W- Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Harun Raşit Uysal ile Gıda Sektörü hakkındaki görüşlerini alacağız
Covid-19 salgını sizce hangi sektörleri öne çıkardı.
HRU-Yeni tip koronavirüs (kovid-19) salgını bilim ile sağlık ve gıda tedarikinin yapıldığı tarımın ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
Hastalığa yeni tip bir kovid-19’un neden olduğunu bizzat laboratuvarda saptayan bilim oldu. Arından aşı çalışmaları şu anda hızla yine laboratuvarlarda yapılıyor ve diğer hastalıkların olduğu gibi bunun da aşısı yakında bulunacak. Atatürk’ün dediği gibi “hayatta en hakiki mürşit ilimdir ve fendir” Bu sözün de ne kadar geçerli olduğu inşallah anlaşılmıştır.
Kovid-19 ile öne çıkan bir diğer sektör de sağlık sektörü oldu. Doktorlar, hemşireler, sağlık tekniker ve teknisyenleri ile diğer sağlık çalışanları cephenin en önünde savaşıyorlar. Şimdiye kadar dünyada dikkate çeker sayıda sağlık personeli hastalık nedeniyle öldüler ve bulaşma vakası da binlerle ifade ediliyor.
Diğer yandan sağlık sektörü sosyal devlet anlayışında olan ülkeler bunu daha kolay atlatıyorlar. ABD gibi özel sağlık sisteminin olduğu ülkeler tam anlamıyla şoka uğramış durumdalar. İspanya hemen hastaneleri özelleştirdi. Özellikle kamucu yaklaşımın ne kadar önemli olduğu pandemi ile daha fazla ortaya çıktı. İnşallah ders almışlardır.
W-Gıda tedarikinin sağlandığı tarım sektörünün durumu?
HRU-Salgın insanların yiyeceklerini karşılandığı tarım sektörünün de ne kadar stratejik olduğunu ortaya koydu. Türkiye’de ilk kovid-19 vakası görüldüğünde ve ilk sokağa çıkma yasağı getirildiğinde insanlar ilk olarak sağlık ürünleri, temizlik ürünleri ve gıda raflarını boşalttılar. Sağlık ürünleri ile temizlik ürünleri dayanıklı, dolayısıyla depolanmaya uygun oldukları halde, gıdaların raf ömürleri çok daha kısa. Raf ömürleri bitince tüketici yenilerini almak durumunda. Yani gıdada sürekli bir talep bulunuyor. Çünkü günde en az bir kez yemek zorundalar.
Burada hemen tarımsal ürünlerin tarlada/ahırdan-tüketiciye doğru seyahat ettiği gıda tedarik zinciri ile ilgili büyük bir parantez açmak istiyorum.
W-Ziraat Mühendislerinin durumu nedir?
HRU-Doğru bir hamleyle bitkisel ve hayvansal faaliyetlerde bulunan çiftçiler ve gıda sektöründe çalışanlar ile veteriner hekimler sokağa çıkma yasağından muaf tutuluyorlar. Ancak mesleği bitkisel üretim ile hayvan sağlığı dışında hayvansal üretim olan ziraat mühendisleri bu kapsam dışında tutuluyorlar. Halbuki ziraat mühendisleri ve gıda mühendisleri hem verimli üretim hem gıda güvenliği hem de gıda tedarik zincirinin önemli halkaları ve nu meslek gruplarının da sokağa çıkma yasaklarından muaf tutulmaları gerekiyor.
W-65 yaş üzerindeki çiftçiler…
HRU-Yine köylerde ekip-biçme yapanların 55 yaş üstü olduğunu ve 65 yaş üzerinde üretim yapan çok sayıda çiftçi olduğunu düşündüğümüzde gıda tedariki için bunların ne kara önemli olduğu ortaya çıkıyor.
Köyde yaşayıp da ekim-dikim yapanların bu yasaktan muaf tutulmaları gerekiyor. Tarım ve Orman Bakanı Sayın Pakdemirli 26 Mart’ta verdiği bir beyanatta 65 yaş üstü çiftçilere bağ, bahçe ve tarlasında üretimle ilgili iş ve işlemlerini yapabilmeleri için esneklik sağlanması için gerekenin yapılmasını son derece doğru bir yaklaşımla istedi.
W-Aile çiftçiliği ve covid-19 arasındaki ilişki nedir sizce?
HRU-Dünyadaki tarımın yavaş yavaş büyük şirketlerin eline geçtiği, bu çiftliklerde endüstriyel tarım yapılarak gıda güvenliğinin tehlikeye atıldığı, tarım kesiminin küçük aile işletmeleri kısmının ekonominin dışına çıkarılmaya çalışıldığı düşünen herkes tarafından biliniyor artık.
Tarım topraklarının büyük şirketlerin eline geçmesi yeni değil. Sadece son yıllarda daha fazla ivme kazanan bir durum. Genellikle gelişmemiş ülkelerdeki verimli arazilere göz dikiliyor. Söz konusu ülkelerde yaşayanların fakirliğinden yararlanarak genellikle topraklar kiralanıyor bazen de satın alınıyor. O ülkelerde tarıma uğraşanlar üretici fazdan tüketici fazına geçiriliyorlar. Yani ellerinde gıda egemenlikleri yok ediliyor.
Endüstriyel tarım, gelenekselden farklı olarak, karı maksimize eden, gıda güvenliğini ikinci plana atan bir tarım şekli. Şimdilerde önlem alınmaya başlanmakla birlikte, yıllarca vahşi sulama ile tuzluluğa, tarımsal ilaçlar ve verim arttırıcı suni gübreler ile çevre kirliliğine yol açıyorlar.
Tarımda “yeşil devrimler” olarak sunulan verimli tohumlar ve GDO’lu bitkiler yöreye, coğrafyaya, havaya, susuzluğa adapte olmuş yerel bitkilerin yerini almaya başladı. Bu da birçok yerel çeşitlerin ortadan kalkmasına neden oldu. Hatta bu uğurda bazı önemli endemik bitkiler bile yok edildi.
Burada hemen bağımsız bir izleme kuruluşu olan ETC Group’un 2017 yılında yayınladığı “bizi kim besleyecek?” başlıklı raporuna değinmek istiyorum. Burada konu ile ilgili bazı sonuçlar göze çarpıyor.
Köylü tarımı sonunda elde edilen değerler dünya nüfusunun yüzde 70’inden fazlasını beslerken, tarım arazilerinin yüzde 25’inden, tarım için harcanan suyun yüzde 20’sinden azını ve tarımda kullanılan fosil yakıtların yaklaşık yüzde 10’unu kullanıyor.
Buna karşın endüstriyel tarım şirketleri dünya nüfusunun yüzde 30’unu doyururlarken, tarım arazilerinin yüzde 75’ini, tarımsal suyun yüzde 80’ini ve fosil yakıtların da yüzde 90’a yakınını tüketiyorlar.
W-Çözüm sizce nedir?
HRU-Eskiden tarımın lokomotifi olan aile çiftlikleri özelleştirme, serbestleştirme ve küreselleşme rüzgârlarının esmeye başladığı zamana kadar iyi-kötü yaşadı. Artık bugünlerde aile çiftliklerine hayat hakkı tanınmak istenmiyor. Hâlbuki aile çiftliklerinin ekonomik yönlerinin yanı sıra, sosyal yapıları da bulunuyor. Sosyal yapılar da, kanunların, idari sistemin değişmesiyle değişmiyor.
Bu gerçeği de BM görüyor ve özellikle gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelere aile işletmelerinin devamını tavsiye ediyor. Bunu yaparken de küresel, ulusal ölçekteki aile çiftliklerinin yaşadığı sorunlar konusunda dünyanın dikkatini çekiyor. Yani liberalizmin o meşhur “büyük balık küçük balığı yutar” vecizesinin doğru olmadığının altını çiziyor.
Sonuçta, aile işletmelerinin yaşatılması, dünyanın geleceği açısından son derece önemli. Hele kapitalizmin sebep olduğu küresel iklim değişikliği ve covid-19 salgını göz önüne alındığında, bu daha da öne çıkıyor.
Ancak dünyanın gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de aile işletmeleri çok dağınık ve güçsüz. Güç için birlik olmak gerekiyor. Yani kooperatifler, birlikler şeklinde örgütlenmek. Bunun için de devletin desteği gerekiyor.
Prof. Dr. Harun Raşit Uysal
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi