Orta Asya’dan geldik ya biz, bir gözümüz ve bir kulağımız o diyarlardadır. Ama nedense dünyayı gezmeye Avrupa’dan başlarız. Bunun sebebini Kırgızistan’a varınca anladım.
Prof.Dr. Bülent Topuz
Bişkek’in Sultanahmet’i diyebileceğimiz meydanda dolaşıyoruz, bizim yarımız kadar cılız bir Koreli grup dışında turist yok. Bunun dışında tırmandığımız Tengri dağları yolunda ve Oş pazarında münferit Avrupalı turistler. Bu durum bana 40 yıl öncesinin Pamukkale’sini hatırlatıyor. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden sırt çantası ile gelen turistlerle dolar taşardı. Örneğin bir hemşire 30 günlük yıllık izninin tamamını Pamukkale köyünde bir pansiyonda geçirirdi. Anlatmak istediğim şu ki, Kırgızistan’da turizm hareketliliği diye bir kavram yok. Olmayınca tur şirketleri yok. Anladım ki ufkumuzu kapitalist dünyanın bir ürünü olan tur şirketleri belirliyor. Ben dünyada 32 ülke gezdim. Sadece beş ülkeyi gezme hakkım olsaydı ve başa dönseydim, tercihim Mısır, Portekiz, Almanya, Kore ve Kırgızistan olurdu. Ülkelerin gittikçe birbirine benzediği dünyamızda Kırgızistan çok farklı bir deneyim oldu benim için;
Kırgızlar fakir bir millet ama fakirlik diye bir sorunları yok. Benim gezdiğim ülkeler arasında minimalist yaşam tarzı bakımından sıralama yapılsa, açık ara birinci olurlar sanırım. Sermaye oluşturmak, iş büyütmek, kısacası girişimcilik diye bir karakterleri yok. Karın tokluğunu yeterli görüyorlar. Et, süt yumurta ellerinin altında. Enflasyon % 3,7 oranında, ihracat 2 milyar dolar ile Denizli’den daha az. Kişi başına düşen milli gelir 2000 dolar ve asgari ücretin 100 doların civarında olduğu bu ülkede, mal ve hizmetlerin Türkiye’den pahalı olması ilginç. Son bir yılda TL’deki değer kaybını burada bile hissediyoruz. Bu durumun diğer izahı kayıt dışı ekonomi olabilir. Nitekim hayatın her kademesinde rüşvet çarkı işliyormuş. TİKA’nın destek sağladığı projeler için verdiği hibelerin bile bir kısmının rüşvete gittiğini söylediler. Kısacası üreten kesim, yani kırsal kesim tarımın sağladığı imkanların kıt ama kesintisiz olmasından memnun iken, bürokratik kesim yarınından emin olmadığı için makamının imkanlarını maksimize etmeye çalışıyor olmalı.
Atayurduna kardeşlerimizi görmeye gittiğimizden nasıl karşılanacağımızın merakı içinde idik. Orada öğrendik ki, en çok Rusları seviyorlar. Onlar olmasa şu anda sahip olduklarının da gerisinde olacaklarını düşünüyorlar. 800’lü yılların ortasında kurulan devleti saymaz isek tarihleri boyunca hiç devletleri olmamış. Ruslar, onlara bir devlet dolayısı ile bir kimlik vermiş. Bunu Türkistan’ı parçalamak adına yapmış olsalar da, anlaşılan o ki Kırgızların gönlünü almışlar. Hala da ekonomik olarak desteklemeye devam ediyorlar. Öyle ki Rus uçağını düşürdüğümüzde taraflarını Rus’tan yana koymuşlar. Kazakları kendilerine yakın hissediyorlar. Özbekleri sevmiyorlar; diyorlar ki Kırgız, Kazak aynı babadan, bu Özbek hangi babadan. Çin’den kaçan Uygurları ve Müslüman Çinlileri pek sevmiyorlar. Bu grup ülkedeki ticareti ele geçirince, yerel halka tepeden bakmaya başlamış. Türkmenleri ve Azerileri bahse değer görmüyorlar.
Gelelim Anadolu Türklerine bakışlarına. Onu bizi gezdiren rehberin ağzından anlatacağım. Hayatında ilk defa Türk diye birilerinin varlığını 14 yaşında seyrettiği bir Rus belgeselinden öğrenmiş. Belgesel Fatih’in İstanbul’u fethini anlatıyormuş. Bu belgeselin tesiri ile Türk-Manas üniversitesinin Türkoloji bölümünü seçmiş. Manas’ın yeni kurulduğu yıllar ve iyi hocalardan oluşan Turancı bir ekip onu etkilemiş, ama Türkiye’de üniversite kazanamadığı için Manas üniversitesine okumaya gelen Türk öğrenciler hayal kırıklığı yaratmış. Asgari ücretin 100 dolar civarında olduğu bir ülkede her gün 100 dolar harcama kapasitesi olan bu öğrenciler, ceplerindeki paraya güvenip Kırgız öğrencilere kendi ülkelerinde ikinci sınıf muamelesi yapmışlar. Rehberimiz bu sebeple kendisinde Türklere karşı bir nefret geliştiğini söylüyor. Sonra bir imkan neticesi eğitiminin bir ay kadarında Türkiye’de bulunmak durumunda kalmış. Daha havaalanında polislerin ve personelin, giyimlerinden tavırlarına ve gösterdikleri nezakete çok şaşırmış. Hele üç ayrı ailenin yanında birer hafta kalınca, tam bir şok yaşamış. Burada gördükleri Türk ise Kırgızistan’daki öğrenciler hangi milletten diye düşünmüş. Bu tecrübe onda Türkiye’de yüksek lisans yapma hevesi getirmiş ve Gazi üniversitesinde Türkçü hocaların arasında çok güzel bir iki yıl geçirmiş. Sonra doktora için İstanbul’a gelince yine bir şok daha yaşamış. Özetle İstanbul’un, Ankara insanı ile Kırgızistan’daki öğrenciler arası bir ortam olduğunu söylüyor. Burada evrensel kuralı keşfetmiş; iyi ya da kötü milletler yoktur, iyi ya da kötü insanlar vardır.
Ülkedeki bütün altyapı yatırımı ihalelerini Çin alıyor. Çin’in yakın gelecekte burayı ekonomik olarak yutacağını söyleyebiliriz. 100 bin civarında bir nüfus Çin, Almanya ve Türkiye de çalışıyor. Gurbetçilerin gönderdiği paralar ekonomide önemli bir yer tutuyor. Yazımı minimalist yaşantı ile bitireyim. Keşke bu ülkenin yıllık 7 milyar dolar civarında olan toplam gayri safi milli hasılası BM vasıtası ile garanti altına alınsa da, bu ülke ve insanları borçlanmadan, lüks yaşantıyı tatmadan, çevreyi kirletmeden mevcut yaşantılarını ülkelerinde devam ettirebilseler. Kim bilir bu kervana başkaca katılmak isteyen insanlar ve ülkeler çıkabilir.