Geçen hafta anlattığımız birisi başarıyla diğeri ise kazançla sonuçlanan (iade alınan uçak bileti parası) iki bildiri denemesiyle hafızanın oluşumunda algının önemli unsur olduğunu anlatmaya çalıştık.
Dr. Yavuz Dizdar
Bunun günlük yaşamdaki karşılığı, sürekli kaydedilenlerin “hafızanın içinde, ama algının dışında” kalmasıdır. Hafıza bilgiyi bir şekilde belleğe yükler, ama onu biçimlendiren ve hatırlanmasını sağlayan algıdır. Siz bardağın yarısını boş ya da dolu görebilirsiniz, ama algınız suya odaklandığından bardağı tanımlamanız mümkün olmayabilir. Hafızadaki açıklanması zor olan bu bilgilerin nasıl saklandığı ve geri çağrıldığıdır. Önemli stresler basit şeyleri unutturup unutulmuşları hatırlatabilir. Ama soru aynı kalır, hafıza nasıl tutulur, nasıl geri çağrılır?
Biyolojik sistem bilgisayarlardan farklıdır
İşi bilgisayarların hafızayı depolamalarıyla açıklamaya çalışırsak yine kısmen doğru, kısmen eksik sonuçlara erişiriz. Bilgisayar bilgiyi kabaca 1 ve 0 olarak iki forma indirger, var ya da yok olarak tanımlamak da çok yanlış olmaz. Ama biyolojik sistemde bilgi kayıt altına alınırken bizim açıklamamız yeni sinir bileşkelerinin oluştuğu varsayımıdır. Buna karşılık bilgisayar bir şeyi yarım olarak hatırlamaz, ama bizde bilgi yarım olarak da hatırlanabilir. Bu işlev dijitalden çok manyetik bantlara yüklenen hafızaya benzer, dolayısıyla aynı bilgi birden çok biçimde de hatırlanabilir (bandın hızının değişmesi, ses kaydını tiz ya da pes yapabilir). İnsanın bilgiyi depolaması bu nedenle anlaşılması zor olan “bulut” kavramını çağrıştırır. Bulutta her şey zaten hafızadadır, siz bunu çağırırsınız. Bulut bu anlamda hem uzun süreli hafızadan çok sonsuz anlık hafıza gibidir. Her zaman vardır, siz dalar çıkarsınız.
Biyolojik sistemdeki hafızanın başka başka biçimleri de vardır. Örneğin koku hafızası çok güçlüdür, ama öğrenilenlerin diğer biçimleri, formüller ya da kelimeler kullanılmadıkça belki unutulmaz, lakin hatırlanamayabilir. Bu işlev bilgisayar mantığının dışındadır, daha çok kristal hafızası olarak adlandırılan bir biçimlendirme gösterir. Düz bir bantta siz hafızayı düzlemsel olarak sıralarsınız, kristal hafızada bilgi değişik açılardan bakıldığında değişik sonuçlar verecek çok daha geniş bir depolama alanı sunar. Hatta tam tersinden düşünün, “kristal aslında vardır, biz onu çatlaklar biçiminde çizerek hafıza biçimlerini oluştururuz” desek daha mantıklı duracaktır. Kristalin işlenmesi ne kadar incelikli ve ilişkilendirerek yaparsanız (örümcek ağı örneği) o kadar çok bilgiyi yükleyebilir ve kaybetmeden saklayabilirsiniz.
Kristalin yapısı ve işlenme biçimi
Ne var ki kristalin “mesela” sürekli dönmesi zorunludur, bu şekilde farklı bilgi örüntülerini geri çağırabilir. Anlattığımız modeli sakın mutlak gerçek olarak algılamayın, modellemenin kısıtlılığına sahiptir, beri yandan varsa bile bugün için böyle bir kristal yapının ne olduğu bilinmemektedir. Beyinde bilinen kristal bir yapı yoktur. Ama elimizde yine de bazı özel durumlardan çıkarımlar bulunur. Bunlardan en kıymetlisi beyin omurilik sıvısı denen salgıdır. Bu salgı özel bir bileşim gösterir, sıvıdır, ama yine de “kristal” özelliğindedir. Üstelik akımı durduğunda, yani beyinde yapıldığı yerden vücuda akışı bozulursa hafızanın kaybıyla sonuçlanır. Tıp böyle durumlarda şant denen by-pass yöntemiyle hafıza kaybını kısmen engelleyebilir. Uygulamanın başarısının beyin için basıncının düzeltilmesiyle mi ilgili olduğu, yoksa gerçekten bu sıvının hafızayı tutup tutmadığı anlaşılamaz. Nitekim bu beyin araştırmalarının genel sorunudur. Müdahale sistemi değiştirir, hayvan denemeleri “olanaksıza” yakındır. Bizim konuyla ilgili bilimsel araştırma taramalarımız neredeyse “hiç araştırılmamış ya da açıklanmamış” düzeyindedir. Ama “hafıza bulutu” modeli geçerliyse bunun beyin omurilik sıvısının akışkan kristal özelliğinde olabileceğini düşünmek yine de mantıksız olmayan bir seçenektir.