TÜRKİYE BİYOETİK DERNEĞİ Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Neyyire Yasemin YALIM ve Uzm. Dr. Emine TOPÇU ile Tıp Etiği konusunda söyleşiye devam ediyoruz:
W- Gen teknolojisinin tıp alanındaki insan sağlığına ait başarılı uygulamaları da var. Gen probları geliştirilerek DNA düzeyinde çalışılan ilk gen hemoglobin genidir. Bunu takiben talasemi, faktör IX eksikliği (hemofili B), faktör VIII eksikliği (hemofili A) ve antitrombin II eksikliğinin rutin genetik antenatal tanısı için problar geliştirilmiştir. Fakat bu araştırmalar öncelikle gen kirliliği yaratmaktadır. Kullanılan araç, gereç, malzeme ve canlı organizmalar doğanın dengesinin bozulmasına, anormal görünümlü canlı oluşmasına yol açacak bir potansiyele sahiptir. Bu duruma bakışınız nedir?
E.T.- Edebiyat ve sinemanın distopik/ütopik eserlerinde bu konular bolca yer almaktadır. Anormal görünümlü canlılar, pek çok kalıtsal ve metabolik hastalığa sahip olan transgenik canlı mevcuttur. Filmlerde bu canlılar yaşar ve biz görürüz, Genetik araştırmalarda ise bu canlıların yaşamasına izin verilmediği belirtilmektedir. Anormal görünüm ve tehlikelerin dışında olumlu pek çok gelişmeye de tanıklık ettik genetik çalışmalar sayesinde, ama her bir gelişmenin yanlış kullanımları söz konusu oldu. Ayrıca her konu değişik bakış açıları ile tartışıldı. Gen teknolojisinin sağladığı olanaklarla vücuda virüs verilmeden antikor üretmek mümkün olmuştur. Böylece vücut virüsün yan etkilerinden korunabilmektedir. Tıpta; pıhtılaşma bozuklukları, lösemi gibi hastalıkların teşhis ve tedavisinde enzimlerden yararlanılmaktadır. Bu enzimlerin elde edilmesi biyoteknoloji sayesinde olmuştur. Biyoteknolojinin katkıları arasında insülini de sayabiliriz, bakteri DNA’sı yardımıyla insülin hormonu bol miktarda ve ucuza üretilebilmektedir. İnsan büyüme hormonu da bu yolla üretilmektedir. Fakat büyüme hormonunun ticari amaçlarla tedavi dışında kullanıldığı durumlar söz konusudur. Kök hücre ile pek çok hastalığın tedavisi konusunda araştırma ve uygulamalar yapılmaktadır. Ama neredeyse her çalışma için yüzlerce farklı deneme yapılmakta, hemen her çalışmada genetiği değiştirilmiş yapılar söz konusu olmaktadır. Kök hücre çalışmaları ve klonlama uygulamalarında kişilerin bilgisi olmaksızın materyal toplanmakta, anomaliye sahip sayıca bir hayli fazla embriyo, cenin üretilmekte, aksaklıklar belirlendiğinde ya da kullanılmayacaklarında yok edilmektedir.
Embriyonun ahlaki statüsünü, insanın ahlaki konumunu ve değerini düşünmeden, etik kaygıları dikkate almadan bu uygulamaların yapıldığını söylersek haksızlık etmiş sayılmayız. Üremeye yardımcı teknolojiler ile insanlar sadece çocuk sahibi olmamakta, bazen hangi cinsiyetten çocuk sahibi olacaklarını belirlemekte, ayrıca hasta çocuklarını iyileştirmek için kullanılacak olan “kurtarıcı kardeş”ler dünyaya getirmektedirler. Açlığı ve kıtlığı önlemek amacı ile yapıldığı söylenen GDO çalışmalarının üzerinden yıllar geçmesine rağmen, dünyanın bir bölümünde besin israfı ve obeziteden yakınılırken dünyanın başka bir tarafında da açlıktan insanların öldüğüne tanık olmaktayız. Virüslerin, bakterilerin, bitki ve hayvanların genetiğini değiştirirken de çevreye ve insanlara ne gibi zarar verilebileceğinin düşünülmediğini, etik tartışmaların laboratuvarlar içine giremediğini söyleyebiliriz.
Genetik bilginin ve biyoteknolojinin kullanılması kaçınılmazdır. Burada önemli olan ne amaçla kullanıldığı, etik değerlendirme yapılıp yapılmadığıdır. Etik sorunları etik ikilemleri farketmek, etik çözümleme yapabilmek ve çözüm üretebilmek için etik eğitimi şarttır. Etik farkındalık ve etik duyarlılık kazandırmak üzere yapılan eğitimler sayesinde bilim insanları, ticari firma yetkilileri, yasa koyucular ve toplumun etik kaygılar güderek hareket etmeleri söz konusu olur. Etiğin insanı bilimden, bilimi insandan korumak için ne denli hayati bir unsur olduğunun bilinmesi anlamına da gelmektedir bu. Etik bilinç oluştuğunda insanlar maddi kazanç ya da merakı her şeyin önüne koymayacaklardır. Bir etik ikilemle karşı karşıya kalındığının farkına varılacaktır ve konu hakkındaki etik görüşler değerlendirilerek, etik kurullara başvurularak ve etik danışmanlık alınarak en doğru karar verilmeye çalışılacaktır.
W – Aynı şekilde biyoteknolojik ilaçların dünyada ve ülkemizde hızlı bir yükselişi var; yeni ilaçların üretilmesi, tedavi ya da deneysel amaçlı hormon, vitamin ve antibiyotikler gibi moleküllerin elde edilmesi, zarar görmüş dokuların işlevselliğini sağlayacak olan yapay dokuların yapılması ve hasarlı genlerin onarımlarını hedefleyen gen terapileri gibi uygulamaları içermektedir. Gen aktarımı yöntemleri sayesinde, kendi türü haricindeki bir türden bir gen parçası aktarılarak genomu değiştirilmiş olan ve bu özellikleri fenotipinde sergileyen “transgenik organizmalar/canlılar”. Gen aktarım teknikleri ile elde edilen canlıların tıp alanındaki kullanımları ve bu kullanımın etik açıdan değerlendirilmesi yapıldı mı? Sizin bu konudaki düşüncenizi alabilir miyim?
E.T. – 1973’te yabancı gen taşıyan ilk canlı E. Coli oldu, 1974’te farklı bir gen fareye aktarıldı. 1970’li yıllarda genetiği değiştirilmiş organizmalar ve transgenik canlılarla ilgili ilk etik tartışmalar yürütülmeye başlandı. Bu tartışmalar genel olarak, sağlık açısından risk taşımıyorsa uygulanabilir olduğu görüşü üzerine yoğunlaşmıştır. Transgenik canlılarla ilgili asıl endişelerin baş göstermesi ve tartışmaların yaşanması ise beslenmemizde yeri olan hayvanlar üzerinde bu çalışmaların yapılması ile 1990’larda olmuştur. Aslında o döneme kadar gıda ve ilaç sektörüne transgenik canlılar girmişti. 1990’da farklı proteinler üreten, yani farklı gen ifadesini sağlayan inek ve boğalar üretildi. 1996’da ise Dolly; yetişkin bir canlının klonlanarak kopyasının geliştirilmesi ile etik tartışmaların odağı haline geldi.
Genetiği değiştirilmiş bitkisel ürünler soframızdadır; hayvansal ürünler tıpta kullanılmaktadır. Bakteri, maya ve küf gibi genetiği değiştirilmiş canlılar özellikle gıda destekleyicileri olarak kullanılmaktadırlar. Aşı ile ilgili çalışmalar genetiği değiştirilmiş organizmalar çevresinde yoğunlaşmaktadır. Özellikle kanser çalışmaları, mekanizmaları anlamak ve çözüm getirmek açısından insanlarda yapılamayan veya yapılsa da uzun süren ve risk içeren çalışmalar, insanlara özel durumların hayvanlarda sağlanması ile transgenik canlılar üzerinde yapılmaktadır.
Transgenik canlılar ile ilgili etik tartışmalar daha çok insan sağlığı ve güvenliği konularında yapılmaktadır. Sağlık riskleri, çevresel değişimler, GDO kullanımın ekonomik nedenlerle hiç sorgulanmadan her alanda yaygınlaşması, psikolojik ve sosyal değişimler, hukukun bu değişimlere ayak uyduramayabileceği gibi kaygılar tüm dünya genelinde tartışılmaktadır. Ürünlerin insan sağlığını tehdit eden bir etki gösterip göstermeyeceği, in vitro koşullarda gerçekleştirilen türler arası gen aktarımlarının insan kontrolünden çıkıp gerçekleşmesinin mümkün olup olmayacağı soruları çerçevesinde tartışmalar yürütülmektedir. Besinlerin adaletli ve eşit paylaşımı ile zaten açlığın ortadan kalkacağını, GDO’nun aslında tamamen ticari kaygılarla yapıldığını, insan sağlığını tehlikeye düşürebilecek ürünlerin açlığın önlenmesi önermesi ile ahlaken haklı çıkarılmaya çalışıldığını öne sürenlerin iddiaları ikna edici kanıtlarla reddedilememektedir. Etik konulara insan merkezli değil, doğa merkezli yaklaşılması gerektiğini savunanlar, hayvan hakları savunucuları ise insan için tüm canlıların hiç düşünülmeksizin kullanılmasının yanlış olduğunu, ayrıca çevre değişimlerinin insan da dahil olmak üzere tüm canlıları tehdit ettiğini giderek daha yüksek sesle dile getirmektedirler.
W -Özellikle DNA üzerinden yapılan çalışmalarda belirgin bir kontrol sağlamak zordur. Bu anlamda gizli yapılan çalışmalarla bu konuda aşamalar kaydedilmesi de mümkündür. Belki de asıl tehlike buradadır. Bu çalışmaların sıkı kontrolü yapılmakta mıdır? Mevzuat ve denetleyecek kurum-kişiler yeterli midir?
devam edecek……….