Yakın Doğu Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ, Türkiye’de ilk vakası tespit edilen maymun çiçeği virüsünün pandemiye dönüşme riskini değerlendirdi.
COVID-19 pandemisinin hız kaybetmeye başlamasıyla, toplumun rahat bir nefes almaya başladığı bir dönemde ortaya çıkan “maymun çiçeği salgını”, yeni bir pandemi mi başlıyor korkularını da beraberinde getirdi. Dünyada Mayıs ayında görülmeye başlayan maymun çiçeği hastalığının, geçen hafta Türkiye’de de ilk vakası tespit edildi. Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın sosyal medya hesabından duyurduğu haber, hastalık Türkiye ve KKTC’de yayılacak mı endişelerini de yeniden canlandırdı. Dünya Sağlık Örgütü ise 7 Temmuz’da yaptığı açıklamada dünya genelinde 6 binin üzerinde vaka olduğunu açıkladı. Peki, maymun çiçeği salgını gerçekten bir pandemiye dönüşebilir mi? Yakın Doğu Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ, maymun çiçeği hastalığının bilinmeyenlerini anlattı.
Çiçek aşısının çapraz bağışıklık yaratma ihtimali az!
Hastalığın ilk kez 1958’de, araştırma için tutulan maymun kolonilerinde tanımlandığı için bu adı aldığını söyleyen Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ, 1970’te ise maymun çiçeğinin ilk kez insanlarda tespit edildiğini belirtti. Yani pek çoğumuz, hastalığın adını ilk kez duysak da aslında geçmişi 60 yıldan geriye uzanıyor. Hastalığın belirtilerinin, 1980’de dünya genelinde ortadan kalktığı belirlenen çiçek hastalığına benzediğini söyleyen Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ, yine de geçmiş yıllarda yapılan çiçek aşısının hastalığa karşı bir bağışıklık yaratacağı iddialarını fazla iyimser buluyor. Çiçek hastalığının 1980’lerde ortadan kalktığını hatırlatan Prof. Dr. Şanlıdağ, araştırmaların tek doz çiçek aşısının 10 yıllık, multipl doz çiçek aşısının ise 30 yıla kadar koruyuculuğu bulunduğunu, dolayısıyla 1980’de sonlandırılan çiçek aşısının maymun çiçeğine karşı bir çapraz bağışıklık yaratma olasılığının çok düşük olduğunu vurguladı.
Maymun çiçeğinin COVID-19 yaygınlığına ulaşması zor
Maymun çiçeği virüsünün, COVID-19’a neden olan SARS-CoV-2’nin aksine, bir DNA virüsü olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ, “DNA virüslerinin mutasyona uğrama olasılığı RNA virüslerine kıyasla daha düşüktür” dedi. Yine de bu durumun, virüsün hiç mutasyon geçiremeyeceği anlamına gelmediğini söyleyen Prof. Dr. Şanlıdağ, “Son zamanlardaki mevcut vakalarda görülen tipik olmayan bulaşma eğilimleri, virüsün farklı özellikler kazanmış olma ihtimalini ortaya çıkarıyor. Bu durum, virüsün genetik materyalindeki değişimlerin tespit edilmesine yönelik araştırılmalarla belirlenecek. Yakın zamanda araştırma sonuçlarının bilim dünyasıyla paylaşılacağını bekliyorum” ifadelerini kullandı. Virüsün, kuluçka döneminde bulaşıcı olmadığını da söyleyen Prof. Dr. Şanlıdağ, “Virüsün bulaşması için semptomların başlamış olması gerekiyor. Bu nedenle, gözle görülür semptomları olan virüsten kaçınmak daha kolay” diyor. Maymun çiçeğinin döküntü veya lezyonların dışında şişmiş lenf nodülleri, kas ve sırt ağrıları, halsizlik, ateş ve yoğun baş ağrısı gibi semptomları da bulunuyor.
Virüsün hızlı bir şekilde yayılmasını engelleyen özelliklerden biri de bulaşma şekli. Maymun çiçeği virüsü özellikle çok yakın ve uzun süreli temasla bulaşıyor. Maymun çiçeği virüsünün solunum yoluyla bulaşmasından daha çok yakın temas gerektiren bulaşı yayılımını kısıtlıyor. Özellikle son vakalarda cinsel yolla bulaşma eğilimi gösteriyor.
Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ, tüm bu nedenlerle; maymun çiçeğinin COVID-19 kadar hızlı bir şekilde bulaşmasının zor olduğunu söyleyerek ekliyor: “Dünyanın pek çok yerinde aynı anda görülse de vaka sayısının sınırlı kalacağını öngörmek mümkün” diyor.