1.Dünya Savaşı Yıllarında Anadolu’da Sağlık Çalışmaları (Balıkesir Örneği) Aydın Ayhan
İttihad ve Terakki Fırkası ilk olarak askeri tıbbiyeliler tarafından kurulmuştu. Bir numaralı üyesi Dr. İbrahim Temo idi. Kurucuların çoğu zaman içinde Sultan’ın “hafiyeleri” tarafından sıkıştırılınca Avrupa’ya kaçmış, orada modern tıp laboratuar ve hastanelerini görmüş veya oralarda çalışmıştı. Bu yüzden parti iktidara gelince tıbbi alanda mühim çalışmalar yapıldı.
Çoğu Tıp Fakültesi bünyesinde önceden de var olan sağlık ile ilgili kurum, laboratuar ve enstitüler canlandırıldı. Bazıları da yeni kuruldu. Bunlardan bazıları: Bakteriyolojihane-i Osmanî, Osmanlı Aşı Enstitüsü, Sıtmahane, Kuduzla Savaş Enstitüsü, İstanbul Şehir Desinfeksiyon Enstitüsü, Tophane Desinfeksiyon Enstitüsü, Zührevi Hastalıklar Hastanesi gibi kurumlara ciddi yatırımlar yapıldı.[1] Bunların çoğunda Alman bilim adamları görev yapıyor, Türk görevlileri yetiştiriyorlardı.
Ayrıca İstanbul’da vuku bulabilecek salgın hastalıkların önlenmesi açısından desinfeksiyon için eski ve yeni atık su(lağım) kanallarının planlanması yapıldı ve “Şehremaneti” tarafından hemen uygulamaya konuldu.
Gerek bir türlü önü alınamayan salgın hastalıklar, gerek sefalet ve cehalete dayalı hastalıklar Anadolu halkını yiyip bitiriyor, insan kaynaklarını tüketiyordu.
Çağdaşlığı(muasırlığı) yakalamanın en önemli hareketlerinden birsi de şüphesiz sağlık yatırımlarıydı. Anadolu’nun Ayvalık, Bandırma, Edremit gibi büyükçe kasabalarında yeni hastaneler kurulmağa, yaptırılmağa başlandı.[2] Gönen, Balya, Sındırgı, Burhaniye gibi biraz daha küçük kasabalara da dispanserler açılması için çalışılmağa başlandı.[3]
Hatta Erdek’te yeni bir hastane ile birlikte bir de nekahathane yapılıyordu.[4]Bu hastane ve dinlenme yerlerinin savaş sırasında arttığını görüyoruz.
Bazı hastalıklarla mücadele özellikle sağlıklı nesiller yetiştirilmesi bakımından son derece önemliydi. Frengi salgını Anadolu’yu kırıp geçiriyordu. Çanakkale Savaşları sırasında Balıkesir’e getirilen yüzlerce yaralıya hizmet veren “Memleket Hastanesi”nde ayni anda bir de “frengi pavyonu” açılmak istenmesi, oldukça düşündürücüdür. Kepsut’a bir “frengi tabibi” görevlendirilmiş, Karesi sancağı 1915 Meclis-i umumi toplantılarında “Muallimlerin köylerde frengi ile mücadele etmesi” kararı alınmış[5],Memleket hastanesine acilen bakteriyolog, kimyager,hıfzısıhha mütehassısı ve aşı memuru alınması yoluna gidilmişti.[6] 1917 den itibaren evlenecek çiftlerden “Frengi hastalığı yoktur.”diye “Sıhhıye Muayene Varakası” istenmesi de önemli bir noktadır.
Frengi tedavisinin, zor olması ve uzun sürmesi, ve çevreden tepki alınması, hastaları kendi istekleriyle tedavi almak istemelerini bazı durumlarda güçleştirmekteydi. Özellikle geçimleri fuhuş olan kadınlar tek gelir kaynaklarını kaybetmemek için tedaviden kaçmakta, bu da hastalığın yayılmasını önüne geçilmez hale getirmekte olduğundan devlet farklı bir önlem aldı. Erdek kazası Paşalimanı adasına “Frengi Hastahanesi” açtı. Frengili kadınlar buraya gönderiliyorlar, adadan kaçamadıkları için tedavilerinin sonuna kadar burada kalmak zorunda kalıyorlardı.[7]
Hem halka hem orduya büyük kayıplar verdiren salgın hastalıklarla mücadele etmek için merkezlerde ve ordunun geçtiği ve konakladığı yol güzergâhlarında ve salgın hastalıkların vuku bulduğu yerlerde “seyyar karantina istasyonları” kurduruluyordu.[8] Ayrıca Yaralıların tedavi gördüğü hastanelerde “tefridhane”ler kurulmuş,”tenhir ve etüv makineleri” getirilmişti.[9] Bunlardan başka cephede askerler için “sahra etüvleri” bulunuyordu, bunlarda cephe gerisine dinlenmeye alınan banyo yapan askerin giysilerini bitten temizliyordu.[10]
Harp yıllarında erkeklerin askere alınmasıyla gittikçe büyüyen, çaresizlik, açlık, hastalık, parasızlık, kimsesizlik, ırza tasallut,oğul veya eşi kaybetme gibi sebeplerle,özellikle kadınlar arasında akıl hastalıkları son derece artmıştı. Karesi Sancağı 1331(1915) senesi Meclis-i Umumi Müzakeratı sırasında Balıkesir’de bir de “Bimarhane”(akıl hastanesi) açılması teklifi tam o zamanda Çanakkale Cephesinden çok sayıda yaralının gelivermesi üzerine red edilmişti.[11]
İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde açılan “Kabele Mektebi”(Ebe Okulu) ülkenin her tarafında ilgi gördü. Vilayetler kendilerine ayrılan kontenjanlar dahilinde istenilen şartları taşıyan hanımları bütün masrafları Vilayet tarafından karşılanmak üzere bu okula yolluyor, burada en son fenni bilgiler almış ebeleri il dahilinde istihdam ediyordu.[12]
Doğum sırasında çocuk ve anne ölümlerinin eğitimsiz, cahil ebeler tarafından olduğunun farkına varan kasaba ve nahiyeler sürekli eğitimli ebe istiyorlardı.
1915 yılı başında toplanan Karesi Sancağı Meclis-i Umumisi sağlık işlerinin belli bir program dahilinde yürütülebilmesi için hedefler belirlemişti. Hazırlanan “beş yıllık plan” her ne kadar daha sonraki yıllarda harp şartları altında tam olarak uygulanamadıysa da bu beş yıllık planın mühim hedefleri bulunuyordu.[13]
Meclis-i Umumi-i liva Müzakeratı
5 yıllık Sıhhıye komisyonu planı
1331 senesi – Hastanenin tamamlanması ve bir frengi pavyonu açılması .Belediye olmayan nahiyelerde vazifelendirilmek üzere dört aşı memuru alınması,yeniden on kabele namzeti seçilmesi(30 yaşını aşmamış olacak),Ayvalık,Bandırma,Kemer(Burhaniye),Edremit, ve Erdek’e birer hastane açılması.
1332 senesi ve diğer yıllar farklı kazalara hastane ve her yıl yeniden İstanbul’a 10 kabele (ebe) namzeti gönderilecektir.
Bu programda dikkati çeken husus hastanelerin vilayet bütçesinden yaptırılacak olması ve ebelik tahsili için İstanbul’a gönderilecek olan hanımların masraflarını vilayet bütçesinden,bir bakıma mahalli imkânlarla karşılanıyor olmasıdır.
Belediyeler o yıllarda da hizmetlerinin en mühim kısmının “sağlık” olduğunun farkındadır. Aşı hizmeti gören belediye hekimleri ve sağlık memurları dışında belediye olmayan yerler için “gezici aşı memurluğu” tesis edildiği görülmektedir.
Salgın Hastalıklar ve Aşı Faaliyetleri
Anadolu’nun yüzyıllar boyu ihmal edilmiş olmasının getirdiği en büyük sıkıntı salgın hastalıklardır. Asırlardır Anadolu’yu yiyip tüketmiştir.
İnce hastalık denilen verem, sıtma, frengi, bel soğukluğu, çiçek, kellik ve uyuzluk Anadolu’da “milli hastalık” diyebileceğimiz olağan hastalıklardı. Ama “tifo, tifüs, kolera” gibi hastalık salgınları orduları bile tüketmekteydi. Zaman zaman zuhur eden bu hastalıklar bazen önü alınamayarak büyük kayıplara sebep oluyor, bazen de bilimin ve tıbbın gerektirdiği yerinde alınan tedbirlerle kısa sürede önlenebiliyordu.
1914 Haziranında Balıkesir ve köylerinde ortaya çıkan “tifüs”[14]salgını ve 1917 de Bandırma’da ortaya çıkan “kolera”[15]salgını doktorların hemen olay yerlerine gönderilmeleri ve karantina uygulamaları ile fazla büyümeden engellenebilmişti.
Hastalıkların tıbbî tedbirlerle önlenmesi kadar halkın aydınlatılması ve eğitilmesi de son derece mühimdi. O tarihlerde “vilayet gazeteleri” mahiyetinde olan il gazeteleri bütün köylere gönderiliyor, imamlar vasıtasıyla toplanan köylüye okunuyor, onları dünya ve devletin ahvali hakkında bilgi edinmeleri sağlanıyordu. Bu gazetelerin mutlaka okunan bir kısım da tıbbi bahisler olmaktaydı. Mesela: Karesi Gazetesi’nde Balıkesir merkez tabibi Mukbil Bey “Bulaşıcı Hastalıklar, Çocuk hastalıkları, Diş hastalıkları, Çiçek Hastalığı, Frengi, Belsoğukluğu, Tifo,Tifüs,Uyuz,Verem….”[16] Başlıkları altında seri yazılarla anlayabilecekleri bir dil ile halkı aydınlatmağa çalışıyordu. Ayni şekilde “Sıtma Merkez Tabipliği” de hazırladığı bir “risale”(broşür)[17]ile sıtma konusunda halkı bilgilendiriyordu.
Salgın hastalıklara karşı en mühim tedbir tabi ki ”aşı” tatbiki idi. Bu aşılar İstanbul’da üretiliyor, Memalik-i lî Osman’ın her tarafına gönderiliyordu. Ordudaki bütün askerlere aşı tatbik edildiği gibi[18] halka da büyük bir kampanya ile aşı yapıldı. Sadece Balıkesir’de 1914 yılının son üç ayında 29.334 kişiye[19],1915 yılı Mart, Nisan, Mayıs aylarında 8799 kişiye[20] tifo ve kolera aşısı yapıldı . Bununla da yetinilmedi; hapishanedeki mahkûmlara[21],hattâ çeşitli cephelerde esir edilip Balıkesir Usera Kampında kalmakta olan esirlere bile aşı tatbik edildi. Bu kadar çok aşı üretebilen “Osmanlı Aşı Enstitüsü”nün isimsiz kahramanlarına hayranlık ve minnettarlık duymamak elde değil. Aşı memurları da çok özverili çalışmaktaydı.
“Balat nahiyesinde çiçek hastalığı zuhur ettiği, nahiye müdürlüğünden bildirilmiştir .Merkez livadan bir aşı memuru hemen gönderilmiştir.Ayrıca şehrimizde mevcut Rum muhacirlere tifo aşısı yeniden tatbik edilmiştir.”[22]
Sıtma yüzyıllar boyu Anadolu halklarının temel hastalığı idi. Antik Efes’in sıtma yüzünden battığı söylenmektedir. Aşısı yoktu ve sivri sinekten bulaştığı bilinmekteydi. Bunun için farklı tedbirler düşünüldü ve çevredeki bataklıkların kurutulması gündeme gelinde gereken yapıldı.[23] Balıkesir’de Tepecik Deresi kenarındaki bataklık kurutuldu. Bataklıkların kurutulması işlerinde “amele taburları” ve “işe yarar mahkumlar” kullanıldılar.[24]
Bütün bunları yanı sıra sıtmaya yakalanmış olanlar için de yurtdışından “sulfato kopirmeleri” getirtilip hastalara dağıtılıyordu.[25]
Sıhhıye Dairesi’nin bütün bu sıkıntılar içinde uğraştığı bir başka konu da “çevre kirliliği” idi. Ülkede pek fabrika yoktu. Ama Balya madenleri o zamanki şartlarda çevreye önemli ölçüde duman ve zehirli atık veriyordu. Burada, Mancınık köyünden çıkarılan kömürden elde edilen elektrikle simli kurşun işleniyordu. Çıkan zehirli dumanlar sadece insanlara ve hayvanlara değil, orman ve ekili araziye de zarar veriyordu. Bunun dikkate alınması için Balıkesir Valiliği tarafından Ticaret ve Ziraat Nezaretine yazılar yazılmış, tedbir alınması istenmişti.[26]
Seferberlik başlar başlamaz ülkenin her tarafından belli bir yaşta olan hekimlerin orduya alınmalarının meydana getirdiği boşluğu bir ölçüde azaltmak için “seyyar doktorluk” ihdas edilmiş, bu doktorlar, yanlarına yeteri kadar ilaç da alarak şehir, kasaba ve köyleri gezip, sağlık taramaları yapmışlar, ve halka aydınlatıcı bilgiler vermişlerdi.”Bütün ahali nizamen kendilerini muayene ettirmeğe mecburdur.”[27]
Ülkenin dört bir yanını saran harbin kaçınılmaz sonuçlarından biri de birden bire her tarafı dolduran gencecik sakat insanlardı. Bunlardan bir uzvunu kaybedenler biraz şanslı idi. Aralarında iki elini, iki ayağını ve üstelik gözlerini kaybedenler bile vardı. Yardımsız hiçbir şekilde hayatlarını devam ettiremeyecek olan bu insanların bakılmağa ihtiyaçları vardı. Devlet onları da düşünerek bu gibi sakatların bakımlarının sağlanabileceği “Numune Köyleri” kurmağa karar verdi.Bu konudaki gazete haberi şöyle:[28]
Numune Köyü
Ahz-ı Asker şubesi riyasetinden tebliğ olunmuştur.
Madde 1.İzmit sancağında Geyve kazasına tabi Akhisar karyesi malûlîn-i askeriye iskânı maksadıyla “Numune Köyü” ithaz edilmiştir.
Madde 2.Mezkûr karyeye muharebede aldıkları yara neticesi malul kalıp memleketlerinde idare ve maişetlerini temin edemeyecek derecede emlâk ve arazisi olmayanlar kabul edilecek ve atîdeki şerait dairesinde iskân ve ikame ettirilerek temin-i refahlarına çalışılacaktır.
1.Meccanen kendilerine ev verilecek
2.Meccanen arazi verilecek
3.Meccanen çift hayvanatı ve tohumluk verilecek
4.Memleketteki hanesi halkı ve iş görebilecek en yakın akrabası hükümet tarafından meccanen buraya nakl edilecek.
Madde 3.İşbu muharreratın şimdiye kadar memleketlerine sevk edilmiş bulunan ve ba’dema sevk edilecek bu kabil “malul”u da mensup oldukları ahz-ı asker şuabatı marifetiyle tebliğ ve şerait-i iskânın tefhim ettirilmesi lazımdır.
Madde 4.Şu şerait dairesinde iskân edilmek isteyenler var ise kendi mevzuatlarını havi muvaffakiyet senetlerinin ve memleketlerindeki hanesi halkından ve en yakın akrabasından kimleri beraberinde getirebilecekse zûkûr ve enas adetlerinin isimlerini gösterir meşruhatlı birer cedvelin istihsal kılınarak irsali peyderpey zuhur edecek talepler hakkında da bu yolda muamele icrası müktezidir
Şam Tıp Fakültesi
Balkan Muharebelerinden beri gerek yaralanmalar, gerek salgın hastalıklar ülke genelinde tıp tahsil etmiş hekimlere çok ihtiyaç duyulduğu görüldüğünden İstanbul dışında Şam’da da bir Tıp Fakültesi kurulmasına karar verilmişti. O yıllarda o çevrede idadi-lise- de okumak pek yaygın olmadığından ve tahsil görecek lise bitirmiş kişi bulmak oldukça zor olduğundan devlet Şam’da okuyacak talebe bulmak için bütün vilayet merkezlerine neşredilen mahalli gazetelere ilanlar vererek tabib ve eczacı yetiştirmek için gençler aradığını bildirmişti.[29]
Suriye Vilayetinde, Şam’da bir tıp fakültesinin açılması, Balıkesir gibi, küçük bir taşra kasabasında çıkan “Karesi” gazetesinde çıkan “Şam Tıp Fakültesine talebe alınacağı ilanı”, o tarihte devletin buraların elinden çıkabileceği gibi bir senaryosunun olmadığını işaret etmektedir. Harbi kaybedebilecekleri, devletin aklına bile gelmemekte, öyle veya böyle galip çıkacaklarına inanılmaktadır.
Çanakkale Savaşlarının en kanlı günlerinde, Kirte, Zığındere, Kerevizdere muharebelerinin yapıldığı, emperyalistlerin bütün güçleriyle Çanakkale’yi zorladığı, İstanbul’un her an düşman eline geçebileceği beklendiği sırada bile harbi kaybedeceği gibi bir endişe olmadığını küçük bir taşra kasabasında çıkmakta olan bir mahalli gazeteye Şam tıp Fakültesine öğrenci alımı ile ilgili verdiği bir ilanla anlayabiliriz.
Ayrıca tıp tahsilinin uzun sürmesi, harp yıllarında öğrenci bulup yetiştirmedeki sıkıntılar devleti bir başka pratik uygulamaya götürdü. Bugün bizim ara eleman yetişmesi için açtığımız meslek yüksek okulları gibi iki yıllık Tabib Muavinliği Mektebi açıldı.[30]
Bir yıl teorik dersler, bir yıl klinik çalışmalarından sonra Anadolu’ya bir hekimin yanına gönderilen mezunlar,bir yıl sonra “tabip muavini” olarak tayin edilecekler,beş yıl çalıştıktan sonra tıp fakültesinin sınavsız olarak üçüncü sınıfından devam edecekler ve klinik çalışmaları yapmış sayılacaktı.
Seferberlik Yıllarında Veterinerlik Çalışmaları.
İnsan sağlığının yanı sıra, halkımızın can yoldaşı, taşıtı, üretim aracı, gıdası olan hayvanları sağlığı da son derece önemli idi. Devlet , salgın hastalıkları önlemek amacı ile özellikle yaylak ve kışlaklar arasında konup göçen Yörüklerin tek geçim vasıtası olan hayvanlarını kontrol altında tutmak istiyordu. Anadolu’da konar göçer dolaşan “seyyar” aşiretlerin hayvanları konup göçtükleri yerlerde baytarlar tarafından muayenede geçiriliyor[31],hastalığa rastlanırsa önlem alınıyordu.
Özellikle yolu olmayan Anadolu’da binek hayvanı olarak at,son derece kıymetli idi. At ırkının yozlaşmasının önüne geçilmesi,hastalıklara dayanıklı,sağlıklı ırk atların yetiştirilmesi önemli hedef olarak seçilmişti.[32]Bunun için devlet çeşitli tarihlerde mühim merkezlere “damızlık aygır yollamış[33]gerek hayvanların bakımı, gerekse tedavisi ve araştırılması için “hayvan hastaneleri” açmıştı.[34]
Hayvan ırkının iyileştirilmesi uğraşıları sadece binek hayvanlarıyla ilgili değildi. Özellikle Susurluk’ta(“Su sığırlık” isminden gelmektedir)çokça bulunan kara sığır ve mandalar için boğalar temini cihetine gidilmişti.[35]
Bununla da kalınmamış, hayvanlara veterinerlik hizmeti verebilecek kişileri yetiştirmek için her ilden 15 öğrenci masrafları vilayet bütçesinden karşılanmak üzere “Mülkiye Baytar Mektebi” ne çağırılmıştı.[36] Kuraklık, çekirge felaketi gibi sıkıntıların yanında salgın hayvan hastalıkları da ekonomik kayıplara yol açmaktaydı. Özellikle “ruam” (vebayı bakrî) büyük kırımlar yapmakta idi. Öncelikle bu hastalıkla mücadele ediliyordu. Konu ile ilgili Karesi gazetesindeki haber :
Bir İstatistik[37]
Liva dahilinde 331 senesi zarfında 23 köyde vebayı bakiri hastalığı zuhur ederek bulunduğu yerde sirayetine yol verilmeksizin bastırılmış, 2744 hayvana serum telkih ve 119 hayvan zabıta-ı sıhhıye-i hayvaniye kanunu mucibince itlaf edilmiş,11639 kuruş tazminat verilmiştir. Bu hastalık yüzünden kendiliğinden mürd olan hayvanatın miktarı 114 de ibarettir.
Sekiz köyde; keçilerde “zat’elrü sarî” zuhur edip olduğu karyelerde mündefi olmuş, 154 hastalıklı hayvan itlaf edilmiş ve kendiliğinden 340 hayvan ölmüştür.
Sekiz karyede; “hama-i kalaî , barbuna, hama-i saharî, ruam” hastalıkları zuhur ederek 72 kara sığır, 103 koyun mürt olmuştur.
Sonuç:
Halkın; “Seferberlik Yılları” diye andığı, pek çok felâketin bir arada yaşandığı geçen yüzyılın başlarındaki felâketli yıllarda; devlet gene de sanıldığından çok daha fazla şeyler yapmağa çalışmış, bir ölçüde de başarılı olmuştu.
Üst üste; büyük kıtlıkların yaşandığı(1880-1890), kuraklıklarının hüküm sürdüğü ve üstelik “kızıl çekirge” gibi bir felâketin Anadolu’nun her yerinde yıllarca üst üste ürünleri mahvettiği, yıllarda tamamı üretim gücü olan iki buçuk milyon genci seferberlikle silah altına alındı, bu gençler üretemedikleri gibi, silah altına alındıkları gün mevcut stoklardan tüketmeğe başladılar. Bütün bunlara ve bütün yokluklara rağmen, “düvel-i muazzama” denilen dünyanın en büyük güçleri İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı, bütün cephelerde dört yıl boyunca harbi aslanlar gibi sürdürdüler.
Devlet, bu var olma, yok olma kavgası içinde, bütün başındaki gailelere rağmen, ülkenin her yerinde sağlık çalışmalarını yürüttü.
[1] İlk Hilâl-i Ahmer Sergisi s:26,27,29
[2] BOA.DH.UMVM dosya:29 gömlek 24 – 1332 Zilkade 17 (18.10.1914)
[3] Karesi- 11 Nisan 1332 numaro:1-105
[4] Karesi Sancağı-Meclis-i Umumi sene 1331 içtimaı.. s:12
[5] KS.MU.1331 İç. s:129
[6] KS.MU.1331 İç. s:130
[7] BOA.EUM.SSM. dosya:31 gömlek:9 – 16 Zilhicce 1336 (20.09.1918)
[8] KS.MU.1331 İç s:131
[9] KS.MU.1331 İç. s:30
[10] Cemil Conk-Çanakkale Hatıraları s:141
[11] KS.MU.1331 İç. s:130
[12] Karesi 5 Haziran 1331 numaro:9-61 ve Karesi 16 Teşrinsani 1331 numaro:32-84
[13] Karesi 2 Mart 1331 numaro:47
[14] Karesi-16 Haziran 1330 numaro:10 ve 15 Kanunevvel 1330 numaro:36
[15] Karesi- 9 Kanunsani 1332 numaro:38-142
[16] Karesi- 14 Nisan 1914 ve izleyen sayılarda
[17] KS.MU.İç.1331 s:134
[18] Cemil Conk. Age s:182 “25 Ağustos 1915 de Anafartalar Grubu’ndaki Türk askerlerine kolera ve tifo aşıları tatbik edildi”
[19] Karesi 23 Mart 1331 nomaro:50
[20] Karesi 22 Haziran 1331 numaro:11-63
[21] Karesi- 24 Temmuz 1916 numaro:13-117
[22] Karesi 28 Teşrinsani 1332 numaro:32-136
[23] Karesi 18 Kanunevvel 1916 numaro:33-137
[24] BOA.DH.MB.HPS.M.dosya 7 gömlek 105 -1330 Zilhicce 24 (04.12.1912)
[25] Karesi- 21 Ağustos 1916 numaro:17-121
[26] Karesi- 5 Mayıs 1330 numaro:4
[27] Karesi-21 nisan 1330 numaro:2
[28] Karesi-5 Kanunsani 1331 numaro:42-94
[29] Karesi – 1 Haziran 1331 numaro:8-60
[30] Karesi- Mayıs 1332 numaro 5-109
[31] BOA.DH.İD.dosya 102- gömlek:6 -1328 Zilhicce 16 (19.12.1910)
[32] BOA.DH.UMVM dosya:30-gömlek:10 – 1337 Şaban 14 (14.5.1919)
[33] KS.MU.İç.1331 s:124 ve Karesi 6 Nisan 1331 numaro:52 , Karesi 20 Nisan 1331 numaro:54
[34] KS.MU.İç.1331 s:128
[35] KS.MU.1331 s:42
[36] Karesi- 28 Temmuz 1330 numaro:16
[37] Karesi-21 Mart 1331 numaro:50-102
- ← Edward J. Erickson’un Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu Kitapları Üzerine (Askeri Tarihte Yeni Yaklaşımlar, Yeni Eleştiriler) ( Mehmet Beşikçi)
- Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Çanakkale Muharebeleri Konusundaki Görüşmeler (Yrd. Doç Dr. Mithat Atabay) →
Birinci Dünya Savaşı Anılarında Hastalıklar ve Tedavileri
Birinci Dünya Savaşı yalnızca bir savaş değildir. Yokluk, sefalet, açılık ve hastalık o dönemde yaşayanların karşılaştıkları sorunlardır. Anılarını yazan az sayıda birey, yaşadıklarını yazarken, başlarından geçen hastalıkları ve tedavilerini aktarırlar.