Bir iktisatçının Biyoteknoloji Konvansiyonu’nda ne işi olur?
Güven Sak yazısı:
İçinde bulunduğumuz dönemi tanımlayacak en temel dinamik hangisidir? Bana sorarsanız teknolojik değişimdir. Düzelteyim isterseniz: İçinde bulunduğumuz dönem, tüketicinin teknolojik değişimin farkına vardığı, yeni teknolojilerin tüketici ile doğrudan tanıştığı bir dönemdir. Peki neden?
Soru aşağı yukarı böyle bir şeydi. Ben bir biyoteknoloji toplantısına gideceğimi söyleyince önce böyle dediler. Buna rağmen BIO toplantısına katıldım. Bu yılki Philadelphia’daydı. BIO, biyoteknoloji alanında dünyanın en büyük sektör birliği. Her yıl yaklaşık 20 bin kişinin katıldığı büyük bir toplantı organize ederek biyoteknolojideki son gelişmeleri ve farklı ülkelerin konumunu herkes için görünür hale getiriyorlar. Ben bu yıl o toplantıya katılmakla kalmadım, temel oturumlardan birinde de konuşmacı oldum. Üstelik oturum, biyoteknolojinin geleceği üzerineydi. Yakın gelecekte Türkiye gibi ülkeler açısından neler gördüğümü anlatmaya çalıştım. Gelin bugün size de anlatmaya çalışayım. Görün bakın, bir iktisatçının Biyoteknoloji Konvansiyonu’nda aslında ne çok işi olur.
İçinde bulunduğumuz dönemi tanımlayacak en temel dinamik hangisidir? Bana sorarsanız teknolojik değişimdir. Düzelteyim isterseniz: İçinde bulunduğumuz dönem, tüketicinin teknolojik değişimin farkına vardığı, yeni teknolojilerin tüketici ile doğrudan tanıştığı bir dönemdir. Neden? Teknolojik değişim, tüketim kalıplarımızı, alışkanlıklarımızı değiştirecek noktaya vardığı için elbette. Bir nevi, teknolojik değişimin demokratikleştiği ve kitlelerle buluştuğu yeni bir çağdayız.
Teknolojik değişim deyince, bilgi işlem teknolojisini hemen anlıyoruz. Ama biyoteknoloji hemen aklımıza gelmiyor. Halbuki şimdi biyoteknoloji de hayatımızın içine karışıyor, karıştıkça da iktisat politikasının konusu haline geliyor. Bu, “bir iktisatçının orada ne işi var?” sorusuna verilebilecek ilk genel cevap olabilir. Ama devam edeyim, müsaadenizle.
Biyoteknoloji birden çok sektörde iş yapma biçimini aynı anda etkileme potansiyeline sahip bir teknoloji platformu aslında. Birden çok sektörde değer zincirinin yapısını doğrudan etkileyebiliyor, işlerin yapılış biçimini değiştirebiliyor. Dün bir dizi kimyasalı karıştırarak yaptığımız işleri artık canlı organizmaları kullanarak yeni teknolojilerle yapıyoruz. Mesela plastiğin hammaddesi olarak artık petrolü kullanmıyor, canlı organizmaları biyoteknolojik yöntemlerle geliştirerek aynı sonuca ulaşıyoruz. Oluyor size biyoplastik. Sonuçta plastik endüstrisinin hammaddesi dahil bütün iş süreci olduğu gibi değişiyor. Bu arada enerji ve su kullanımı ve ortaya çıkan atıklar da azalıyor ve kaynak kullanımında etkinlik sonucu da doğmuş oluyor. Değişiklik dediğim işte böyle bir şey. Yapılan çalışmalar, biyoteknoloji, endüstriyel süreçlerde geleneksel yöntemlerin yerini aldıkça bildiğimiz sektörlerde verimliliğin arttığına ve karbon emisyonlarının azaldığına işaret ediyor. Biyoteknoloji yaygınlaştıkça, kitleselleştikçe, demokratikleştikçe iktisat politikasının nesnesi haline geliyor. Bir adım daha atayım, müsaadenizle.
Bugün Türkiye benzeri ülkelerin temel iktisat politikası problemi yeni bir büyüme stratejisi tanımlamaktır. Sektör içi verimlilikleri artıracak kamu politikası tedbirleri tasarlamaktır. Ben doğduğumda, 1960’lı yıların başında, Türkiye’de insanların yalnızca yüzde 30’u şehirlerde yaşıyordu. 1980’lerin başında bu oran yüzde 44 oldu. Şimdi Türklerin yüzde 72’si şehirlerde yaşıyor. Türkiye nasıl büyüdü? Köyden kente göçle büyüdü. Şimdi artık Almanya’da ne kadar Alman şehirlerde yaşıyorsa, Türkiye’de de o kadar Türk şehirlerde yaşıyor. Dün insanlar köyden kente geldikçe, tarımdan sanayi ve hizmetlere geçtikçe verimlilikleri 3 kat artıyordu. Şimdi artık her sektörün kendi verimliliğini sıçratacak bir tedbir seti gerekiyor. Türkiye’nin bir yeni büyüme modeline ihtiyacı var denilen husus işte tam da bu. İşte o büyüme modeli, birden çok sektörde aynı anda verimlilik artışlarına yol açacak yeni teknoloji platformları üzerine bina edilebilir. Tekil sektörler için rekabet gücü politikaları tasarlamanın yanında hızlı bir dönüşüm süreci için ihtiyacımız olan tam da bu yatay teknolojilere yönelik politika tasarımıdır.
Biyoteknoloji bu çerçevede Türkiye dahil pek çok ülke için önem taşıyor. Aynı zamanda teknoloji transferinin yolunu bulmak, o teknolojik değişimi ülke içinde sürdürülebilir kılacak kamu-özel sektör ortaklıkları üzerine düşünmek de son derece önemli. TTIP ve TPP gibi bölgesel ticaret anlaşmaları şimdilerde tam da teknoloji transferini zorlaştırmak için tasarlanıyor. Nedir? Türkiye için kendi yeni büyüme stratejimiz üzerine odaklanma zamanıdır. Biz TEPAV’da son dönemde biyoteknoloji ile bu nedenle yakından ilgileniyoruz. Biyoteknoloji ile değil, biyoteknoloji politikaları ile aslında. Biyoteknoloji Politikaları Merkezi’ni tam da yukarıda saydığım nedenlerle kurduk. Bu yıl Philedalphia’daki toplantıda BIO ile bir de işbirliği anlaşması imzaladık. Bu teknolojiler Türkiye’ye nasıl gelir, nasıl yayılır üzerine uluslararası tecrübelerden de faydalanmak gerekiyor. Ben artık bu yeni dünyada ekonomik büyüme ve sanayi politikasını bu teknolojilerden bağımsız konuşmanın mümkün olmadığı görüşündeyim. Yeni sanayi politikasının odağında bu teknoloji platformları var. TEPAV’dan Selin Arslanhan Memiş’in konuyla ilgili notunu bir okuyun derim.
Türkiye’nin ne yapması gerekiyor? Dönüşüm programlarının odağına teknoloji platformlarını yerleştirmesi ve teknoloji geliştirmeye imkan verecek transfer politikaları ile kamu-özel sektör ortaklıkları tasarlaması gerekiyor.
Zor mu? Zor. İmkansız mı? Değil. Koalisyonla bile imkansız değil. Not edeyim, tembellere bahane kalmasın.
Radikal