Görünüşe göre Çin’deki araştırmacılar, ilk “değiştirilmiş bebeğin” doğumuna olanak sağladılar. Aslında bebekler desek daha doğru olur, çünkü bunlar ikiz kız bebekler. Bebeklerin genetik yönden HIV’e karşı dirençli olması bekleniyor.
Ozan Zaloğlu/Popular Science
Bu embriyoları oluşturan ve Harvard’dan George Church gibi bazı Amerikalıların da içinde bulunduğu bilim insanları, hastalığa dirençli bir çocuk dünyaya getirmenin iyi niyetli bir şey olduğundan bahsediyorlar.
Böylesine iyi hedeflere kim hayır diyebilir?
Fakat, bu işi tek genle yapabiliyorsanız, günün birinde bütün genlerle yapabilirsiniz; eğitim düzeyiyle bağlantılı genler gibi.
Çin’de yapılan bu araştırmayı öven insanlar, insanlardaki gen düzenlemesinin sadece iyi amaçlar doğrultusunda yapılmasını sağlayacak hiçbir işleyiş, kural veya düzenlemeden bahsetmiyorlar.
Eski bir özdeyişin dediği gibi, “Cehenneme giden yol, iyi niyetlerle döşelidir.”
Araştırmalarımı, 20 yıldan uzun bir süre, insanlardaki gen düzenlemesi ve diğer biyoteknolojilerhakkında yapılan tartışmalara odakladım. Bu tartışmaların gelişimini izledim fakat son zamanlarda gerçekleşen ilerlemelerin hızı, beni şaşkına çevirdi.
Çinli bilim insanı He Jiankui, Çin’deki kısırlık tedavisi esnasında, yedi çift için embriyo değiştirdiğini iddia etti.
Kendisinin amacı, HIV virüsünün bir hücreye girmesine olanak sağlayan bir geçit proteinini kodlayan geni etkisiz hale getirmekmiş. Bu embriyolardan iki tanesi bir kadında gelişmiş ve kadın bu ay, tek yumurta ikizi olmayan ikiz kız çocuğu dünyaya getirmiş. Jiankui’ye göre bu çocuklar HIV’e karşı dirençli olacaklarmış.
Gizlilik kararı alındığı için, Jiankui’nin iddiasını doğrulamak zor. Söz konusu araştırma, hakem denetimli bir bültende yayınlanmadı, ikizlerin ebeveynleri basına konuşmayı reddetti ve kimse, Jiankui’nin söylediklerinin doğru olduğunu kanıtlamak için kızların DNA’sını test etmedi.
Fakat şimdilik daha önemli bir şey var; o da, bu özelliği kendi nesillerine aktarabilen gelişmiş insanlar meydana getirmeye çalışan bilim insanlarının olması.
Anahat ve reform öjeniği
“İyileştirilmiş” bir insan türü meydana getirmek, öjenikçilerin (genetik ıslah bilimcilerin) uzun süredir hayalini kurduğu bir şeydi. Genetik ıslah biliminin anahattında ve eski kafalı olan türünde, üstün özelliklerin belirli ırklarda, etnik kökenlerde ve özellikle İngiltere’de sosyal sınıflarda bulunduğu varsayılmıştı.
Bu mantık; Nazilerin, bazı etnik grupların genetik bakımdan diğerlerinden üstün olduğuna ve “aşağı derecede” olanların ise öldürülüp tamamen yok edilmesi gerektiğine karar verdiği, Holocaust soykırımıyla sonuçlandı.
Holocaust’ın açığa çıkması, anahat öjeniği ortadan kaldırdı fakat 1950’lerde, bir “reform” öjeniğiortaya çıktı. Bu öjenik şekli, “üstün niteliklerin” bütün etnik gruplarda bulunuyor olabileceğini varsaymıştı.
Tüm olması gereken, bu üstün insanların daha fazla çocuk yapmasını sağlamak ve aşağı özelliklere sahip olanları da üremekten vazgeçirmekti. Bunu yapmanın kolay olmadığı ortaya çıktı.
Fakat 1950’li yılların başlarında, Francis Crick ve James Watson, DNA’nın kimyasal yapısını keşfetti. Bu keşif, insanların genlerinin, üreme hücrelerinin kimyasal yönden değiştirilmesiyle iyileştirilebileceğini öne sürüyordu.
Önde gelen biyologlardan Robert Sinsheimer, 1969 yılında yazdığı bir yazıda, zamanın yeni genetik teknolojilerinin “yeni bir öjeniğe” olanak sağladığını belirtmiş ve tipik bir cevap vermişti.
Sinsheimer’a göre eski öjenik, uygun bireylerin seçilerek çoğaltılmasını ve uygun olmayanların ıskartaya çıkarılmasını gerektiriyordu.
“Yeni öjenik, prensipte bütün uygun olmayanların en yüksek genetik seviyeye evirtimine olanak sağlayacak … çünkü, hayal bile edilemeyen yeni genler ve yeni nitelikler oluşturma potansiyelimiz var.”
Gen düzenleme tartışmasının kaygan yokuşu
İnsanlarda gen düzenleme üzerine yapılan çağdaş ahlakî tartışmalar, bu çağın başına kadar gidiyor. Tartışma, kesin olarak kaygan bir yokuş şeklinde oluşmuş.
Yokuşun başında, tıpkı orak hücre anemisini düzeltmek gibi; gen düzenleme faaliyetinin su götürmez bir biçimde faziletli olması yer alıyor. Bu, çoğu insanın atmaya istekli olduğu bir adım. Ancak yokuş kaygan.
Sağırlık gibi, ölümcül olmayan diğer özellikleri değiştirmenin, eşit ölçüde kabul edilebilir olmadığını söylemek çok zor. Bir geni nasıl değiştireceğinizi çözdüğünüz zaman, işlevi ne olursa olsun herhangi bir geni de değiştirebilirsiniz.
Eğer orak hücreyi düzeltebiliyorsak, neden sağırlığı veya geç başlangıçlı kalp hastalığını ya da “normal” zeka eksikliğini; ya da dibe doğru yaklaştıkça, üstün zeka eksikliğini düzeltmeyelim?
Yokuşun dibinde, kimsenin boylamak istemediği distopik bir dünya bulunuyor. Bu dünya, genelde; insanların hayatlarına ve sahip oldukları fırsatlara onların genetik kökenlerinin karar verdiği, nesillerin topyekûn genetik denetimine dayanan bir toplum şeklinde tasvir ediliyor.
Günümüzde bu yokuşun dibi, 1990’ların sonlarında çıkan Gattaca filmiyle temsil ediliyor.
Yokuşa adım atmak
1970’li yıllarda, aslında tartışmada yer alan herkes yokuşa ayak basmış ve bedensel gen terapisini uygun bulmuştu; bu strateji, yaşayan insanların vücutlarındaki genetik hastalıkları düzeltmeyi ve böylelikle, genetik değişimlerin gelecek nesillere aktarılmamasını kapsıyor.
Ahlakî gen düzenleme tartışmasına katılanlar, bu yokuşa adımlarını atmıştı çünkü; gelecek nesle aktarılan DNA’nın değiştirilmesine karşı güçlü bir standart oluşturup, herhangi muhtemel bir kaymayı önlediklerinden emindiler: Bunun adı ise, germline duvarıydı.
(Germline, sadece değişimin gerçekleştirildiği kişiyi değil; bu kişinin neslini de etkilemek anlamına geliyor.)
Bedensel değişimler tartışılabilir, fakat araştırmacılar, insanların kalıtımını değiştirirken duvarın ötesine geçmeyecekti; yani öjenikçilerin uzun süredir arzuladığı üzere, insan türünü değiştirmeyeceklerdi.
Cehenneme giden yolda bulunan ve geçilebilir olduğu ortaya çıkan bir başka engel ise, hastalıkları önlemek ve bir bireyi geliştirmek arasındaki duvardı.
Bilim insanları, orak hücre hastalığı gibi genetik hastalıklardan kaçınmak amacıyla genetik düzenlemeyi kullanmayı deneyebilirlerdi fakat bunu, “gelişmiş” insanlar meydana getirmek için yapamazlardı.
Çinli bilim insanlarının bu son faaliyetleri, hem germline hem de gelişme duvarlarının üzerinden atlıyor. Bu, insanlardaki germline gen düzenlemesi konusunda bilinen ilk faaliyet.
Bu ikiz kızlar, yeni bulunan HIV dirençlerini kendi çocuklarına aktarabilirler.
Ayrıca bu eylem, her ne kadar bulaşıcı bir hastalıkla mücadele adına yapılan bir geliştirme olsa da; orak hücre anemisi gibi genetik bir hastalıktan kaçınmayı değil, gelişmiş bir insan oluşturmayı amaçlıyor.
Yeni bir duvar gerekiyor
İnsanlardaki gen düzenleme tartışmasının ilk yıllarından farklı olarak, bu uygulamaların nerede son bulacağına dair hiçbir savunma yapılmıyor.
Çinli bilim insanlarının gen düzenleme kullanmasını savunanlar, yokuşun aşağısında yer alan bir duvar göstermiyorlar. Eğer gösterselerdi, bu duvarı kullanıp; muhtemelen faydalı olan bu uygulamaya izin verdiğimiz için, sonunda kendimizi yokuşun dibinde bulmayacağımızı düşünebilirdik.
Birçok bilim insanı, yokuşun kabul edilebilir kısmındaki “hastalık” uygulamaları ve kabul edilemez kısmındaki “geliştirme” uygulamalarıyla birlikte bir duvar inşa edilebileceğini düşünüyor gibi görünüyor.
Ancak insanların “hastalıkları” tanımlama şekli, herkesin bildiği üzere değişken bir şey. İlaç şirketleri sıklıkla, sosyologların tıbbileştirme* olarak tanımladığı bir süreçle, tedavi edilecek yeni hastalıklar çıkarıyorlar (*her türlü sağlık problemini ilaç kullanarak giderme eğilimi). Dahası, sağırlık bir hastalık mıdır?
Sağır olan pek çok insan böyle olduğunu düşünmüyor.
Ayrıca, hastalıkları tanımlama konusunda sadece tıbbi mesleğe güvenmemeliyiz; çünkü bazı doktorlar, geliştirme denirse daha uygun bir biçimde tanımlanabilecek olan faaliyetler yürütüyorlar (plastik cerrahiyi düşünün).
ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin geçenlerde yayınladığı bir raporda, hastalık ile geliştirme arasındaki ayrımın tamamen birbirine karıştığı sonucu çıkmış.
Bu yüzden, geliştirilmiş ilk bebeği savunan ve bunun ahlakî bakımdan iyi bir şey olduğunu söyleyen bilim insanları haklı olabilseler de; önceki tartışmacılardan farklı olarak, bu yeni ve kaygan yokuşta emin şekilde yürümemizi sağlayacak hiçbir duvar veya engel vermiyorlar.
He Jiankui’nin yaptığı gibi, “daha sonra ne yapılacağına toplumun karar vereceğini” söylemek veya Harvard Üniversitesi’nde çalışan George Church gibi; bir sınır belirlemeden araştırmanın “mazur görülebilir” olduğunu söylemek, sadece sorumluluktan kaçmaktır.
Sorumlu bir tartışmanın yürütülebilmesi için, katılımcıların yalnızca bu geliştirme faaliyetiyle ilgili kanılarını değil; nereye duvar koyacaklarını ve daha da önemlisi, bu duvarın gelecekte nasıl devam ettirileceğini belirtmesi gerekiyor.
John Evans, California San Diego Üniversitesi‘nde Sosyoloji Profesörü.
Genetik uygulamaların meşruluğu!…. Nazi dönemi “öjeni” fikri ?….