Ana Sayfa Tıp&Sağlık Migren Ağrısında “Kadın” Olmanın Etkisi

Migren Ağrısında “Kadın” Olmanın Etkisi

Migren, Eski Sümerlerden beri bilinen, Mısır ve Yunan uygarlıklarından beri de araştırılan bir konu olmasına rağmen hala gizemini korumakta. En basit ifadeyle migren, tekrarlayıcı ataklar halinde seyreden bir baş ağrısı türüdür. Migrenin toplumda görülme sıklığı da oldukça yüksek. Özellikle de 50 yaş altındaki kadınları daha fazla etkiliyor. Kadınlarda migren atakları erkeklere göre hem daha uzun sürüyor hem de daha şiddetli geçiyor. Ayrıca kadınların kısa süreli migren tedavisine yanıt oranları daha düşük.

Migreni olan bir kadınsanız hayatınızın hatrı sayılır bir bölümünü şöyle sessiz bir köşeye çekilip yaşadığınız kabusun bitmesini bekleyerek geçirmek zorunda kalabilirsiniz. Tüm bunlar migreni daha fazla araştırılmaya değer kılıyor. Özellikle de kadın olmanın migren için önemli risk teşkil eden kompleks ve bir o kadar da ilginç doğası mercek altına alınmaya değer bir konu.

Migren Ataklarında Cinsiyet Hormonları Belirgin Rol Oynuyor

Kadınlarda ergenlik dönemiyle birlikte migren sıklığında artış görülüyor. Atakların en sık görüldüğü dönem ise 30’lu ve 40’lı yaşlar. Menopozdan sonra ise belirtilerde düzelme meydana geliyor ya da ataklar tamamen ortadan kalkıyor. Ergenlikten önce ve menopozdan sonra kandaki östrojen ve progesteron hormonları devamlı olarak düşük seviyede kalmaktadır. Ergenliğe geçişle birlikte hormon düzeylerinde dalgalanmalar meydana gelir. Bu durum bize kandaki östrojen ve progesteron düzeylerinde yaşanan dalgalanmaların migren ataklarını tetiklemede rolü olabileceğini düşündürüyor. Atakların perimenstrüel dönemde daha sık görülmesi bunu doğrular nitelikte. Hatta migrenin, ismini bu dönemden alan bir alt türü de var: Menstrüel migren. Perimenstrüel dönem, mens (adet) kanamasının 2 gün öncesi ile kanamanın ilk 3 gününü kapsıyor. Bu dönemde kandaki östrojen ve progesteron düzeylerinde ciddi bir düşüş yaşanıyor. Atakları tetiklemede östrojenin daha büyük etkisi olduğunun altını çizmekte fayda var.

Hamilelik, migren ataklarını etkileyen bir başka dönem. Ancak bu etki auralı ve aurasız hastalarda farklı şekillerde kendini gösteriyor. ‘Aura’ isminin kulağa oldukça havalı geldiğinin farkındayım. Ama bu sizi yanıltmasın. Çünkü migren aurası, baş ağrısı başlamadan önce ortaya çıkan geçici nörolojik belirtileri ifade ediyor. Aura belirtilerinin oldukça geniş bir yelpazede karşımıza çıktığını söylemeliyim. Ama hastalar en çok görsel aura belirtilerinden şikayet ediyor. Bulanık görme, zigzag şeklinde ışık parlamaları ve noktalanmalar bunlardan sadece birkaçı…Yani aura, hastaların aslında hiç yaşamamış olmayı ve bir daha yaşamamayı diledikleri bir dönem.

Hamileliğin 3. ayından itibaren aurasız migren hastalarının çoğunda ataklar belirgin bir şekilde azalıyor. Çünkü bu dönemde mens dönemindeki gibi dalgalanmalar görülmüyor. Kandaki östrojen sürekli olarak yüksek düzeylerde. Hamilelik döneminde ataklarınızın geçmiş olması doğumdan sonra yeniden ortaya çıkmayacağı anlamına gelmiyor ne yazık ki… Özellikle 30 yaşından küçük kadınlar ile bebeğini mama ile besleyen kadınlar atakların tekrarlaması bakımından risk altında. Hamilelik sürecindeki östrojen yüksekliği her zaman iyi sonuçlar doğurmuyor. Yüksek östrojen, auralı migren hastalarında auranın daha da kötüleşmesine neden olabilir. Hatta aura belirtilerinin ilk kez bu dönemde ortaya çıktığını söyleyen hastalar bile var. Hani derler ya, “Ne seninle oluyor ne de sensiz.” diye…Bu söz farkında olmadan tam da östrojeni anlatmak için söylenmiş bir söz bence.

Doğum Kontrol İlaçları Atakları Önlemede Etkili Oluyor

Doğum kontrol ilaçları, migrenin koruyucu tedavisinde sıklıkla tercih edilmekte. Bu yolla östrojen hormonundaki dalgalanmaların önüne geçilmesi hedefleniyor. Vücuda dışarıdan östrojen verildiğinde vücut sadece verilen hormonun etkisinde kalır ve hormon yapımını durdurur. Böylece östrojen hormonundaki dalgalanmalar da ortadan kalkmış olur. Doğum kontrol ilaçlarının kullanımında doz ve kullanım sıklığı önemli. Bu ilaçlar ara verilmeden kullanıldığında migren ataklarını azaltmada oldukça başarılı sonuçlar ortaya koyuyor. Kullanıma ara verildiğinde ise klinik tabloda kötüleşme meydana geliyor. Çünkü ilaç kullanılmayan dönemde östrojen düzeylerinde ani bir düşüş görülüyor. Bu düşüş de atakları tetikliyor.

Menstrüel migren hastalarında doğum kontrol ilacı kullanımına bağlı olarak belirtilerin kötüleşmesi kuvvetle muhtemel. Çünkü bu kişiler hormon kullanılmayan dönemde östrojen düzeylerindeki düşüşe karşı daha duyarlı. Bu kişilerin doğum kontrol ilaçlarına ara vermesi istenen bir durum değil. Öte yandan auralı migren hastalarında, inme riskini artırması nedeniyle doğum kontrol ilacı kullanımı önerilmemekte. Ancak bu kişilerin sadece progesteron içeren ya da oldukça düşük dozda östrojen içeren doğum kontrol ilaçlarını kullanabileceği yönünde görüş bildiren çalışmalar da mevcut.

Kadın ve Erkek Beyninin Farklılıkları da Migrenle İlişkili

Kadın ve erkek beyni arasında hem yapısal hem de işlevsel farklılıklar söz konusu. Bu farklılıkların belirgin bir şekilde izlendiği bölgelerden biri de ‘insula’. İnsulayı beynin karanlık tarafı olarak düşünebilirsiniz. Hakkında aydınlatılmayı bekleyen pek çok nokta var.

İnsula, duygusal süreçlerden tutun da ağrı algısına kadar pek çok işlevden sorumlu olduğu düşünülen bir yapı. Bu yapının kadın hastalarda daha kalın olduğu bulunmuştur. Ayrıca kadın migren hastalarının insulası ağrılı uyarana daha az yanıt vermektedir. Straube ve ekibi tarafından 2009 yılında sağlıklı bireyler üzerinde bir fonksiyonel MRI çalışması gerçekleştirilmiştir. Erkek bireylerde ağrılı uyarana yanıt olarak insulada daha fazla aktivasyon görülmüştür. Amigdala ve parahipokampüs gibi emosyonel süreçlerden sorumlu yapılar da migrenle ilişkili. İnsulanın aksine bu yapılar kadın hastalarda erkeklere göre daha aktif.

Migren Genetik Bir Hastalık mı?

Söz konusu bir hastalığın ya da bir özelliğin genetik olarak aktarılması olduğunda bunu kelimelere dökmenin hiç de kolay olmadığı muhakkak. Üstelik migrenin kadın ve erkekleri farklı şekillerde etkilemesinde genetik etkenlerin rolü çok araştırılmış bir konu da değil. Şu ana kadar bildiklerimiz bize migrenin farklı şekillerde aktarılabilen bir hastalık olduğunu söylüyor. Üstelik migren kadın ve erkeklerde farklı geçiş özellikleri sergiliyor. Kadınlarda migren otozomal dominant geçiş gösteriyor. Erkeklerde ise migrenin kalıtımı otozomal resesif olarak gerçekleşiyor. Migrenin cinsiyet kromozomları ya da mitokondriyal DNA üzerinden aktarılabildiğini gösteren çalışmalar da var. Son dönemde migrenle ilişkili genler de keşfedildi. Migrenin bir alt türü olan ailesel hemiplejik migrende bazı genlerde mutasyon olduğu tespit edildi. Bu bulgular ışığında migrenin kompleks bir genetik bozukluk olduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak,

Migren, hem genetik hem de hormonal etkenlerin şekillendirdiği çok boyutlu bir hastalıktır. Bu anlamda kadınlar erkeklere göre dezavantajlı konumda. Bir de beynin cinsiyetler arasındaki yapısal ve işlevsel farklılıkları devreye girince migren içinden çıkılması güç bir hal alıyor. Kadınları migren ve diğer pek çok hastalığa açık hale getiren bir dizi etken sayabiliriz. Ancak kadın doğası, hakkında yapılan tüm araştırmalara rağmen tam bir muamma. Buzdağının görünmeyen yüzüne ulaşmak için kat edilmesi gereken oldukça uzun bir yol var. Kadın ve erkeklerin toplumsal roller açısından da farklılıkları bulunuyor. Toplumdaki cinsiyet algısının ve kadına biçilen rollerin de migren ve kadınlara özgü diğer hastalıklar üzerinde etkisi olabilir. Bu konuda yapılacak araştırmalar kadın ve migren ilişkisi üzerine yeni pencereler açacaktır.

Sağlıkla ve bilimle kalın…

Hazırlayan: Nilüfer Zengin / www.sinirbilim.org/migren-kadin/