Medeni; genç, esmer, kirpi gibi dik saçları olan zayıf bir gençti. Aslında uzaktan bakınca kimseden bir farkı yoktu belki. Oda herkes gibi görünüyordu. Eski rengi solmuş siyah pantolonu ve kendisine daha kalıplı birinden miras kaldığı anlaşılan kahverengi ceketiyle çok da dikkat çekmiyordu aslında. Hep beyaz gömlek giyerdi. Kim bilir belki de başka yoktu. Ama boynu hep bükük yere bakarak yürürdü Medeni. Çünkü gözleri sadece insanların kendisine yaklaşan gölgelerini fark edebilecek kadar görüyordu. Doğuştan geçirdiği kornea hastalığından dolayı (kornea gözün ön tarafında saat camı şeklinde olan saydam tabaka) gözleri bu hale gelmişti. Ama buna inat sanki dünyanın en neşeli insanıydı o. 2-3 haftada bir polikliniğime uğrar gözlerine ağrı duymasın diye taktığım kontakt lensi temizletirdi. Sesi gürdü. Kulakları çok iyi işitirdi. Her zaman traşlı gezerdi. Kürttü, ama Türkçesi çok düzgündü, kelimeleri adeta inci gibi dizerek konuşurdu. Hayata 1 ya da 2 değil 5-0 geride başlamıştı Medeni. Babası o çocukken ölmüştü. Ailenin 8 çocuğundan biriydi. Babası ölünce bütün nüfus dayısının evlerine göçmüşlerdi. Nerdeyse yedeklerle birlikte bir futbol takımı büyüklüğündeki ev halkı aynı evde yaşıyordu. Bunu ilk dinlediğimde çocukken ayrı bir odam olmadığı için sinirlendiğim, kavga ettiğim günleri hatırladım. Kızdım kendime. Dayısının durumu da pek iç açıcı değildi. Fakirlerdi. Kardeşleri çalışıyorlardı ama Medeni’nin gözü görmüyordu ki çalışsın, eve ekmek getirsin. Önünü zor görüyordu . Aklım almıyordu bu insan bu kadar zor şartlarda ama hala mutlu, hala anlamlı yaşıyordu hayatını. Ben güya kendi aydınlık dünyamda hırslarımla yaşarken ve bencilce düşünürken o kendi karanlık dünyasında gölgelerle sokakta köşe kapmaca oynuyordu. Kitap okuyamazdı, televizyon izleyemezdi, interneti kullanamazdı o. Her şeye rağmen her gelişinde sesi yine gür çıkıyordu. Aramız çok iyiydi, severdi beni ve bana çok dua ederdi. Arada küçük sohbetlerimiz olurdu. Bunlardan birinde sordum Medeni’ye;
-‘Medeni’, dedim. ‘Hayatta en çok istediğin şey nedir? Neyi değiştirmek isterdin?’
Benim bencil beynim onun bir çift iyi gören gözden başka bir şey istemeyeceğini düşünüyordu. Hatta belki de çok para isterdi hayattan. Güzel bir ev ya da ne bileyim güzel bir kadın. Ama o ne dedi biliyor musunuz? Sadece bir abla istediğini söyledi. Evet bir tane abla. Şaşırdım, iki gözü görmeyen bu fakir gencin hayattaki tek isteği bir ablaydı.
-‘Neden’ dedim Medeni. ’Neden bir abla isterdin sadece?’
-‘Doktorum’ dedi. ‘Annem, bizi büyütmek için hep çalıştı. Eve gelince de yorulur, yatardı. Bize ayırdığı zamanı da 8’e bölmek zorundaydı. Çok fazla vakit geçiremedik onunla. Ama bir ablam olsaydı o benim saçlarımı okşardı, beni öper, koklar, sarıp sarmalardı, şefkat gösterirdi.’
Bir an dona kaldım. Sonra sarıldım ona. Saçını ben okşadım. Teselli etmeye çalışan birkaç söz söylemeye çalıştım, ne kadar işe yarayacaksa. Bu kanaatkar genç karşısında dünyanın en alçak, en küçük adamı olarak hissetim kendimi. Sonra kontakt lensini takıp polikliniğin kapısına kadar yolcu ettim onu. Arkasından bakarken ben, o az gördüğü için insanların üstüne üstüne yürüyor ve aldığı omuz darbelerinden dolayı sağa sola savruluyordu koridorda. Burnum yandı, tutmaya çalıştım kendimi ama gözümden bir damla yaş yanaklarımdan aşağı süzüldü. Ne hissedeceğimi bilemedim aldığım bu insanlık dersi karşısında.
Bu onu son görüşüm oldu. Bir daha gelmedi. 3-4 sene oldu görüşmeyeli. Ara ara aklıma gelmiyor değil. Meraklanıyorum, acaba karşıdan karşıya geçerken bir kaza geçirip bir şey mi oldu diye? İnşallah hala hayatta ve hala neşelisindir Medeni.
“Hekimlik Sadece Bir Meslek Değil Bir Yaşam Biçimi, Bir Felsefe”