. İnsan olarak temel ihtiyaçlarımızla olan meselemizi çözemeden gelişime fırsat yaratamıyoruz. Potansiyelimiz çünkü sandığımızdan çok daha fazla neredeyse sonsuz çünkü. Döneminde mükemmelliğe ulaşmanın yollarını keşfedebilmek için ünlü kahramanların yaşamlarını incelediğinde sonraki nesillere de “Neden hepimiz Beethoven olmayalım?” sorusunu miras bıraktı.
Bununla birlikte Maslow’un mesajları 1960’ların new age gurularına nefis bir malzeme vermişti, “yeterince istersen olabilirsin”. Bugün de gelişim programlarıyla sıradan insanları muhteşem, karizmatik, otantik ve hizmetkar liderlere dönüştürme vaatlerimiz referanslarını buradan alıyor. İki haftalık eğitimle insanlara dokunan koç olmak da bunun çok uzağında değil.
Kendini gerçekleştirme düzeyine ulaşsak da (ki Maslow sadece yüzde ikilik bir kesim buraya erişebiliyor diye yakınmıştı) hayat amacına yaklaşmamış olabiliriz. Tam burada ince bir çizgi var. Bizzat, kendimiz ve bireysel olarak inşa edemeyeceğimiz bir hikaye olduğuna inanıyorum. Hayatta olmak sadece nefes almak demek olmasa gerek, diğer insanların da nefes almasına ihtiyacımız var, diğer kalplere ve diğer zihinlere de ihtiyacımız var.
Theodore Zeldin’in ifadesiyle “Yaşayanlara musallat olan en ölümcül hastalık zihin katılığı, yani “rigor vitae”, merakı yok eder ve yerine kendini tekrar eden, uyuşuk rutinler getirir. İnsan yaşadığını zanneder ve rigor mortis’ten daha tehlikelidir.
İnsan daha önce hiç sahip olmadığı düşünceler getiremiyorsa dünyaya, diğerlerinden kendinden öncekiler dahil ilham alıp onların düşüncelerini büyütemiyorsa yalnızca sözde yaşıyor demektir.”
Şimdi beni en heyecanlandıran kısma doğru geliyorum hayatın anlamını konuşurken ölümü nasıl kavradığımızı da resme dahil edeceğimiz noktadayım. Sosyal yaşam perspektifi ile baktığımızda keyifli bir sohbetin hepimize iyi gelmesi gibi, bedenimizde hücre düzeyinde de aynı dinamikler çalışıyor. Bilim insanları fiziksel olarak hayatta kalmaya devam edişimizi, hücreler arasındaki diyalogun bir sonucu olarak açıklıyor. Bir hücre çevresindeki diğer hücrelerle oluşturduğu bağlantılarla hayatta kalıyor, bu olmadığında ise hücreler intihar ediyor. Şimdi “hücre” sözcüğünü “insan” sözcüğü ile değiştirerek okuyabiliriz. İnsanlar çevrelerindeki insanlarla bir araya gelip, tek başlarına gerçekleştirebileceklerinden daha fazlasını deneyebileceklerine inandıkları zaman yaşıyorlar. Yeni bir şeyler söyleyebildiğimizde bunu birlikte diyalogla yapabildiğimizde yaşıyoruz. Var olabilmemiz için birbirimize ihtiyacımız var.
Şimdi eğitimlerin açılış sorusu “hayat amacına” tekrar dönüp bakalım mı? Egodan beslenerek ne istersek yapabiliriz cümleleri tam da bu nedenle samimi gelmiyor. Hem fikir olmayabiliriz, mümkünse de olmayalım.
Siz de başka bir şeyler söyleyin, ama yaşayalım.
Merak edelim, bizden önce söylenenlerden farklı bir rengimiz olsun.
Kopyala yapıştır hayat amaçlarımız olmasın.
Mesela derseniz ilk aklıma gelenler…
En son ne zaman anlaşmadığınız halde barışık kalmayı başarabildiniz?
Diğer insanlara ünvanlarından, posizyonlarından bağımsız sadece insan olarak bakabilmek için kendi iç sesinizi nasıl yönlendiriyorsunuz?
Çevrenizdeki insanlar ne kadar birbirlerinden farklı? Yoksa hepsi birbirine çok mu benziyor?
Yeni insanlarla tanışmak veya hali hazırda tanıştığınız insanlarla derinleşmek için nasıl bir çabanız var?
Son not hayat amacı yerine içinde hayal olan soruları daha çok seviyorum. Pazar sohbeti böyle olsun bugün🎈
Bunu kurumsal düzeye de taşıyabiliriz, kurumların var oluş amaçlarının içinde toplum yoksa aynı dinamikler yine geçerli olacak.
Covid günlerinde yeni nesil anlam arıyor saptamalarımızı aksiyona daha fazla taşımak için bizi tetikleyebilir. Bugünün dertlerini çünkü kötücül demiştik, bir insan, bir pozisyon, bir disiplin, bir kurum ve bir ülke çözemiyor.
Her düzeyde ötekini merak etsek, diyalog kursak, birlikte daha önce söylenmemiş bir şeyler söylemeyi denesek yaşadığımızı hissedebiliriz sanırım.🙋♀️
Tam olarak nasıl bir iş yapmak istediğimi hiç bir zaman bilemedim, bankacı oldum para sattım, bir dönem insan kaynakları yöneticisi oldum işe alım yaptım ve bir dolu işten çıkarılma kararını paylaştım, sonra üniversitede öğretim görevlisi oldum, ilaç sektörünü de denedim. Sanırım en çok kendime yakıştırdığım danışmanlık şapkam oldu, ünvanlardan uzak olması bana iyi geldi. Bir de merakımı büyütmesi, farklı sektörler, farklı renkler ve farklı hikayeleri sevdim. Hem hepsinin çok içindeyim, hem de danışman olarak o mesafemi bir şekilde korudum. Bir de sahnede olmak var, salondaki en güvenli ve en eğlenceli yer kesinlikle, spotların altında olmak benim için hep rahat oldu.
[email protected]