Ana Sayfa Görüşler Endokrinoloji’den Tam Gün’e …

Endokrinoloji’den Tam Gün’e …

TEMD Başkanı

Prof.Dr. Ahmet Sadi GÜNDOĞDU ile paylaşım;

W- Kısaca sizi ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’ni (TEMD) tanıyabilir miyiz?

A.S.G.- İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Endokrinoloji, Metabolizma ve Diyabet Bilim Dalı öğretim üyesiyim.41 yıldır hekimlik yapıyorum.

Ülkemizde ilk Endokrinoloji Derneği 1964 yılında Prof. Dr. Suphi Artunkal başkanlığında “Türk Endokrinoloji Derneği”adı ile kurulmuştur. Çok az üyesi bulunan dernek 1964 yılında kurulan “The International Society of Endocrinology”nin kurucuları arasında yer almıştır. Türk Endokrinoloji Derneği ilk Ulusal Endokrinoloji Kongresi’ni aynı yıl yapmıştır..

1995 yılında “Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği” (TEMD) adı ile yeniden faaliyete geçen derneğimiz, ülkemizdeki tüm endokrinoloji uzmanlarını bu zeminde toplamış olup halen 450 üyesi bulunmaktadır. 1996 yılında “International Society of Endocrinology” (ISE) üyeliği yeniden aktiflenmiş, 1997 yılında ise “European Federation of Endocrine Societies” (EFES; daha sonraki adı ile “European Society of Endocrinology” ESE)’ye üye olarak kabul edilmiştir.

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’nin
Hipofiz,
Tiroid,
Diabetes Mellitus,
Osteoporoz ve Metabolik Kemik Hastalıkları,
Adrenal ve Gonad Hastalıkları,
Obezite,  Lipid Metabolizması ve
Hipertansiyon çalışma grupları bulunmaktadır.

Bu gruplar konuları ile ilgili çok merkezli araştırmalar yürütmekte, ülke genelinde kongre ve sempozyumlar ile lokalmezuniyet sonrası eğitim programları düzenlenmekte, 2006 yılından bu yana hekimlere yönelik tanı tedavi ve izlem kılavuzlarını hazırlamakta, ayrıca hastalara yönelik eğitim broşürleri hazırlamaktadırlar.

Derneğimiz, her yıl uluslararası katılımlı bir kongre ve bir mezuniyet sonrası genel endokrinoloji kursu düzenlemektedir. Son birkaç yıldır derneğimizin ev sahipliğinde Avrupa Nöroendokrin Kongresi (ENEA-2008: European Congress of Neuroendocrinology Association), Avrupa Endokrin Kongresi (ECE-2009: European Congress of Endocrinology) ve Mezuniyet Sonrası Endokrinoloji Kursu (ESE-2007) veGraves Oftalmopati Kursu (EUGOGO-2010: Turkish-EUGOGO Teaching Course On Graves’ Orbitopathy) gibi uluslararası kongre ve kurslar yapılmıştır.

Derneğimiz, Avrupa Uzmanlık Dernekleri Birliği (UEMS: European Union of Medical Specialists)’nin asosiye üyesi olup endokrinoloji ve metabolizma board sınavlarını düzenlemekte ve endokrinoloji ünitelerinin akreditasyonu için hazırlıklarını sürdürmektedir.

W- Diyabet hastalığının tedavisi-sağaltımı konusunda Türkiye’de ne düzeye geldik?

A.S.G.- Türkiye’de diyabet hastalığı son yıllarda adeta salgın derecesinde artmaya başladı.Geçen yıl sonuçları açıklanan TURDEP-II çalışması Türkiye’de diyabet sıklığının %13.7’ye ulaştığını ve diyabet nüfusunun 6.5 milyonu aştığını ortaya koydu. Diyabet o denli hızlı artıyor ki, diyabetlilerin neredeyse yarısı hastalığının farkında değil. Bununla beraber, Türkiye’de diyabetin tedavisi konusunda epeyce mesafe alınmış durumda.

Gelişmiş ülkelerde tip 2 diyabetin modern tedavisinde ne yapılabiliyorsa Türkiye’de de yapılabiliyor.Tip 1 diyabetli hastalara da -henüz araştırma safhasındaki kök hücre tedavisi ve adacık nakli dışında- her türlü tedavi sunulabiliyor.Bundan 10 yıl öncesine kadar diyabetli hastaların ortalama HbA1c’si %9-10 civarında iken bugün artık %8 civarına inmiş durumda. Diyabet ömür boyu süren kronik hastalık kapsamında alındığı için bir uzman tarafından raporlanması koşulu ile, diyabet ilaçlarının hemen tamamı ve kan şekeri ölçüm çubukları diyabetlilere ücretsiz olarak sağlanabiliyor.

W- Basında gündemde kalan nişaşta şekeri vb. konularda derneğinizin düzenlemeler konusunda bakanlığa girişimleri oldu mu?

A.S.G.- Nişasta Bazlı Şekerler (NBŞ) mısırdan elde edilen ve vücutta yüksek miktarda fruktoza dönüşen şekerlerdir.NBŞ, 1970’li yıllarda bulunmuş olup 1980’li yıllardan beri ucuzluğu nedeniyle alkollü ve alkolsüz içecekler, meyva suyu ve kolalı-gazlı içecekler, şekerlemeler ve şekerli maddeler, unlu mamüller, reçel, lokum, baklava, helva, bisküvi, dondurma, sakız gibi ürünlerde kullanılmaktadır.Ancak gelişmiş ülkelerin son 15-20 yılda karşılaştığı obezite salgını ile mısır kaynaklı NBŞ kullanımı arasında ilişki olup olmadığı araştırılmaya başlanmıştır. Doyma hissi oluşturmaması ve vücutta yağ depolanmasını attırması bu konuda sorumlu olduğunu düşündüren başlıca mekanizmalar olarak ileri sürülmüştür. Bu nedenle ABD, Hollanda, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde NBŞ üretimine kotakonulmuş ya da NBŞ kullanımına sınırlama getirilmiştir. Ülkemizde ise Sağlık Bakanlığı Mart 2011’de NBŞ konusunda bir Bilim Kurulu oluşturmuş ve halk sağlığı açısından konuyu tartışmaya başlamıştır.Bilim Kurulu’nda derneğimizden temsilciler bulunmaktadır. Konu, ayrıca derneğimizin ve Diabetes Mellitus Eğitim ve Çalışma Grubu’muzun çeşitli toplantılarında tartışmaya açılmıştır.

W- Diyabet tedavisinde yeni gelişmeler var mı?, güncel tedavi yaklaşımı nasıl olmalı?

A.S.G.- Son birkaç yıldan beri tip 2 diyabet tedavisinde yeni bir yaklaşım söz konusu. Artık alışılagelmiş basamaklı diyabet tedavisi yerine erken-agresif tedavi yaklaşımı tercih ediliyor.Diyabeti olabildiğince erken dönemde tanılayıp sağlıklı yaşam tarzı yaklaşımı ile eş zamanlı olarak, hakim olan patolojiye göre tedavi etmeyi hedefliyor ve ilk 6 ay içinde iyi glisemik kontrol sağlamaya çalışıyoruz. Bir antidiyabetik ilacın yeterli olmadığı koşulda fazla oyalanmadan patogenezi tamamlayıcı başka ilaç(lar) ya da insülin eklemekten  çekinmiyoruz. Böylece diyabete bağlı komplikasyon riskini azaltmayı hedefliyoruz.

Tip 1 diyabette ise normal fizyolojiye uygun bazal-bolüs insülin tedavisi ve uygun vakalarda sürekli ciltaltı insülin pompası tedavileri ile daha iyi glisemik kontrol sağlanabiliyor.

W- Tedavide kullanılan insülin ve oral antidiyabetikler içinde öne çıkan sınıf-etken madde var mı?

A.S.G.- Yeni geliştirilen ilaçlar sayesinde diyabette tedavi seçeneklerimiz son yıllarda epeyce arttı. Eskiden diyabet patogenezinde gözardı etmek zorunda kaldığımız bazı sorunları çözmeye yönelik DPP-4 inhibitörleri ve GLP-1 analogları gibi yeni ilaç grupları; ayrıca insülin tedavisini normal fizyolojiye daha uygun ve esnek hale getiren yeni analog insülinler kullanıma sunuldu. Etkili diyabet tedavisinde kilo alımı ya da hipoglisemi riskinin kaçınılmaz olduğu konusundaki öngörülerimiz yavaş yavaş değişmeye başladı.Ancak yine de metformin baştacı ilacımız olarak önemini koruyor. Ayrıca günümüzün sulfonilüre grubu ilaçları da hem uzun deneyim süresi hem düşük maliyeti hem de eskisi kadar güçlü hipoglisemi riski oluşturmamaları nedeniyle daha uzunca bir süre kullanılacak gibi görünüyorlar. Öte yandan ciddi insülin direnci olan bazı hastalarda pioglitazonun etkinliğinden vazgeçemeyeceğimizi biliyoruz.Gebelik sırasında insan insülinleri en azından yasal olarak en güvenli insülinler olarak karşımızda duruyor. Görüldüğü gibi her hastayı bireysel olarak ele alıp gereken her türlü ilacı kullanmak, en mantıklı yaklaşım olarak önemini koruyor.

W- İthal sağlık personelinin özel ünitelerde çalışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

A.S.G.- Bilindiği üzere Sağlık Bakanlığımız bir süre önce ülkemizde yeterli sayıda olmadığı düşünülen hekim ve hemşire gibi sağlık personelinin yurt dışından getirilerek çalıştırılabileceği yönünde bir karar aldı. Bu karar her ne kadar halk yararına gibi görünse de gelecek sağlık personelinin ne derece yararlı olabileceği yönünde tartışmalar sürüyor. Gelecek sağlık personelinin diplomalarının YÖK tarafından tanınması ve Türkçe bilmesi koşulu getirileceği söyleniyor. Öyle olsa bile, yaşam tarzımıza, gelenek göreneklerimize, kısacası Türk sosyo-kültürel yaşamına yabancı bir kişinin halkın sağlık konusundaki beklentilerini ne kadar karşılayabileceği konusunda ciddi kuşkularımız var.

W- Size göre Tam Gün ile amaçlanan ne idi ve istenilen sonuç alınmış denilebilir mi?

A.S.G.- Bize göre Tam Gün yasası ile halkın hekime erişiminin kolaylaşması ve herkesin eşit ölçüde kaliteli sağlık hizmeti alması amaçlanmıştı.Görünürde hekime ulaşılabilirlik ve halkın memnuniyeti arttı deniyor.Halk eski SSK ve Devlet Hastanesi kuyruklarından bıkmıştı. Şimdi Aile Hekimine ulaşması çok kolay, hatta makul  randevu sistemi ile ikinci basamak sağlık kurumlarına daha kolay başvurabiliyor.

Ortalama bir hastaya buralara başvurması ve ilaçlarını kolaylıkla alması yetiyor.Ancak kaliteli sağlık hizmeti alabiliyor mu? Bu konuda ciddi sorunlar var. Hekim hastasına yeteri kadar zaman ayırabiliyor mu? SGK kayıtlarına göre bu süre 5-8 dakika civarında; bu süre içinde hekim hastasını dinleyecek, muayene edecek, tetkik isteyecek ve tedavisini yazacak ve ilaçları tarif edecek (!). Bu sistem ile hem istenen tetkik sayısının hem de yazılan ilaç adedinin artması kaçınılmazdı, ki bu durum bütçeden sağlığa ayrılan payın kısa zamanda tükenmesine yol açtı. Şimdi hem laboratuvar tetkiklerine sınırlama getirilmeye hem de yazılan ilaç sayısı arttıkça hastadan katılım payı alınmasına yönelik yeni düzenlemeler yapılıyor.

Öte yandan kısa bir süre sonra SGK ile anlaşmalı özel hastaneler konusu gündeme geldi.Önceleri bu hastanelerde halktan fark alınmayacağı söylenirken giderek esnek kurallar getirildi, bugun artık önemli ölçüde farklar alınıyor.

Bu konuda büyük şehirlerdeki devlet üniversitelerinin tıp fakültelerinde ya da eğitim-araştırma hastanelerinde çalışan öğretim üyeleri çok ciddi sıkıntıya sokuldu.KHK ile serbest çalışmaya getirilen sınırlamalar ve kurum içinde çıkarılan engeller nedeniyle konusunda yetkin, belirli seviyeye ulaşmış çok sayıda öğretim üyesi ya ücretsiz izine çıkmak ya da erken emekli olmak zorunda kaldı. Bir anlamda devletin olanakları ile yetişen bu kişiler özel/vakıf üniversiteleri ya da hastanelere adeta karşılıksız birer armağan olarak sunuldu.Az sayıdaki idealist öğretim üyesi ise ister istemez muayenehanesini kapatmak, alet/eşyalarını dağıtmak, planlamadığı halde çalışanlarına toplu kıdem tazminatı ödemek zorunda kaldığı için bir de mali sorumluluk altına girdi.

Bu arada özel ve vakıf üniversitelerinin tıp fakültelerinde çalışan uzman ve öğretim üyeleri için adeta ayırımcılık uygulanıyor. Çünkü bu kurumlarda çalışanlara muayenehane yasağı getirilmediği anlaşılıyor.Ayrıca üniversitelerin bilimsel işbirliği anlaşmaları adı altında bazı özel üniversite ya da vakıf hastaneleri ile anlaşmalar yaptığı ve bazı (!) çalışanlarının bu kurumlarda mesai saatleri içinde, geliri döner sermayeye yatırılmak koşulu ile çalışmasına izin verdiği anlaşılıyor.

W- Performans sistemi hakkındaki kritiğinizi alabilir miyiz?

A.S.G.- Performans sistemi ilk bakışta hekimlerin gelirlerini arttırmış gibi görünse de hekimleri daha kısa sürede daha çok sayıda hasta bakmaya, belki de gereksiz tekik istemeye ya da gereksiz müdahaleler yapmaya yönelttiği için mahzurları kısa sürede görülmeye başladı.Bu arada aynı kurum içinde çalışanlar arasında çalışma barışını bozduğunu, ayrıca eşdeğer özellikleri olan personelin gelirlerinin kurumdan kuruma çok değişebildiğini duyuyoruz.

Diğer taraftan performans sisteminin adeta kendi yağı ile kavrulmaya terkedilen büyük şehirlerdeki bazı üniversitelerde ise büyük sıkıntılara yol açtığı kesin.Çoğu kez bina, donanım, araç/gereç ve yardımcı personel eksiği ile çalışan; aynı zamanda öğrenci, asistan, uzman eğitimi ile uğraşan, araştırma yapan ve bu arada kendisini de sürekli geliştirmek zorunda olan öğretim üyeleri bir de performans sistemi içinde daha çok hasta bakarak geçiminin bir kısmını buradan sağlamak zorunda bırakılıyor.Bu kişilerin hemen her yerden sevk edilen özel ve güç vakaları çözmek için harcadıkları zaman ve emek göz ardı ediliyor. Sizce bu büyük bir haksızlık değil mi?

W- 14 Mart mesajınızı alabilir miyiz?14 Mart’ın anlamı yıllar içinde değişti mi?

A.S.G.- II. Mahmut döneminde,14 Mart 1827 tarihinde Şehzadebaşı’ndaTıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla ilk cerrahhanenin kurulması, Türkiye’demodern tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul edilir. Okulun kuruluş günü olan 14 Mart, “Tıp Bayramı” olarak kutlanmaktadır.

İlk kutlama, 1919 yılının 14 Mart’ında işgal altındaki İstanbul’da gerçekleşmiştir. O gün, tıbbiye öğrencileri işgali protesto için toplanmış ve onlara devrin ünlü doktorları da destek vermişti. Böylece tıp bayramı, tıp mesleği mensuplarının yurt savunma hareketi olarak başlamıştır.

“Tüm vatandaşlarımızın modern sağlık hizmetlerinden insan onuruna yakışır ve eşit bir şekilde faydalanması; tıp camiasının değerli mensuplarının hak ettikleri onurlu yaşam  standartlarına ulaşması; üniversite ve eğitim-araştırma hastaneleri başta olmak üzere, sağlık kuruluşlarımızın en küçüğünden en büyüğüne fiziki şartlarının modern bir yapıya kavuşturlması ve sağlıktaki sorunların düzelmesi dileğiyle; tüm meslektaşlarımızın ve sağlık çalışanlarının 14 Mart Tıp Bayramını en içten dileklerimle kutlar, saygılar sunarım”.

W- Değerli hocam paylaşımınız için çok teşekür ederim.