Ana Sayfa Tıp&Sağlık Her yönüyle “Mikrobiyota”

Her yönüyle “Mikrobiyota”

Mikrobiyota 2010 yılından itibaren önce bilim dünyasının, daha sonrasında ise toplumun ve medyanın gündemine girdi. Tanımlanması yeni olmasına rağmen, insanoğlu varoluşundan beri mikrobiyotası ile birlikte yaşamaktaydı. Mikrobiyota vücudumuzda, başta bağırsaklarımız olmak üzere tüm organlarımızda bizimle birlikte yaşayan bakterileri, virüsler ve diğerlerinden oluşmaktadır. Vücudun ikinci beyni olarak anılan bağırsakların, sağlıklı olmasının tüm vücut sağlığını olumlu yönde etkilediği tıp çevrelerinde kabul görüyor. Başta bağırsaklar olmak üzere tüm organlarda yaşayan bakteriler ve virüsler ise mikrobiyotayı oluşturuyor.

8 FARKLI BRANŞTAN HEKİMLER MİKROBİYATAYI DEĞERLENDİRDİ

İstanbul’da yapılan ‘Mikrofon’ adlı toplantıda mikrobiyota her yönüyle konuşuldu. Anne karnından başlayan yaşam siklusunun sonuna kadar yer alan her uzmanlığın görüşleri ve deneyimlerini sundukları bu detayda bir toplantı Türkiye’de ilk kez düzenlendi. Biocodex sponsorluğunda gerçekleştirilen toplantıya katılan çocuk enfeksiyonu, kadın doğum, gastroenteroloji, acil, yenidoğan, diyetisyen, çocuk gastroenteroloji, nöroloji alanlarından uzmanlar, kendi alanlarında mikrobiyotayı değerlendirip ilişkili olabilecek hastalıkları işaret ederek, sağlıklı mikrobiyota için ipuçları verdi.

“SEZARYEN BEBEKLERİN BAĞIRSAK SAĞLIĞINI TEHDİT EDİYOR” 

Sezaryenle dünyaya gelen bebeğin doğum esnasında annenin mikroorganizmalarıyla karşılaşmadığını söyleyen Pediatrik Probiyotik, Prebiyotik ve Mikrobiyota Derneği Başkanı ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ener Çağrı Dinleyici, bu durumun pek çok sağlık sorunu beraberinde getirdiğini belirtti.

Toplantıda bu konuda açıklamalarda bulunan Dinleyici, “Sezaryenle doğan bebeklerde, normal yolla doğan bebeklere göre daha çok mide ve bağırsak hastalıkları görülüyor. Bunların önlenmesi için sezaryenle doğumu azaltmalıyız” dedi. Dinleyici, mikrobiyota sağlığının anne karnında başladığını belirterek sezaryenle doğuma dikkat çekti:

“Türkiye’deki rakamlara baktığımızda neredeyse her iki doğumdan birinin sezaryen olduğunu görüyoruz. Bebek normal yolla doğduğu zaman annesinin mikrobiyotası ile tanışıyor. Bebeğin mikrobiyotası yaşamı boyunca sağlıklı oluyor. Ne yazık ki bebek sezaryenle doğduğunda bu karşılaşma sağlanamıyor. Bebeğin farklı bir mikrobiyotası oluyor. Buna diğer risk faktörleri eklendiğinde yani bebek anne sütü almadığında, sık antibiyotik kullandığında, çevresel kirliliğe maruz kaldığında ve kent yaşamında ileri dönemde birçok hastalık görülüyor. Mikrobiyotanın zarar görmesiyle çocukta ilerleyen dönemlerde alerjik hastalıklar, obezite, astım görülüyor. O yüzden sezaryen sadece kadın doğum hekiminin öngördüğü ölçüde yapılmalı. Sezaryenle doğan bebeklerde, normal yollarla doğan bebeklere oranla daha çok gastrointestinal dediğimiz mide ve bağırsak hastalıkları daha sık görünüyor. Sonrasında solunum yolu, gıda ve cilt alerjileri görülüyor” dedi.

“ANNE SÜTÜ YETMEDİĞİNDE PROBİYOTİKLE TAKVİYE EDİLEBİLİR”

Sezaryenle doğan bir bebeğin anne sütüyle de birçok hastalığın üstesinden geleceğini ifade eden Dinleyici, anne adaylarına ve annelere şu tavsiyelerde bulundu:

“Anne sütü ile birçok problemi ortadan kaldırma şansımız oluyor. Eğer bunu yapamıyorsak bebeğe dışardan bazı takviyelerde bulunabiliriz. Bunlar probiyotik takviyeleri şeklinde olabiliyor. Bebekte hastalık geliştiği durumda da bunların tedavisi şeklinde oluyor. Sezaryen ile doğum yapma ihtimali olan annelerin gebelikten itibaren mikrobiyotalarını korumaları gerekiyor. Gebe kaldığı günkü kilosu çok önemli. Gebelikte aldığı kilo da önemli diyorduk ancak gebe kaldığı günkü kilosu çok daha önemli. Gebelikte fazla kilo almanın azaltılması annenin dengeli beslenmesinin bebeğe yeterli olacağı unutulmamalı. Bu bebeğin mikrobiyotasına büyük katkı sağlayacaktır.”

“MİKROBİYOTA ZENGİNLİĞİNİN AZLIĞI DEPRESYONA BİLE NEDEN OLABİLİR”

Aynı toplantıda söz alan, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları öğretim üyesi ve Enfeksiyon Hastalıkları ve Bağışıklama Derneği Başkanı Prof. Dr. Ateş Kara da antibiyotik kullanımına dikkat çekti. Kara, “Mikroorganizma zenginliğimiz fazlaysa savunma sistemimiz neyle karşılaştığını çok daha iyi biliyor ve ona çok daha iyi cevap veriyor. Bebeklik döneminde antibiyotik kullanmamız mikrobiyota dengemizi değiştiriyor. Stres içerikli mikroorganizmaların ortaya çıkmasına neden olurken, faydalı mikroorganizmaları ortadan kaldırıyor. Bu çocuklar ergenlik döneminde daha şişman oluyor, alerji riski de daha yüksek oluyor. Günümüzün popüler hastalıkları da bu çocuklarda daha fazla. Hatta mikrobiyota zenginliğimiz az ise depresyona girmemiz daha kolay. Alzheimer gelişimi daha yüksek. Antibiyotiği verdiğimiz anda hastalık yapan mikroorganizmaları ortadan kaldırıyor. Aynı zamanda bizim için faydalı olan, beraber yaşadığımız mikroorganizmaları da yok ediyor. Bizim için faydalı olan mikroorganizmaları öldürüyoruz. Bunun yanında ölenlerin arkadaşlarının kullandığı ürünler değiştiği için onların ortaya çıkarttıkları ürünleri değiştiriyoruz. Bu erken dönemde yaşandı ise bizim bağışıklık sistemimizi etkiliyor” dedi.