Prof. Dr. Sinan Canan: “Şehir insanının en büyük sorunu biyolojik işsizlik”
Beslenmeyle ilgili glüten alerjisi gibi yeni terimler ortaya çıktığını aktaran Prof. Dr. Sinan Canan, “Yiyecek bolluğumuzu bu tip terimlere indirgeyerek seçici ve sağlıklı besleniyormuşuz gibi geliyor. Ama bedenin neye ihtiyacı olduğunu bilemiyoruz. Belki o seçtiğiniz şey size iyi gelmiyor, belki uzun vadede sorun çıkarıyor. Bugün şehir insanının en büyük sorunu biyolojik anlamda işsiz olmasıdır.” dedi.
Üsküdar Üniversitesi Nöropazarlama Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sinan Canan, günümüzde beslenmeye ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
“Yeme ayarlarını bozan bir kültürde yetişebiliyoruz”
Yemek yeme kültürüne dair görüşlerini dile getiren Prof. Dr. Sinan Canan, “Ben bir zamanlar zor doyanlardandım. Yıllar sonra mesleğim gereği bunun sebebini öğrenme şansı buldum ve suçun tamamının bende olmadığını anladım. Maalesef yeme ayarlarını çok fazla bozan bir kültürde yetişebiliyoruz. Stresten yeme dediğimiz mesele toplumda çok yaygın. Bize beslenmemiz için lezzet duyusu verilmiş. Tat ve koku beraber lezzeti ortaya çıkarıyor. Bu o kadar cazibeli bir duyu ki tabiatta yiyeceğin çok az olduğu dönemlerde atalarımız, bu sayede her yeri deşip yiyecek bulmuşlar. Şimdi ise bazen dolabımızda iki, üç ay yetecek kadar yiyecek oluyor. Bu çok ciddi bir sıkıntı çünkü kafa hala eski günlerdeki avcı toplayıcı gibi çalışıyor. Devamlı bir iştah halindeyiz. Sürekli yiyecek yemeğimiz var ama beynimizin ilkel kısmı oradaki yemeğin yarın da olacağına ikna olmuyor ve elindekinin hepsini yemek istiyor.” diye konuştu.
“Birçok insan yemek için yaşar hale geldi”
Lezzetin beynimizi sakinleştiren bir etkisi olduğunu belirten Prof. Dr. Sinan Canan, “Hıncımızı bir yerden çıkartmaya çalışıyoruz gibi. Bunu bir pil ve kota gibi düşünebiliriz. İnsanın belirli bir doyuma ihtiyacı var. Mesela adı sanı bilinen liderler, bilim insanları, felsefecileri düşünelim. Hepsinin ortak noktalarından biri yemeyle, içmeyle çok alakalarının olmaması. Bir şeyler atıştırıp işlerine dönüyorlar. Çünkü doyum başlıyor. Türkiye’de nörolu alanlar pek fazla bilinmiyor ama şu anda neredeyse her şeyin başında nöro olan bir alan var. Bunların hepsi, beyin bilimlerinin bu alanlara dair söylediği çok fazla şey olduğu için mecburen ortaya çıktı. Birisi oturup da nörogastronomi yapayım diye düşünmüyor. Bu ortaya çıkıyor. Bugün insanların büyük bir çoğunluğu, özellikle gelişmiş ülkelerdeki insanlar yemiyorlar, beslenmiyorlar. Yiyecek bağımlıları, bağımlı oldukları şeyin peşinde ömür geçiyorlar. Birçok insan yemek için yaşar hale geldi. Hâlbuki yaşamak için yememiz lazım.” ifadelerinde bulundu.
“Tat duyusu ile yeterince karşılaşılmazsa duyunun çözünürlüğü düşer”
Beyindeki bağımlılık mekanizmasını anlamak gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Sinan Canan, “Tabii sadece bağımlılık mekanizmasını anlayarak şekere, soslara niye bu kadar aşk duyduğumuzu bilemeyiz. Onun içine bir de tarihsel, evrimsel kısmı eklemeliyiz. Paketlerce yiyip doyamıyorsunuz. Çok normal. Estetik algı, lezzet algısı hatta dokunma duyusunun çözünürlüğü bile erken dönemde ne ile karşılaştığınızla şekilleniyor. İnsan estetik deneyime maruz kalmazsa, estetiği gelişmiyor. Yeterince tat duyusu ile karşılaşılmazsa tat duyusunun çözünürlüğü düşük oluyor. Dolayısıyla artık insanın yaptığına yemek yemek, hayvanın yaptığına beslenmek diyoruz. Bu durum insanın her devirde olan şımarıklığının bugünkü yansıması.” dedi.
“Şehir insanının en büyük sorunu biyolojik anlamda işsiz olmasıdır”
Beslenmeyle ilgili yeni terimler ortaya çıktığını da ifade eden Prof. Dr. Sinan Canan, “Glüteni duyduk, glüten alerjisi diye bir şey fark ettik. Bunlar çok parça parça bilgiler. Hâlbuki insan dediğimiz organizma 300 bin yıldır burada, canlılık 3.5 milyar yıldır devam ediyor. Şimdi yiyecek bolluğumuzu bu tip terimlere indirgeyerek seçici ve sağlıklı besleniyormuşuz gibi geliyor. Ama bedenin neye ihtiyacı olduğunu bilemiyoruz. Belki o seçtiğiniz şey size iyi gelmiyor, belki uzun vadede sorun çıkarıyor. Bugün şehir insanının en büyük sorunu biyolojik anlamda işsiz olmasıdır. Doğduğumuzdan beri aslan kovalamadı, açlıktan ölme riski yaşamadık, hava koşulları değişince öleceğiz diye korkmadık. Bunlar bizim atalarımızın her günkü dertleriydi. Şimdi bunlar olmayınca glütene, nişastaya, yoğurda bir şeye kafayı takayım diyoruz. Böyle şeyleri dert ediniyoruz. İnsanın diyetine baktığınızda, prestonojik dönemlerde uzun süre ağaç kökü bile yediklerini görüyoruz. Biz onu bir şekilde hallediyoruz. Ufak tefek şeyleri böyle ayırt ederek yemenin sağlıkla değil, takıntıyla alakası var. Günümüz aslında çeşitlilik açısından yeni üretimler, bileşikler açısından çok zengin. Ama biz tabiatın ve kendi duygularımızın, dürtülerimizin eşliğinde oluşturabileceğimiz sanatsal oluşumlar yerine üç kuruşluk bilgimizin kombinasyonlarına güveniyoruz.” diyerek konuşmasını sürdürdü.
“Ekmek yemeden doymam sözü bağımlılık ifadesidir…”
“Ben ekmek yemeden doymam sözü bir bağımlılık ifadesidir” diyen Prof. Dr. Sinan Canan, “Bu karbonhidrat bağımlılığıdır. Mesela ben Brüksel lahanası yemeden doymam diyen kimse yok. Çünkü o bağımlılık yapmaz, öbürü bağımlılık yapar. Bunu gördüğümüz zaman bağımlılık döngüsünden çıkıp hadiseyi biraz insani bir boyuta taşıyalım. Bu arada bunu önce kendime söylüyorum. Ben de çok kötü beslenirdim şimdi yavaş yavaş arkadaşlardan öğreniyorum. Bu işlerle ilgili ‘Yaratıcı Tür’ diye bir kitap var. Onu okurken aydınlanma yaşadım. Televizyonda belgeseli de var. Kitabın daha ilk bölümünde, girişte diyor ki, ‘Bütün canlılar yer. Yere döküleni yer, bir şeye doldurur yer ama insan sofra hazırlar. Prezantasyon yapar.’ O sırada tabağıma bulamaç gibi şey doldurduğumu ve onu kaşıklayıp kitaba baktığımı fark ettim. Bir baktım adam benden bahsediyor. O günden sonra dedim ki ‘Bu yemeğe özen gösterilecek.’ Çünkü yemeğin sadece yutulması değil, hazırlanması da önemli. Öbür türlüsünü sadece yutuyoruz.” diye konuştu.