Ana Sayfa Manşet Modern Medya ve Teknoloji Hafızamızı Öldürüyor mu?

Modern Medya ve Teknoloji Hafızamızı Öldürüyor mu?

Cep telefonlarının yaygın olmadığı, sabit hatlı ev telefonlarının kullanıldığı dönemi yaşamış okurlarımız için anlamlı olabilecek bir soru sorarak başlayalım: Evinizin telefon numarasını hatırlıyor musunuz?

Post Author Avatar
Gürkan Akçay Boğaziçi Üniversitesi – Yazar / Editör-Bilimfili

Belki onyıllardır bu rakamları çevirmemiş ya da bu numarayı tekrar kullanmamış olmanıza rağmen, muhtemelen hatırlamakta hiçbir güçlük çekmediniz. Eğer modern teknoloji gerçekten de hafızalarımızda bir bozulmaya neden olsaydı, kullanışsız hale gelmiş bu bilgiyi de uzun zaman önce unutmuş olmalıydık. Ancak bununla da yetinmeyip en yakın arkadaşımızın bile ev telefonunu hatırlayabiliyoruz. Peki günümüzdeki hafıza ve hatırlama biçimimiz değişti mi?

Bu sorulara ve biraz daha fazlasına cevap verebilmek için öncelikle hafızanın yapısını anlamamız gerekiyor. En basit formuyla, hafıza; üç aşamalı bir işlem olarak düşünülebilir: İlk olarak bilgiyi beynimizde kodlarız (işleme); ardından bilgiyi kaydederiz (depolama) ve son olarak da bilgiyi geri çağırırız (hatırlama). Bu aşamaların her birinden modern dünyadaki hafıza hakkında ilginç bir şeyler öğrenebiliriz.

İlk aşama olan hafızayı kodlama aşamasıyla başlayalım. 1900’lerin başında Alman psikolog Hermann Ebbinghaus kendimizi bilgiye maruz bırakma biçimimizin, hafızaların nasıl oluştuğu üzerinde büyük bir etkisi olduğunu gösterdi. Daha da özelde Ebbinghaus’a göre, tek bir oturuşta muazzam miktarda bilgiyi sindirmeye çalıştığımızda, bu bilgileri, daha küçük periyotlara ayırarak (örneğin; –ideal olanı– aralara birkaç uyku aşaması yerleştirerek) aldığımız anlara kıyasla daha az hatırlıyoruz. Yalnızca final sınavını geçmek için bütün bir gece çalışıp, bir hafta sonra hiçbir şey hatırlamadığımız dönemleri aklınıza getirirseniz; Ebbinghaus’un ne kadar da haklı olduğunu görebilirsiniz.

Ebbinghaus’un bu mevcut dikkat ekonomisi, birçok modern teknoloji uygulamasının kullanıcıları daha uzun süre meşgul edebilmek için sürekli olarak parçalı bilgiye maruz bırakmalarının da ardındaki nedendir. Netflix’in bir sonraki bölümü izleme dürtüsü; okuduğumuz bir yazıdaki bağlantı linklerinin bize yeni bir sekme açtırması; mobil oyun uygulamalarının bir sonraki serüvenlerinin bizi daha fazla oyun oynamaya yönlendirmesi vb.

Ancak ne yazık ki; bilgiye maruz kalma biçimi sabit miktarda ve sürekli olursa, bilgiyi tutma kapasitemiz de doğal olarak azalır. 2017 yılında yayımlanan bir araştırmada, tek oturuşta bir dizinin tüm sezonunu izleyen bireylerin, aynı diziyi haftalık ya da gecelik olarak izleyen bireylere kıyasla kahramanları ve olay örgüsünü hatırlamada daha az başarı gösterdikleri görüldü.

İnsanların, herhangi bir günde anlamlı olarak kodlayabilecekleri bilgi miktarı her zaman için sınırlıdır. Modern teknolojinin bunu değiştirmesi şimdilik pek mümkün gözükmüyor ancak bizi bu sınırın ötesine geçmeye, geçmişin medya araçlarına kıyasla daha çok zorladıkları da kesin.

2011 yılında Science‘da yayımlanan ve çok fazla atıf alan bir araştırmada, katılımcılara kendilerine anlatılan şeylerin ayrıca kayıt edildiği ve bu kayıtlara daha sonradan da erişiminin kolay olacağı söylendiğinde; belirgin bir biçimde çok az şey hatırladıkları görüldü. Literatüre “Google Etkisi” olarak geçen kavram; telefon numaralarını, e-posta adreslerini veya toplantı programlarını neden sıklıkla unuttuğumuzun da göstergesi; çünkü teknoloji, kaydedilen hafızaları harici bir bellekte tutarak istediğimiz zaman erişebilmemizi mümkün kılıyor.

Görsel Kaynak: Akindo/iStock

Ancak burada da şöyle bir problem var; harici olarak kaydettiğimiz bilgiye erişebilmemiz için o bilginin nerede bulunduğunu ve hangi etkileşimle (örneğin; hangi tuşlarla) ona ulaşabileceğimizi hatırlamamız gerekiyor. Bu süreçlerin tümü dahili hafızamızda yürütülür. O halde teknolojinin tamamen hafızaları bozmadığını; sadece hatırlamayı seçtiğimiz bilgileri değiştirdiğini söyleyebiliriz.

İnsan düşünüş biçimi ve bilişi büyük oranda, dahili olarak –beynimize– kaydettiğimiz bu hafızalara dayanır. Aslında, eleştirel düşünme ve yaratıcılık gibi üst düzey beceriler, uzun süreli hafızamızda tutulan gerçeklerden ortaya çıkar ve ancak bunlara anlamlı bir şekilde uygulanabilir. 2006 yılındaki bir araştırmada, psikolog Paul Kirschner; gördüğümüz, duyduğumuz ve hakkında düşündüğümüz her şeyin, uzun süreli hafızamıza kritik biçimde bağlı olduğunu ve bu hafızamızdan etkilendiğini ileri sürüyor.

2017 yılında Frontiers in Psychology‘de yayımlanan bir araştırmada; derin, kalıcı hafızalar oluşturmanın sırrının birincil olarak kodlama aşamasında yattığı ileri sürüldü. Yani, eğer bir düşünce beyindeki kodlama sırasında güçlü duygusal tepkileri ortaya çıkarırsa; insanlar bu düşünceye yönelik daha derin ve güçlü bir hafıza oluşturacaktır. Bu durum her ne kadar doğru olsa da, hikâyenin tamamı değildir. Çünkü çocukluğumuzdaki herhangi bir duygusal patlamaya neden olamayan televizyon reklamı “cingıllarını” da hatırlıyoruz.

Bazı araştırmacılar ise, derin ve kalıcı hafızalar oluşturmanın sırrının depolama aşamasında yattığını ileri sürüyor. Yani, eğer bir deneyim tekrarlı olarak yaşanırsa; derin hafızaya neden olan çoklu depolama fırsatları doğacaktır. Kodlama aşamasında olduğu gibi, bu durum da her ne kadar doğru olsa da yine de hikâyenin tamamı değildir. Çünkü öyle olsaydı, pek çok insan yalnızca hafızasını kullanarak doğru bir “Apple” logosu çizebilirdi. (Deneyebilirsiniz.)

Görünüşe göre, derin hafızalar oluşturmanın sırrı, son aşama olan yatıyor. Basitçe söylemek gerekirse, hafıza yapısaldır: Bir hafızayı ne kadar çok hatırlarsanız, kendi bilişsel yeteneklerinizi kullanarak derinliklerden tarayıp çıkarırsanız, gelecekte hatırlamak da o kadar kolay olur. Muhtemelen bu kadar çok televizyon “cingılını” hatırlamamızın nedeni bu şarkıları her söylediğimizde geri çağırıyor olmamızdır veya bu kadar çok sayıda ve her yerde bulunan logoları hatırlamamamızın nedeni çok azımızın şimdiye kadar bu görüntüleri geri çağırmasıdır.

Modern teknoloji genel olarak bilgi yayıncılığına yöneliktir. Bilgiyi düzenler ve insanlara dikkatini azami düzeyde çekebilecek biçimde sunar. Ancak ne yazık ki, kullanıcı adları ve şifreler dışında, teknoloji bizi bilgiyi geri çağırmaya zorlama konusunda çok kötü. İşte teknolojinin hafızalarımızı öldürdüğü kısım da burası: Bilgileri hatırlamamız gerektiğinde, ilgili hafızalar zayıflar ve uçup gider.İçiniz rahat olsun, insanların derin hafızalar oluşturma kapasitesini kaybettiğini varsaymak için hiçbir neden yoktur. Bu beceriyi, kullanıcı adları, şifreler ve URL’ler gibi şeylere erişmek ve derin hafızalar oluşturmak için kullanıyoruz.

Öte yandan, teknoloji hafıza makinemizi değiştirmiyor gibi görünebilir ancak kodladığımız, sakladığımız ve geri çağırdığımız bilgileri değiştiriyor olabilir. Belli bir belgenin bulunduğu klasörün adını hatırlayabildiğiniz gerçeği, o belgenin içeriğini hatırlamasanız bile, hafızanın hala çalışmakta olduğunu gösterir. Biz onu yalnızca önceki nesillerden biraz daha farklı kullanıyoruz. Bu da önemli başka bir soruyu çıkarıyor: Şu anki hafıza kullanma biçimimizi seviyor muyuz? Bunun öğrenmemizi, söylemimizi ve evrimimizi nasıl değiştirebileceğini seviyor muyuz? Eğer cevabımız “Hayır” ise, modern teknolojileri nasıl kullandığımızı yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Yani kullandığımız araçların hafızamızı öldürmüyor oluşu, evrimimize zarar vermeyeceği anlamına gelmiyor.
 Kaynak ve İleri Okuma

www.bilimfili.com/modern-medya-ve-teknoloji-hafizamizi-olduruyor-mu