W- Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Gastroenteroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Basaranoglu’ndan gastroenteroloji özelinde görüşlerini almaya devam ediyoruz;
Bağırsaklar ve mikrobiyota önemi ne zaman oluştu ve ülkemizde bu konuya yaklaşım nasıldır özellikle belli hekim gruplarında farkındalık olarak değil bilgilenme konusunda ki düzey hakkında bilgi alabilir miyiz?
M.B.– Mikrobiyota konusunda ülkemizde farkındalık oluşması özellikle son 10 yıldır vardır. İlk olarak akademik çevrelerde bu farkındalık oluşmuştur. Ulusal toplantılarda gastroenteroloji kongrelerinde Mikrobiyota oturumları yapılmaya başlandı hatta bu konuda ilk konuşmayı yapan bilim insanlarından biriyim. Son 5 yıldır gastroenterolog dışı bilim insanlarıda bu konuda özellikle basın yoluyla bilgilendirme ve farkındalık yarattı.
Bizde bilgi düzeyi bilim insanları arasında özellikle de bu isle hobi olarak değilde mesleki alanlarında olduğu için gastroenteroloji uzmanı hekimler arasında yeterlidir. Diğer branşlardan olup da yeterli araştırma yapan ve kongreleri takip eden bilim insanlarımızda yok değildir.
W- Bağırsaklarımız neden ikinci beynimiz ve kanıta dayalı ilintili olduğu hastalıklar nelerdir?
Zekamıza etkisi var mıdır?
M.B.- İKİNCİ BEYİN: BAĞIRSAKLAR New York City Columbia-Presbyterian Tıp Merkezi’nde Anatomi ve Hücre Biyolojisi Profesörü Dr.Michael Gershon 1998 yılında yayımlanan kitabında gastrointestinal sistemi “İkinci Beyin” olarak adlandırdı. Bağırsaklara yerleşmiş olan “Enterik Sinir Sistemi (ENS)”, otonom sinir sisteminin ana bölümlerinden biridir ve gastrointestinal sistemi kontrol eden ağ benzeri nöronlardan oluşur. Beynin haricinde, bağırsaklar insan vücudunda bulunan en büyük nöron topluluğuna sahiptir. Bağırsağımız ve beynimizin, embriyonun oluşma ve gelişmesinden önce cenin gelişimi esnasında bölünen aynı doku kümesinden meydana gelir. Bir bölüm merkezi sinir sistemi haline gelirken, diğer parça da enterik sinir sistemi haline gelmek için bağırsaklara göç eder. Daha sonra iki sinir sistemi de “Vagus siniri” ile birbirine bağlanır. Kafatası içinde yerleşik olan beynimizi kontrol eden her kimyasal, hormon ve nörotransmitter, bağırsaktada var. İnce bağırsakta 200 Milyon sinir hücresi mevcuttur, buna karşın tüm omurgada 12 milyon sinir hücresi vardır. Bağırsaklarda yerleşik olan bu büyükçe sinir ağı yemek borusu, mide, ince bağırsak ve kalın bağırsağı oluşturan yapıların en dışında yerleşmiştir.
Psikolojik bozukluklarda bağırsaklar küçümsenmeyecek derecede önemli bir rol oynar. Bağırsaklar benzodiyazepin olarak adlandırılan kimyasalları da üretir. Bağırsağımız vücudumuzun endişe ve ağrıyı dindiren organıdır. Zeka üzerine direk etkisi olduğuna dair kanıtlar sınırlıdır. Ancak, kaygı ve endişeyi azaltıp farkındalığı artırarak daha iyi kendimizi hissetmemizi ve bu şekilde farkındalığımızı artırıyor olabilir.
W- Bağırsak floramızın sağlıklı olup-olmadığını nasıl anlayabiliriz?
Mikrobiyotanın düşmanları nelerdir ve özellikle gerekli-siz antibiyotik kullanımının verdiği hasar ve de tekrar eski haline gelmesi süreci hakkında bilgi alabilir miyiz?
M.B.- Bağırsakların sağlıksız olduğu konusundaki belirteç herhangi vücutta normalden bir sapma ile şüphelenebilinir. Örneğin karında şişkinlik, hazımsızlık beya bir cilt döküntüsü bile bağırsak mikrobiyotasının sağlıksız olana devşirilmesi olabilir. Mikrobiyota yenilenler lifli sebze, meyve tam buğday ürünler olursa sağlıklıya buna karşın paketli gıdalar ve gazlı içecekler tüketilirse kötü yöne evrilir. Egzesiz bağırsak mikrobiyotasını sağlıklıya devşirir. Antibiyotikler bağırsaklarda atom bombası etkisi yaratır mikrobiyotanın sağlıklı formlarını da ortadan kaldırır ve mantar benzeri normalde sınırlı olması gereken yada olmaması gereken mikroorganizmaların çoğalması nedenidir.
Bağırsak mikrobiyotasının sağlıklı hale getirmek için ortama sağlıklı mikroplar sunmak gerekir. Evde yapılan yogurt ve kefir bunu kolaylıkla sağlar. Ortamda sağlıklı bakterileri artırmak için bu bakterileri beslemek adına bol lifli beslenmek gerekir (lahana, havuç, yeşillikler, elma-armut kabuğu) .
W- Feces nakli hangi durumlarda uygulanmaktadır? Bu uygulama-tedavi yöntemi SGK geri ödeme kapsamında mıdır?
M.B.- Dışkı/feçes nakli antibiyotiklerle ilişkili dirençli ishal/diyarelerin tedavisinde mükemmel sonuçlar getirmiştir. Ancak, diğer hastalık durumlarının kullanılması ve önerilmesi için henüz erkendir.
W- Ülkemizde bu konuda merkezler bulunmakta mıdır ve hasta kitlesinin tanımı mevcut mudur?
M.B.– Ülkemizde Sağlık Bakanlığı onaylı bu işlemi uygulayan merkez sayısı oldukça sınırlıdır. Şu an için “Antibiyotik ilişkili dirençli ishal vakaları” hasta kitlesi olarak tanımlanmıştır.
W- Konu gastroenteroloji olunca alan çok geniş, en son Sağlığa Evet Derneği ve Türk Kardiyoloji Derneği’nin trans yağlar üzerine yaptığı bir çalışma yayınlandı. Burada da görüldü ki mecburen tüketiyoruz.
W- Trans yağların vücudumuza-sağlığımıza etkileri nelerdir?
M.B.- TRANS-YAĞ konusu: Esasen mecburen tüketim diye bir şey yok. Devlet bu işe el atarsa trans-yağ tüketimi sıfırlanır. Bunu başaran başarmak üzere olan ülkeler arasında Kanada örnek alınabilir.
W- Trans yağların hastalıklarla ilintisi var mıdır?
M.B.- Bilimsel kanıtlar göstermiştir ki trans-yağ tüketimi başlıca “inme (stroke) ve kalp-damar hastalıkları” nedenidir.
W- Obezite neden artmaktadır?
M.B.- Obezite artma nedeni: Batılılaşma özentisi ülkemizde obezitenin önünü açtı. Dışarıda yemek yemeyi marifet sanan bir toplumuz batılılaşma özentisi başlıca nedendir. Spesifik olarak dışarıda yenen ve içilen şeylerde porsiyonlar büyük, yüksek kalorili ve kalitesiz aşırı yağlı ve şekerli tuzlu ürün tüketimi yapılıyor. Buda obezitenin mayası olmaktadır.
W- Obezite batıda yaygın özellikle Amerika’da hal böyle olunca çoğu zaman iyi örnek olan batı bu konuda kötü örnek. Obeziteyi önleme konusunda ülkemizde neler yapılabilir?
M.B.- Ülkemizde “Öz”e dönülmeli. Okullarda beslenme eğitimi dersleri konulmalı. Toplumu beslenme konusunda bilinçlendirmek için kamu spotları oluşturmalıdır.
W- Obezite de bir bağımlılık söz konusu mudur? Tedavi de destek yöntemler var mıdır?
M.B.- Öncelikle aile hekiminizden ve diyetisyenden yardım alınmalıdır. Buna rağmen altından kalkılamayan daha dirençli vakalar içinse psikiyatri ünitelerinin bağımlılık merkezleri, özellikle bu konuda özelleşmiş merkez varsa, onlardan destek alınmalıdır.
W- Bir “diyet endüstrisi” söz konusu mu?
M.B.- Diyet endüstrisi: 1820’de ikonik Lord Byron uygulamsı olan sirkeli su ile diyet gündemimize girdi. Ve 1925 yılında bir sigara firması obeziteyi düşman kendisini dost ilam eden reklamları devreye soktu. Esasen 2. Dünya savaşından sonra özellikle de 70’li yıllardan sonra bir diyet Endüstrisinden bahseder olduk. BİR KAÇ MİLYAR DOLARLIK BİR PASTADAN BAHSETMEKTEYİZ. Maalesef sağlıkçılar da bu endüstrinin ürettiği ürünleri bilerek yada bilmeyerek bazen ürün yüzü olarak, bazen toplantılarda yaptıkları konuşmalarda ne kadar faydalı olduğunu söyleyerek, ve çoğu kerede sosyal mecrada sayfalarında reklamlarını yapıyorlar.
W- Farklı diyet programları var, sağlığımıza olası zararları nelerdir?
M.B.- DİYET: Hastalıklar için uygulanır. Örneğin böbrek hastası, kalp hastası, veya Çölyak hastasının uygulayacağı diyet programları vardır. Obezite bu gün önlenebilir kronik hastalıklar ve erken ve total ölümlerdeki artışta bir neden ve kanser sebebi olduğu için hastalık olarak kabul ediyoruz. Bu nedenle obezite içinde diyet önermekteyiz.
W- Diyet programları kişiye özel midir? Obez bir kişi diyet uygulamak için nasıl bir yol izlemelidir?
M.B.- Diyet kişiye özel olmalıdır: Ancak, önerilen diyetlerin uygulanabilir olması gerekir. Herhangi bir gıdanın bütünüyle yasaklandığı (karbonhidratlar, protein ve yağlar) veya belli bir gıdanın çok tüketilmesinin tavsiye olunduğu diyetlerin yarardan çok zararı bedeninize olacaktır. Bu konuda tavsiye alınacak kişi doktorunuzdur.
W- Son derece üretkensiniz, kitaplarınızdan bahseder misiniz ve beraberinde ortaya çıkış hikayelerini alabilir miyiz?
M.B.- Klinik alanda yoğun hasta gören tedavi eden bir hekim olmam yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri’nde bu işin mutfağı denecek olan labaratuvar çalışmalarında bulunmuş olmam ve bu konuda yine ABD’de gerek bilimsel dergi makaleleri gerekse de bilimsel kitaplar yazmış olmam kariyerim için büyük kazanç görmekteyim. Esasen, toplum bilgilendirme kitabı yazmak fikri aklımda hiç yoktu. Ancak, 2010-15 yılları arasında 5 yıl boyunca çalıştığım Ankara’daki Gastroenteroloji Hastanesi Kliniğinde arkadaşlarımızla yaptığım çalışmalarda gördüm ki Türkiye’de yağlı karaciğer nedenli karaciğer siroz vakaları Amerika’nın önüne geçmiş ve kontrolsüz artmaktadır. Bu bilimsel kanıtlar bana toplumun uyarılması nerede hata yaptığını anlatmak gerektiğini gösterdi. Karaciğerimizi Fruktoz şurubundan neden korumalıyız (Yağlı Karaciğer ve Şişman Sirozu) adlı kitabım bu fikirle çıktı. Daha sonrada bağırsak hastalarımdan gelen talep üzerine hastalıkların başlangıç noktası olabilecek bağırsaklar ve mikrobiyotası hakkında bilgilendirmek amaçlı “İkinci Beyin: Bağırsaklar” kitabımı yazdım.
W- Gastroenteroloji alanında önümüzdeki dönem hedeflerinizi paylaşır mısınız?
M.B.- Son olarak Çekya’nın başkenti Prag’ta 23-25 Eylül’de yapılan 3. Dünya Kanser Organizasyonuna bir konuşma ile katkıda bulundum. Hemen öncesinde de Belçika Brüksel’de İnflammatuvar Bağırsak Hastalıkları (crohn ve kolit) toplantısında sunumlar yaptım. Eylül ayı içerisinde gerçekleşen bu iki toplantıda da ABD başta olmak üzere Japonya ve Avrupa’dan pek çok bilim insanı vardı. ABD’nin önemli merkezleri olan başlıca NIH, Michigan, Colombia Üniversitelerinden ve diğer ülkelerin kanser enstitüsü başkanı bilim insanları dolu dolu sunumlar yaptılar. Umarım gastroenteroloji camiası olarak hedeflerimizden biri de bu gibi Uluslararası üst düzey toplantılarda sunum yapabilecek bilim insanları sayımızı eğitimlerle arttırmak olur.
W- Sevgili Hocam değerli görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.