“58. Ulusal Nöroloji Kongresi, 18-24 Kasım 2022 tarihinde Antalya’da gerçekleştirilmektedir.
İnme, Multipl skleroz, Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığı, migren, ALS ve SMA gibi tüm nörolojik hastalıklarda güncel gelişmelerin yer aldığı kongrede, Türk Nöroloji Derneği, kritik ve yoğun bakım gerektiren nörolojik hastalık ve durumlara dikkat çekmek üzere bu yıl kongrenin ana temasını “Nörolojik Yoğun Bakım” olarak belirledi. Bu yıl kongremizde ana tema olarak belirlenen “Nörolojik Yoğun Bakım”, en ağır durumdaki nörolojik hastalıktan muzdarip bir hastanın nasıl kurtarıldığı ve yaşamda tutulduğunun bilim ve sanatı olarak anlaşılmalıdır.
- Ulusal Nöroloji Kongresi ve Türkiye’de en sık görülen nörolojik hastalıklar hakkında bilgiler, Türk Nöroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. M. Akif Topçuoğlu, Türk Nöroloji Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Murat Terzi, Türk Nöroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Demet Özbabalık, Türk Nöroloji Derneği Saymanı Prof. Dr. İbrahim Öztura, Türk Nöroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyeleri Prof. Dr. Nerses Bebek, Prof. Dr. Kayıhan Uluç ve Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Onur Keskin tarafından aktarılmaktadır.
Türk Nöroloji Derneği Başkanı Prof. Topçuoğlu kongre ile ilgili şu değerlendirmelerde bulundu: “Türk Nöroloji Derneği’nin en önemli bilimsel aktivitesi Ulusal Nöroloji Kongresi’dir. Türk Nöroloji Derneği’nin 30 yaşına bastığı 2022 yılında Ulusal Nöroloji Kongremizin 58.’sini yapacağız. Ana teması “Nörolojik Yoğun Bakım” olan bu kongre birkaç küçük değişiklik ile ama hep alıştığımız mimaride devam etmektedir. Prof. Topçuoğlu; “Yaşadığımız yüzyılda gelişimini ve kapsamını büyük bir ivme ile artıran “Nöroloji”, sadece akademik alanında değil hayatın hemen her noktasında etkisini hissettirir hale gelmiştir. Artık sağlık politikaları oluşturulurken “Beyin sağlığı” en önce hesaba katılması gereken ana unsur haline gelmiştir. Beyin sağlığını öncelemeyen bir politikanın faydalı olması imkânsızdır. Nörolojik hastalıklar sadece en sık ölüm nedenleri listelerinin en üst sıralarda yer almakla kalmıyor, kazanılmış yeti yitiminin yani sakatlığın ve sağlıklı yaşanacak yılların kaybında da ilk sıralarda yer almaktadır. Aslında bu listede her zaman birinci sırada nörolojik hastalıklar yer alır.”
Prof. Topçuoğlu devamla “Bu yıl Türk Nöroloji Derneği Dünya Nöroloji Federasyonu’nun izleğinden 22 Temmuz’da “Beyin sağlığı: Herkes için” kampanyasına başladı. Hedefimiz giderek yaşlanan ülkemizde sıklığı artık alarm veren ve onmaz şekilde artmaya da devam eden nörolojik hastalıkların önemine dikkat çekmektir. Migren, İnme, Alzheimer, Parkinson, MS, Epilepsi ve ALS dahil tüm nörolojik hastalıklarda erken teşhis ile, ve hatta hastalık daha çıkmadan önce, yapılacak çok şey olduğu artık biliniyor. Cümle nörolojik hastalıklar geciktirilebilir. Birincil korunmanın etkinliği yüksektir. Beyin sağlığı hastalık olmamasını kapsamakla birlikte buna sınırlı değildir. Biz tüm yaşam boyunca sağlıklı ve yaşlanmayan beyinler peşindeyiz. “Beyin sağlığı: Herkes için, hemen şimdi” diyoruz. Bu kapsamda 22 Temmuz’dan sonra Türk Nöroloji Derneği “Söz konusu” kampanyasına başladı. Bu kapsamda “Söz konusu migren ise çözüm nörolojide” dedik. Ve aynı mottoyu “İnme”, “MS”, “Alzheimer”, “Parkinson” ve “Epilepsi” için tekrarladık. Televizyonda sosyal medyada ve şehir meydanlarında bunu söyledik. Çünkü migren hastası nöroloji uzmanına gitmez ise işe de gitmez, gidemez. Bu hastalıkların tedavisinin ve takibinin “mutlaka” nöroloji uzmanı tarafından yapılması ve koordine edilmesi gerekir. Ancak bu şekilde hastalıklarının neden olduğu toplumsal yükü azaltmak mümkün olabilir. Ama hastalıkları saymak yeterli olmuyor. Tanı ve önemlisi önleme veya erteleyebilme için semptomları da bilmek gerekir. En azından şu 21 (yirmi bir) şikayetin biri veya birkaçı varsa nöroloji uzmanına baş vurmalısın. Bunlar el, ayak uyuşukluğu; yutma, çiğneme güçlüğü; istemsiz kas kasılması; el titremesi; huzursuz bacaklar; unutkanlık; konuşma bozukluğu; baş dönmesi, baş ağrısı, bayılma, çift görme; kolda güçsüzlük; bacakta güçsüzlük; dengesizlik; yürüyememe; felç; yüzde kayma; uyku problemi; dalma, sıçrama veya istemsiz kasılma; düşme ve ani görme kaybı”dır. Yani “Söz konusu bayılma ise çözüm nörolojide” veya ”Söz konusu kolda güçsüzlük ise çözüm nörolojide” diye devam edecek. Bu konjonktürde tüm çözüm stratejşlerinin bilim ile olduğunu elbett ebiliyoruz. Kongreyi de bu bakış ile tertip ediyoruz. Şimdiye kadar yapılmış olan en geniş katılımlı Ulusal Nöroloji Kongresi olacak. Burası Türkiye’de akademik nörolojinin zirvesi. Bir de klinik pratiğimizi, sorunlarımızı, çalışmalarımızı, planlarımızı, umutlarımızı, dertlerimizi, hülyalarımızı birbirimizle yani nörolog dostlarımızla paylaşıp strateji geliştirdiğimiz yer oluyor. Daha iyisi yoktur.” dedi.
Prof. Topçuoğlu: Bu yıl kongremizin ana teması “Nörolojik Yoğun Bakım” olarak belirlenmiştir.
Prof. Topçuoğlu; Ulusal Nöroloji Kongrelerinin her yıl toplumda yaygın olan ve nörolojik alanda önemli araştırmaların yapıldığı ayrı bir hastalığı veya hastalık grubunu öncelikle ana tema olarak belirlediğini söyleyerek ”Bu yılki ana temanın Nörolojik Yoğun Bakım olduğunu.” vurguladı.
Prof. Dr. Topçuoğlu açıklamalarına şöyle devam etti:
“Nörolojik Yoğun bakım üniteleri dünyada ve ülkemizde genel olarak üçüncü basamak hastanelerde kurulu uzmanlaşmış birimlerdir. Bu ünitelerin amacı nörolojik organ ve sistemlerin birincil veya ikinci hasarının önlenmesidir. Burada başarının temel anahtarı esas nörolojik hastalığın eksiksiz tedavisidir ve bu elbette nörologların ve nöroşirürjiyenlerin çalıştığı alandır. Hangi hastalar nörolojik yoğun bakımdan yarar görür sorusunun yanıtı oldukça uzun olacaktır. Akut ağır inme, anevrizma kanaması, kafa travması, epilepsi nöbeti özellikle kontrol altına alınması zor olanlar, omurilik yaralanmaları, beyin ödemi, kafa içi basınç artışı, beyin ve zarlarının iltihabi ve enfeksiyon hastalıkları, kas ve/veya sinir hastalıklarına bağlı solunum yetmezliği ilk akla gelenlerdir. Elbette nöroyoğun bakımların sorumlusu nöroloji uzmanları sinir sisteminin kritik hastalıklarıyla uğraşmanın yanı sıra meydana gelebilecek her türlü kalp, akciğer, böbrekler veya enfeksiyonların tedavisi dahil diğer herhangi bir vücut sistemini ilgilendiren sorun ve komplikasyonları da yönetirler. Bu ünitelerde ağrı, epileptik nöbet, inme ve enfeksiyon tedavisi, solunum ve ventilasyon sağlanması, kafa içi basınç artışının yönetimi, kardiyovasküler stabilitenin sağlanması ya da organ yetmezliklerine müdahale edilirken hep sekonder beyin hasarı oluşturmamak ve engellemek öncelenir. Yöntem ve yönetim her daim erken ve agresif müdahaleler ile nöroproteksiyon yani “beynin korunması” şiarına dayalıdır. Beynin nörolojik yoğun bakıma girdiği gibi çıkması gerekir ve bunun için beyin korumaya dayalı algoritmalar desteklenmek zorundadır. Beyni kritik durumlarda korumak normal şartlardakine göre daha fazla maharet gerektirir. Bu nedenle nöroloji uzmanlarının katılımı şart oluyor.”
Prof. Topçuoğlu: “Nöroyoğun bakım fark yaratıyor.” dedi.
Alanımızın en önemli dergilerinden JAMA Neurology’de geçen ayın başında (1-10-2022) yayınlanan meta-analizde genel yoğun bakıma kıyasla nörolojik yoğun bakımda yatan akut beyin hasarı olan hastaların ki sayı 55 792 idi sağ kalma şansının %17 (%95 güven aralığı, %8-25) daha fazla olduğu tespit edildi. Yani kabaca beşte bir. Bu çok yüksek bir orandır. Ek olarak nöroyoğun bakım ünitelerinde iyi fonksiyonel durumda taburcu olma şansı da %17 fazladır. Bunun nedeni işin başında başta nörolog veya nöroşirurjiyen olması ve ekibin nörolojik hastalıklardaki deneyimini yansıtma kabiliyetidir. Ama bu gerçek ülkemizde görmezden geliniyor. Nörolojik yoğun bakımları desteklemek sağlık bakanlığının en öncelikli işleri arasında olmalıdır.
Prof. Topçuoğlu “Nöroloji uzmanlık eğitimi kadrolarının hazırlıksız ve plansız artırılmasının olumsuz sonuçları olacaktır.”
Türkiye’de nöroloji uzmanlık eğitiminin süresi nörologlar nöroloji yoğun bakım eğitimi alabilsinler diye dört yıldan beş yıla çıkarılmıştır. Yoğun bakım yanı sıra binlerce nörolojik hastalık ve durumun yönetiminin öğrenilmesi ancak beş yıla sığdırılabiliyor. Ama bu çoğu kez birebir eğitimi şart koşuyor. Yeterince eğitmen yani hoca, yeterince hasta, yeterince zaman lazım geliyor. Bu kadroların bilimsel planlama çerçevesinde şartların olgunlaşmasına paralel kademeli artırılması gerekirken, pat diye bir anda bin (evet yanlış duymadınız) nörolog kadrosu verildi. Bu mevcudun üçte birinden fazlasına tekabül ediyor. Çoğu genç hekim de nörolog adayları olarak eğime bağladı. Şimdi hocalar her şeyi telafi etmeye ve bu gençleri eğitmek eğitebilmek için şartları sonuna kadar zorlamayı deniyor, ama planlamanın gayri ciddiliğini durduranın da zamanıdır. Böyle gitmez.
Prof. Topçuoğlu şöyle devam etti:
Nöroloji ve yoğun bakım uzmanı olarak akut inme konusunda da bir kaç kritik noktayı belirterek sözlerimi tamamlayayım. İlki, akut inme sürecinde neler yapılması gerektiği ve Türkiye’de bölgesel bağlamda oluşturulmakta olan veya işleyen sistemi vatandaş bilmiyor. Bunun eğitiminin verilmesi ve duyurulması gerekiyor. İkincisi, inme belirtisi olduğunu düşünen hemen 112’yi aramalıdır. 112 en uygun hastaneye ve zamanında hastayı uygun şartlarda getirir. İnmenin ana belirtileri “Yüzde kayma”, “Konuşma bozukluğu” ve “Kolda güçsüzlük”dür. Elbette bacakta güçsüzlük, dengesizlik, görme bozukluğu liste uzun ama yukarıdaki üç şikayet inmelerin en az üçte ikisinde var. Şüphe edersen hemen 112’yi ara. Mesaj budur.
Prof. Topçuoğlu “En iyi inme olmamış inmedir.”
İnme trajiktir. Yürümek, konuşmak, yemek içmek harikadır, bunları kaybederseniz inme ile. Önlemek için tek yol rakamlarını bilmekle başlar. Hangi rakamlarmış bunlar? Boy, kilo ve yaşını bilmek yeterli değil inmeden korunmak için. Tansiyonunu da bileceksin, kan şekerini bileceksin, kolesterolünü bileceksin, Bel çevreni, günde kaç adım yürüdüğünü bileceksin. Hiç sigara içmeyeceksin ve hiç alkol kullanmayacaksın. Kalp atımının düzenli olup olmadığını da bileceksin. İlaçlarını düzenli kullanacak ve doktor kontrolüne zamanında gideceksin. Türkiye’de inme prevalansı yaklaşık %1’den fazladır. Bu takriben 1,5 milyon kişiye tekabül ediyor. Yüzde bir küçük, bir buçuk milyon büyüktür. Kimse azalma beklemesin. Toplumumuz hızla yaşlanıyor, inme daha da artmaya meyilli olacaktır. İnme nörologların en temel işidir. Hem tedavi etmek hem önlemek. Bu düşüncelerle 58. Kongreyi selamlıyorum. En iyisi olsun.
Türk Nöroloji Derneği Başkan Yardımcısı: Prof. Dr. Murat Terzi:
MS hastaları tanı aldıktan sonra sizlere hangi alternatif tedavileri soruyorlar? Bu alternatif tedavilere yaklaşımınız nasıl oluyor?
MS’de farmakolojik tedaviler dışında bazen nonfarmakolojik uygulamaları önerdiğimiz durumlar oluyor ki biz bunları tamamlayıcı tedavi olarak kabul ediyoruz. Öncelikle tıpta alternatif bir tedaviden bahsedilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Yoga, pilates, sağlıklı beslenme gibi tavsiyelerimiz oluyor. Ama bazen haslardan gelen ve bizim bilimsel olarak bir altyapısı olmadığını bildiğimiz öneriler de oluyor. Ne oldukları belli olmayan cihazlar, yataklar ve bazı beslenme ürünleri gibi. Özelikle bazı beslenme ürünlerinin MS’e iyi geldiği ve hatta ortadan kaldırdığını duyup biz de kullanabilir miyiz diye soruyorlar. Tabi keşke böyle bir ürün olsa diye başlıyorum genellikle söze. Bu uygulamaların bir katkısının gösterildiği bilimsel bir veri olmadığını iletiyorum. Bununla birlikte sağlıklı yaşam ve sağlıklı beslenme adına her türlü yaşam tarzı ve beslenme alışkanlığının da bir zararı olmayacağını söylüyorum. Sağlıklı gıda tüketimi, sebze ve meyce ağırlıklı beslenme ve bol su tüketiminin MS hastalarının hastalıkları ile olan yolculuklarında önemli bir katkısı olacağını vurguluyorum. Hastalarımız ve yakınları gayet iyi anlıyor bizi. Doğal olarak farklı yerlerden duydukları bu soruları bize soruyorlar. Eğer biz yeterli açıklama yapmaz isek o zaman bu yanlışa daha çok inanabiliyorlar. O nedenle mutlaka sabırla bu sorulara cevap verilmesi ve önerilerde bulunulması gerektiğini düşünüyorum.
MS ‘de beslenmenin ve sağlıklı yaşamın hakkında ne düşünüyorsunuz?
Beslenme ve sağlıklı yaşam adına yapılması gerekenler sadece MS hastaları için değil bebeklikten yaşlılığa kadar tüm insanlar için oldukça önemli. Eğer sağlıklı bir gençlik, sağlıklı bir yaşlılık istiyor isek bunları önemsemeliyiz. Düzenli egzersiz yapmak, yürüme ve yüzme gibi aktiviteleri belirli periyodlar ile ve yorulunca bırakmak kaydı ile yapabilmek oldukça önemli. Sigara ve alkol kullanmamak, tuz ve şeker tüketimini azaltmak, bol su tüketmek hastalarımızın semptomlarını azaltmakta ve muhtemel kötüleşmeleri önleyebilmekte. Biz hastalarımıza tanı koyup tedavilerini planlıyor ve bu tavsiyelerimizi kendilerine iletiyoruz. Bu önerilerimizi kitaplarımızda yazıyoruz ve bu röportajda da olduğu gibi pek çok yazılı ve görsel platformda vurguluyoruz. Buna rağmen hastalarımızın bazen bunları önemsemediğini görüyorum. Bu durumda kendilerine ilettiğim bir sözü burada tekrarlamak istiyorum. Sağlıklı yaşam adına yapılması gerekenleri yapmak ve sağlıklı beslenmek, en az MS tedavisinde kullanılan ilaçları düzenli kullanmak kadar önemli.
Hastalardan duyduğunuz en ilginç sıra dışı alternatif tedavi yöntemi nedir?
MS hastalarımızın hastalıkları ile ilgili kafalarındaki soruları bizimle paylaşabilmesi oldukça önemli. Ben bu durumdan çok memnunum öncelikle. Onların geri bildirimleri sayesinde bu alanda neler yapılabiliri daha iyi anlıyorsunuz. Tabi bunlardan bazıları ilginç veya sıra dışı olabiliyor. İster istemez böyle durumlarda gülümsüyorsunuz. Bir gün poliklinik yaparken bir kadın hastam ve eşi geldiler. Birkaç yıldır da takip ettiğim bir hastamdı. Muayene esnasında bana bir şey sormak istediklerini fakat çekindiklerini hissettim. Sanırım bir şey sormak istiyorsunuz? diyerek sormak istediklerini öğrendim. Kendileri keçi sütünün MS’e iyi geldiğini duymuşlar. Eşi buna inanarak 2 tane keçi almış ve evde bakmaya başlamışlar. Bu durum beni hem güldürmüş hem de düşündürmüştü. Eşine bir şeyler yapabilme duygusu oldukça önemliydi bence. Sonraki kontrollerinde hep keçiler nasıl? Diye soruyorum kendilerine. Son geldiklerinde keçilerin yavruları olduğunu ilettiler ve tabi ki yine gülümsedik.
Yaşam kalitesini yükselten hastalarda(sağlıklı yaşam) hastalık seyrine ilişkin gözlemleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?
Düzenli egzersiz, yürüme ve yüzme gibi, yoga-pilates gibi aktiviteleri yapan hastaların yaşam kalitesinin çok daha iyi olduğunu görüyoruz. Bilimsel olarak da bu alanda pek çok çalışma olduğunu biliyoruz. Hastalara önerim bu aktiviteleri düzenli yapmak ve bırakmamak. Çünkü bıraktıkları taktirde yine kötüleşme olabilmekte. Hastalarımızın kendilerini iyi hissettikleri fiziksel ve psikolojik ortamlar yaşam kalitesini pozitif yönde etkiliyor. Samsun’da son 8 yıldır düzenli olarak düzenlediğimiz hasta kampına katılan hastalarımız ve yakınlarının söylediği bir söz bence çok önemli. Dedikleri şu ‘Hiçbir ilaç bize burada geçirdiğimiz 5 gün kadar iyi gelmemişti’. Tabi ki biz istiyoruz ki sadece 5 gün değil tüm hastalık seyrince hastalarımız kendilerini iyi hissetsin. O nedenle kendilerini iyi hissettikleri aktivitelere yer vermeleri ve bunları düzenli olarak yapabilmeleri oldukça önemli.
Hastalar tanı aldıktan sonra beslenmeye karşı bakış açıları nasıl değişmektedir?
Beslenme sağlıklı yaşam için oldukça önemli. Hastalarımız tanı aldıktan sonra hangi yaş grubunda olursa olsun ilk sordukları sorulardan biri; ben ne yemeliyim? Sorusu oluyor. Bunu hem hastalarımız hem de yakınları önemsiyor diye düşünüyorum. Kendilerine hem biz hem de diyetisyenlerimiz gerekli açıklamaları ve önerileri yapıyor. Bazen hastalığın seyri içerisinde hastalarımızın bunu önemsemediğini görebiliyoruz. O nedenle ara ara beslenmenin ne kadar önemli olduğunu kendilerine hatırlatmak gerektiğini düşünüyorum.
Yeni tanı almış hastaların beslenme ile ilgili aklındaki soruları cevaplamak adına neler önerirsiniz?
Hastalarımız ve yakınları öncelikle bu soruyu sormaktan çekinmesin. Bazen bizler yoğunluktan bu konuya değinemeyebiliyoruz. Bizlerin söylediklerine önem versinler. Bu kitapta da olduğu gibi kendilerine yazılı olarak ilettiklerimizi dikkatlice okusunlar ve pratikte de uygulasınlar. Bu konuda yazılı ve görsel medyada çok fazla bilgi kirliliği olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle en doğru bilgiyi bizlerden almalarını tavsiye ediyorum.
MS ve beslenmeye ilişkin geleceğe ilişkin beklenti ve tahminlerinizi öğrenebilir miyiz?
Son yıllarda bağırsak ve beyin arasındaki ilişki ile ilgili araştırmalar oldukça arttı. Dünyada pek çok hastalıkta olduğu gibi MS’de de mikrobiyota kavramı önem kazanmaya başladı. Bu alandaki gelişmeleri hep birlikte takip etmek ve çıkacak pratik bilgileri de hastalarımıza sunmak gerektiğini düşünüyorum. Benim bu konudaki öncelikli önerim bağırsaklara öncelikle sağlıklı gıdalar sunmak olduğu şeklindedir. Biz ne kadar sağlıklı beslenirsek bağırsaklarımızdan da kana ve beynimize o kadar yararlı ürünler sunulacaktır. Bu sayede bağışıklık sistemimiz MS ile olan mücadelesinde daha başarılı olacaktır.
Yapay Zekanın Nörolojideki Yeri
Yapay zeka son yıllarda günlük hayatımızda daha çok yer alan bir kavram olmaya başladı. Nörobilimin de yapay zeka alanında önemli bir yeri olup ‘Beyin farkındalık haftasında’ bu konuya yer vermek istedik. İnsan beynindeki bellek, bilişsel işlevler ve öğrenme fonksiyonlarını inceleyen bilim dalı olan sinir bilimleri alanındaki gelişmeler her geçen gün yeni keşifler ortaya koymaktadır. Bu çalışmaların en önemli destekçisi yine teknolojidir. Tüm dünyada yirmi birinci yüzyıl başlarından itibaren teknoloji destekli sinir bilim çalışmaları ile sinir sistemi daha iyi anlaşılmıştır. Bu sayede yapay zekadaki gelişmeler de hız kazanmıştır.
Birçok öncü yapay zeka bilimcisi aynı zamanda alanında başarılı sinir bilimcilerdir. İnsan beynindeki nöronal ağların ve bağlantıların keşfedilmesi yapay sinir ağına ilham vererek yapay zekanın bugüne gelmesinin temellerini oluşturmuştur. Sinir Bilimleri alanında özelikle son yıllarda artarak ortaya çıkan yeni teknolojik gelişmeler yapay zekanın çeşitli alanlarına ilham vermiştir.
Sinir biliminin üzerinde çalıştığı en önemli konulardan biri öğrenmedir. İnsan beyni anne karnından başlayan ve ömür boyu devam eden bir öğrenme döngüsü içerisindedir. Deneyimler, tecrübeler ve duyular ile elde dilen bilgiler beyne bilgi aktaran önemli veri kaynaklarıdır. Beyin bu veri kaynaklarından elde edilen bilgileri süzgecinden geçirip ilgili beyin bölgelerinde kaydetmektedir. İşitme, görme, duyma, tatma, ağrı, ısı gibi pek çok bilgi ilgili beyin bölgelerinde kaydedilmekte ve ihtiyaç duyulduğunda bu bilgilere başvurularak olaylar ve gelişmeler karşısında verilmesi gereken uygun çıktılara dönüştürülmektedir. Olaylar karşısında verilmesi gereken tepkilere emosyonel duygu da yine beyin tarafından katılmaktadır. Yapay zeka alanındaki gelişmeler de beynin bu öğrenme modeline göre gelişmektedir. Veriler aktarılarak ve bu veriler arasındaki ilişki ve uygun çıktıların neler olabileceği öğretilerek yapay zeka geliştirilmektedir. Beynin konuşma, görme, duyma, bellek gibi alanları bu fonksiyonlar için özelleşmiştir. Bu alanların gelişimsel bozuklukları veya sonradan gelişen patolojik süreçlere bağlı olarak bu fonksiyonlarda kayıp görülebilmektedir. Bu tür patolojik süreçlerde uygun nörorehabilitasyon programları ile beynin bu fonksiyonları olabildiğince öğrenmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Yapay zeka örneklerinde olduğu gibi hangi fonksiyonda azlık var ise bu alanda daha çok veri sağlanmaya çalışılmakta ve bu bilgiler uygun çıktılara dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Yaş ile uyumlu unutkanlık ve ileri nörodejenerayon sonrası ortaya çıkan demans tabloları, öğrenilmiş bilginin bu patolojik süreçler sonrası kaybı ile görülmektedir. Bu durumda beyne yeni bilgi aktarımı güçleşebilmekte ve beyin yeni bilgi kabul etmeyebilmektedir. Yapay zeka alanındaki çalışmalarda makina öğrenme sürecinde aktarılan bilgiler zaman geçtikçe beyinde olduğu gibi dejenere olmayabilir ve bilgi aktarımı süreklilik kazanabilir. Yine yapay zeka modellerinde zamanla var olan bilgi havuzunda eksilme görülmeyebilir. Bu açıdan bakıldığında makine öğrenmesi ile gelecek yıllarda var olan bilginin gittikçe arttığı, zaman geçse de unutulmadığı modellerin gelişeceği bir gerçektir. Yapay zeka alanındaki gelişmelerde önemli olan, yıllar geçse de hep var olacak bu verilerin ve modellerin çıktılarının sağlıklı bir süreçle yürütülebilmesidir. Tüm bu açılardan bakıldığında, sinir bilimi ile uğraşan bilim insanların yapay zeka alanındaki çalışmaların içerisinde olmasının bu alandaki gelişmelerin şekillenmesinde, bundan önceki yıllarda olduğu gibi bundan sonra da önemli katkı sağlayacağı bir gerçektir.
Hızla ilerleyen bu iki alanda dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan biri gelişmelerin etik ilkeler çerçevesinde olabilmesidir. İnsan beyninin robotlaşması veya makineye öğretilmesi sürecinde toplum ve bilim yararına gelişmelerin olabilmesi ancak etik ilkelere bağlı kalındığında mümkün olacaktır. Aksi taktirde ilerleyen zamanlarda robotlaşan insan beyninin kendi gelişimini ve ürünlerini geliştirmesi sürecinde olumsuz çıktıların olabileceği düşünülebilir. Sinir bilimi ve yapay zeka ile uğraşan bilim insanlarının bu etik kurallar çerçevesinde çalışmalarını yürütmesi ile daha sağlıklı bir yapay zeka gelişimi sağlanarak bu risk en aza indirilebilir.
Türk Nöroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Demet Özbabalık:
Alzheimer hastalığı beyin hücreleri olan nöronlarda ilerleyici bir kayıp ve bunun sonucu olarak beynin yapısal bozulması ile giden bir hastalıktır. Kısacası nörodejeneratif denilen beyin harabiyeti ile giden en önemli hastalıklardan biridir. Zihnin yaşamın ilerleyen dönemlerinde farklı nedenler ile yitirilmesi adı verilen demans hastalıkları için de en sık görülenidir. Diğer demans nedenleri arasında Alzheimer hastalığı gibi uzun seyirli ve tedavisi güç hastalıklar olabildiği gibi tiroit, vitamin B12 eksikliği, beyin tümörü, hidrosefali gibi tedavi edilebilir hastalıklar da vardır. Adını bu bozukluğu bir asırdan fazla bir süre önce tanımlayan Alman psikiyatrist Alois Alzheimer’den alan Alzheimer hastalığı ise tüm demans vakalarının %75’ini oluşturur. Diğer pek çok demans hastalıklarında olduğu gibi Alzheimer hastalığında da bellek, lisan, dikkat, yön bulma, kişi ve objeleri anıma, karar verme, huy ve davranış da değişme, eskiden kolaylıkla yapılan günlük aktivitelerinin, zaman içinde bozulması ile seyreder.
Nüfusun yaşlanması dünya çapında evrensel bir fenomen haline gelmiştir. Birleşmiş Milletler Yaşlanma Programı ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerinden alınan raporlarda, dünyadaki yaşlı insan sayısının (65+ yaş) 2030 yılında yaklaşık 1 milyar olarak beklendiğini ve oransal olarak %12’ye çıkacağından bahsedilmektedir. Bu artıştan en çok da ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler etkilenecektir. Böylece, gelişmekte olan ülkelerin dünya çapında yaşlanan nüfus içindeki payı %71’e yükselecektir. Yaşayan yaşlı nüfus sayısındaki artış göz önüne alındığında önümüzdeki 30 yıl içinde Alzheimer ve benzeri demans olgularının sayılarında 2 kat civarında bir artış beklenmektedir. Dünyada her yıl yaklaşık 5 milyon yeni olgu ile karşılaşılmaktadır. Dünya ölçeğinde konuşulduğunda, 2050 yılında tüm dünyada 100 milyona yakın hasta beklenmekte ve bu hastaların yaklaşık %43’ünün bakımevi gibi kurumlarda yüksek düzeyde bakıma ihtiyaç duyacağı tahmin edilmektedir. Bu ise ülkeler açısından yüksek bir maliyet anlamına gelir. O halde sadece bu nedenle bile bir ek maliyet oluşacak ve kaynağa gereksinim duyulacaktır. Alzheimer hastalığı dünyadaki tüm ülkelerde bir halk sağlığı problemidir.
Çoğunlukla yaş alma sürecinde, 65 yaş üstünde görülen bir hastalık olarak bilinse de geliştirilen yeni tetkik yöntemleri ile tanıdan 10-20 yıl önce başlayabildiğini, yavaş ve sessiz olarak ilerlediğini söyleyebiliriz. Hastalığa yakalanan kişilerde beyindeki harabiyetin, rastlantısal olarak veya genetik bir yatkınlıkla ortaya çıktığını ve çok sayıda risk faktörünün hastalığın oluşmasına zemin hazırladığını biliyoruz. Son 30 yılda Alzheimer hastalığının hücresel nedenlerini göstermek için çok sayıda çalışma yapılmış, hastalığın ilerlemesine neden olan beyin hücrelerin içinde ve hücrelerin arasında bozulmaya yol açan maddelerin elde edildiği ölçme yöntemleri geliştirilmiştir. Bu yönteme biyoişaretleyiciler adı verilir. Biyoişaretleyici ölçme yöntemleri, beyin-bel sıvısında, kanda yapılabildiği gibi, PET, MRI, SPECT gibi görüntüleme araçları ile de yapılabilmektedir.
Hastalığa neden olabileceği düşünülen pek çok faktör olabilir. Bazıları değiştirebileceğimiz ve engelleyebileceğimiz bazıları ile değiştiremeyeceğimiz risk faktörleridir. Yaş, genetik yatkınlık, cinsiyet, ırk, etnisite değiştirilemeyen risk faktörleridir, ancak sigara-alkol, şişmanlık, orta yaştaki hipertansiyon, orta yaştaki şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, kalp hastalıkları, kafa travmaları, depresyon, düşük eğitim, beslenme özellikleri değiştirilebilen ve korunulabilen risk faktörleridir. En yeni risk faktörü çevre kirliliğidir ki soluduğumuz ve maruz kaldığımız kötü gaz ve partiküller hastalığın gidişini çok hızlandırabilir.
Hastalığa neden olan ve amiloid olarak tau olarak isimlendirilen bazı beyin değişiklikleri vardır. Bunlar ile değişiklikler en sık bellek ile ilgili bölgelerden başlar ve diğer beyin bölgelerine zaman içinde yayılır. En son nokta ise tüm hastalıkların ortak etkilenme şekli olan beyinde şiddetli enflamatuvar görünüm ve beyin volüm/hacminde azalmadır. Beyinde aktivitelerden sorumlu asetilkolin, serotonin, dopamin gibi kimyasal maddeler giderek işlevlerini göremez hale gelir. Hastalık ile ilgili evrelendirme de artık değişiklik vardır. Hastalığın tam bulgularını göstermediği dönem evrelerin ilk basamağını oluştururken, hafif bozuklukların olduğu hafif bilişsel bozulma dönemi çok önemlidir. Gelecekte tedavilerin bu erken evrelerde başlayacaktır.
Hastalığa tanı koyarken diğer demans nedenlerini ve özellikle tedavi edilebilir nedenlerin var olup olmadığını gözden geçirmek gerekir. Genetik geçmişini sorgulamak gerekir. Hastalığın son yıllardaki en yeni bulgularından bir tanesi de alışmış tipik hastalık formlarının ötesinde atipik denilen yeni formlarının da tanımlanmasıdır.
Tedavide ilaçlı ve ilaç olmayan tedaviler de tavsiye edilmektedir. İlaç tedavileri uzun zamandan beri kullanılan aynı tedavilerin yanı sıra 2021 yılının Haziran ayında FDA onayı alan Aducanumab isimli yeni bir erken dönem tedavisidir. Henüz onay almayan ancak tedavide bir ilerleme olarak kabul edilen Lecanemab adlı ilaçta çok yakında kullanıma girecek gibi görünmektedir. Bu ilacın % 27 oranında iyileşme yaptığına ilişkin bilimsel delil bulunmaktadır ve yeni bir umut olarak piyasaya çıkacağı günü beklemektedir.
İlaç tedavisinin yanı sıra, beyni uğraştıran aktiviteler, Akdeniz ve benzer özellikli diyetler, iyi bir uyku düzeni, enfeksiyonlardan korunma, günde en az yarım saat yürüyüş, gereksiz ne olduğunu bilmediği ilaç ve benzeri maddelerden kaçınma, temiz hava koşulları olan yerlerde yaşama ve doğayı koruma, elektromanyetik alandan mümkün olduğu kadar uzak durma hastalıktan korunmada önemli tavsiyelerdir.
Türk Nöroloji Derneği Saymanı Prof. Dr. İbrahim Öztura:
Yaşamımızın üçte birini geçirdiğimiz uykumuzun düzenli olası, sağlığımızın için olmazsa olmazdır.
Düzenli uyku için uyku hijyenine dikkat etmek, önemlidir.
Uyku hijyeni açısından, her gün (tatil ve hafta sonları da dâhil) aynı saatte yatmaya ve sabahları aynı saatte kalkmaya çalışılmalıdır. Eğer aynı saatlerde yatıp uykuya dalamıyorsanız bile sabah kalkış saatiniz sabit tutmaya çalışmalısınız. Uykuya dalmak için kendinizi zorlamalı ve uykunuz gelmeden yatağa girmemelisiniz. Yatakta yarım saatten daha fazla sürede uykuya dalamazsanız, yataktan çıkıp sakin bir uğraşla (loş ışıkta kitap okuma gibi) veya ılık duş, dinlendirici bir müzik dinleme gibi rahatlatıcı etkinliklerde bulunmalısınız ve uykunuzun tekrar geldiğinde yeniden yatağa gitmeli, bulunduğunuz yerde uyumamalısınız.
Yatak odanızın uyku için ideal koşulları sağlayacak özellikte karanlık ve sessiz olması önemlidir. Yatak odası ve yatak amaç dışında kullanılmamalıdır Yatağa gitmeden duş almak, ılık süt içmek çoğu zaman uykuya dalmayı kolaylaştırabilir, gerekirse deneyebilirsiniz.
Gündüz saatlerinde aktif ve gün ışığından maksimum faydalanılabilecek bir yaşam tarzı benimsenmelisiniz. Günlük yaşamınızı, haftada en az üç gün yarım saatlik yürüme, hafif egzersizler gibi aktiviteler ile düzenlemeye çalışın.
Yatmadan önce ağır egzersizlerden uzak durmak iyi olur. Uykuya dalmayı kolaylaştırma amaçlı alkol kullanımı, başlangıçta etkili gibi görünse de sürdürülebilir değildir. Çok aç ya da tok olmak uykuya dalmanızı güçleştirebilir, akşam öğünlerinizin daha hafif ve uyku saatinizden 3-4 saat önce olması önerilmektedir. Akşam saatlerinden itibaren kafeinli ve kolalı içecek ve gıdalar tüketilmemeye çalışılmalıdır.
Gündüz uykularından kaçınılmalı, eğer gündüz uyku alışkanlığınız var ise aynı saatlerde olması ve 30- 40 dakikayı geçmemesine dikkat etmelisiniz. Gündüz uykusu için önerilen saatler, öğleden sonralarıdır, bu uykular akşamüzeri saatlere kaymamalıdır.
Düzenli uyku için gerekli önlemlere rağmen uykuya dalma, sürdürme veya dinlendirici olmayan bir uykunuz var ise doktorunuza danışmadan uyku ilacı almamalısınız.
Epilepsi, tedavi edilebilir bir nörolojik hastalıktır.
Beyin hücrelerinde geçici ve olağandışı bir elektriksel aktivite yayılımı sonucu ortaya çıkan epilepsi (sara), kısa süreli bir beyin fonksiyon bozukluğudur Epilepsi, toplumun yaklaşık %1’ini etkilemektedir. Hastalık, kadın ve erkeklerde eşit sıklıkta görülmektedir. Epilepsi nöbetleri herhangi bir yaşta ortaya çıkabilmekle birlikte, çocukluk ve yaşlılık döneminde daha sık ortaya çıkmaktadır.
Farklı tipte epilepsi nöbetleri görülebilir. Kırktan fazla epilepsi nöbet tipi tanımlanmıştır. Epileptik nöbetler temelde: fokal (beyinde bir bölgeye sınırlı başlayan nöbetler) ve jeneralize (beyinde yaygın olarak başlayan nöbetler) olmak üzere iki temel klinik altında sınıflandırılmaktadır. Fokal nöbetler beynin bir bölümünden başlarlar. Elektriksel deşarj ya o bölgede kalır ya da beynin diğer bölgelerine yayılma gösterir. Jeneralize nöbetler ise tüm beyinde yaygın olarak ortaya çıkarlar. Nöbet tipinin bilinmesi, hangi epilepsi ilacının daha etkili olacağı konusunda yol gösterici olması açısından büyük önem taşımaktadır.
Epilepsi tanısı klinik ve Elektroansefalografi (EEG) temelindedir. Hastanın nöbetlerinin hasta ve yakınları (görgü tanıkları) tarafından tanımlanması önemlidir. Gelişen teknoloji ile birlikte video kaydının kolaylaşması ile, nöbet videoları tanısal anlamda çok katkı sağlamaktadır. Elektroansefalografi 1950 yıllardan beri yaygın olarak kullanılmaya başlanan bir yardımcı inceleme yöntemidir. Bu yöntem ile beynin ürettiği elektriksel aktivite EEG dalgası olarak kayıtlanmaktadır ve video ile senkronize EEG çekimi epilepsi tanısında altın standart tanı yöntemini oluşturmaktadır. EEG her yaş grubunda uygulanabilen bir incelemedir, dışarıdan hastaya herhangi bir ilaç, radyasyon, elektrik vs verilemediği içinde herhangi bir zararlı etkisi de bulunmamaktadır.
Epilepside tedavi ilaç temellidir. Doktoru tarafından ilaç tedavisi başlanmasına karar verilen hastada, epilepsi teşhisi sonrasında, nöbetleri kontrol altına alacağını düşünülen ilacın seçimi ardından ilaç dozu kademeli olarak artırılarak nöbetler kontrol altına alınmaya çalışılır. Genellikle tek bir epilepsi ilacı ile tedaviye başlanmakta, eğer bu ilaç nöbetleri yeterince kontrol altına alamıyorsa, o zaman ilaç değişimi veya ikinci bir ilacın tedaviye eklenmesi yapılmaktadır. İlaç tedavisinde en önemli nokta nöbetleri durdurmaya yönelik olarak seçilen ilaçların düzenli ve planlı kullanımıdır. Her beş hastadan dördünde uygun ilaçlar seçildiğinde ve yeterli dozda alındığında nöbetler ortadan kalkmaktadır. İlaç tedavisi esnasında düzenli kontroller ilaç etkinliğinin ve ortaya çıkabilecek yan etkilerin izlemi açısından önemlidir.
Epilepsi çocuklukta, yaşlılıkta ve hamilelik gibi özel durumlarda farklılıklar göstermektedir.
İlaç tedavisi ile nöbetlerin kontrol altına alınamadığı, yaklaşık olarak hastaların yüzde yirmisini oluşturan, dirençli epilepsi grubunda ise epilepsi merkezleri tarafından uygulanan cerrahi tedavi ve pil tedavisi (Vagal sinir uyartımı) seçenekleri de mevcuttur.
Türk Nöroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Nerses Bebek:
“Nörolojik hastalıkların büyük çoğunluğu çevresel nedenler genetik yatkınlığa eklendiği zaman gelişir”
Toplumdaki hastalıkların çoğu gibi nörolojik hastalıklar da genetik bir temele bağlı gelişebilir. Nörolojik hastalıklarda bazen anne ve babadan çocuklara aktarılan gen şifrelerinden tek birinin veya her ikisinin değişime uğraması (mutasyon) hastalığı oluşturabilir. Ancak nörolojik hastalıkların % 90’ı çevresel nedenler genetik yatkınlığa eklendiği zaman gelişir. Bir veya daha fazla gen ile çevresel faktörlerin etkileşimini içeren karmaşık nedenlere bağlı olarak ortaya çıkarlar. Bunlar içinde migren, epilepsi hastalıkları, Alzheimer Hastalığı, Parkinson, Huntington Hastalıkları, kas hastalıkları sık karşılaşılan ve iyi bilinen örneklerdir. Nörolojik bulguların görüldüğü daha az bilinen veya daha az duyulmuş nadir pek çok kalıtsal nörolojik hastalık bilinmektedir.
Son 50 yılda gelişen bilim ve teknolojiye paralel olarak bilgi birikimi hızla artmıştır. Aile içi ve toplumda hastalıkların dağılımına, oluşumuna, kontrolüne neden olan genetik özelliklerin incelenmesi, hastalıklar ile genetik alt yapı arasındaki ilişkilerin belirlenmesini sağlamaktadır. Gen – çevre etkileşimi konuları ile ilgili genetik çalışmalar yapılmaktadır. Çevre faktörleri ile genlerin etkileşimini her zaman net olarak belirlemek kolay olmayabilir fakat sigara içenlerde kanser olasılığının artması bu etkileşime en iyi örnektir. Genetik yapımızı değiştirmek mümkün olamayacağı için sağlıklı yaşamak bu tür hastalıklarda büyük önem taşımaktadır.
Nörogenetik hastalıklar sinir siteminin birçok farklı kısmını etkileyebilir. Örneğin sadece kaslar etkilediğinde güçsüzlük, yorgunluk, merdiven çıkamama, kaslarda erime görülebilir. Beyinin belli bölgeleri etkilendiğinde unutkanlık günler, yıllar içerisinde artarak ilerleyebilir, Parkinson hastalığında olduğu gibi hareket sorunları görülebilir. Kişinin olağan yaşantısı dışında gelişen her bulgu devamlılık gösteriyorsa mutlaka doktora başvurulmalıdır. Bazen bulgular sinsi ilerleyebilir veya doğumdan itibaren olduğu için olağan kabul edilebilir. Ancak örneğin akranları gibi koşamadığı farkedildiğinde çocuğun bir sorunu olabileceği akla getirilmelidir.
Akraba evlilikleri genetik hastalıkların ortaya çıkmasını kolaylaştırır
Bir diğer önemli nokta akraba evliliğinin, daha önce ailede olmasa da genetik hastalığın, ortaya çıkmasını kolaylaştıran en önemli durum olduğunun akılda tutulmasıdır. Hatta aynı aileden olmasa dahi, hastalığın ve hastalık genlerinin sık görüldüğü bir bölgeden olan evliliklerde dahi risk artmaktadır. Ailede hastalık olduğu bilinmekteyse mutlaka o hastalığın genetik nedeninin teknik imkanlar elverdiğince anlaşılması gerekir. Böylece evliliklerde doğacak olan çocukların durumu hakkında genetik danışmanlık verilmesi daha kolay ve net olmaktadır.
Son yıllarda genetik biliminde olan hızlı gelişmeler, insan genleri ve genetik hastalıklarla ilgili bilgilerimizi arttırmıştır. Sorumlu geni saptanmış olan genetik hastalıkların tanısı moleküler genetik testler kullanılarak doğrulanabilmektedir. Bunlara örnek olarak spinal müsküler atrofi, müsküler distrofiler verilebilir. Sadece kromozom lokalizasyonu bilinen hastalıklarda ise bağlantı analizi gibi dolaylı yöntemler sık kullanılmıştır. Günümüzde tüm genom ve ekzom analizleri doğrudan tanı koymak veya hastalığın nedenini araştırmak amacıyla sık kullanılmaya başlanmıştır. Genetik tanı testleri klinik uygulamada şüphelenilen bir hastalığın tanısını doğrulamak, ayırıcı tanıda yer alan hastalıkları dışlamak, sağlıklı bir kişide hastalığın oluşacağını öngörmek (prediktif tanı), taşıyıcıları belirlemek, bir çiftin çocuk kararına destek olmak (prenatal) için kullanılabilir.
Genetik temeli henüz bilinmeyen klinik durumlarda aile çalışmaları önem taşımaktadır. Bu durumlarda klinik özelliklerin tanımlanması, aile bireylerinin değerlendirilmesi, aile ağacı çalışmaları ile kalıtım modeli belirlenebilir. Kalıtım paterninin anlaşılması klinik açıdan riskin belirlenmesi ve seçilecek genetik incelemeler açısından önem taşır. Klinik olarak değerlendirilen ailelerde uygun çalışma gruplarının oluşturulması, klinisyenler ve genetikçiler arasında işbirliğinin sağlanması en önemli aşamadır. Ancak tüm bu inceleme ve araştırmalar uzun, masraflı ve emek gerektirmekte, hasta birey ve yakınlarının desteği ile daha etkin yapılabilmektedir.
Tüm bu nedenlerle bireylerin öncelikle tıbbi hizmet alması, klinik doktorları ve genetikçilerin yapacakları incelemeler sonucunda gösterilecek en doğru genetik incelemenin seçilmesi sağlanmalıdır. Bunun dinamik bir süreç olduğu, teknik gelişmeler ve testlere ulaşımın kolaylaşması iile yıllar içinde gelişmelerin devam edeceği esastır. Bu nedenle o günün imkanları ile sonuca ulaşamasa da takibe devam edilmesi, gelişmelerin takip edilmesi gereklidir. Tanı ve genetik nedenin saptanması bugün için sınırlı olan genetik tedavi imkanlarının daha da gelişeceği umudunu taşımaktayız.
Epilepsi hastalığı yüksek oranda başarıyla tedavi edilebilir.
Epilepsi nöbetlerle kendini gösteren, nöbetler dışında genellikle başka bir neden yoksa bireyin sağlıklı ve üretken hayatına devam edebildiği kronik bir hastalıktır. Bulaşıcı değildir. Günümüzde epilepsi nöbetlerinin gelişmesini önlemeye yönelik ilaç tedavi seçenekleri geliştirilmiştir. Hastaların %60-70i düzenli ilaç kullanarak, doktor kontrolünde kalarak, ilaç tedavisine özen göstererek sorunsuz bir hayat yaşayabilirler. Burada esas nokta ilacın düzenli kullanılmasının yanı sıra sağlıklı yaşam kurallarına özen gösterilmesidir. Bireyler beklenen uzunlukta bir hayatı yaşayabilir, evlenebilir, çocuk sahibi olabilir, eğitimlerine devam edebilir ve çalışabilirler. Kişilerin düzenli olarak takip edildikleri sağlık merkezi ve hekimleri tarafından bilgilendirilmesi, karşılaşabilecek sorunlar, sosyal destek, olası yan etkilerin takip edilmesi, evlilik ve çocuk sağlığı konusunda danışmanlık verilmesi son derece önem taşımaktadır. Bireyin hastalığını tanıması, olası sorunlar, riskleri bilmesi, doktoruna değişiklikleri bildirebilmesi ve tedavi sürecinde aktif rol alması en az ilaçlar kadar etkili görünmektedir.
Nöbet geçirmekte olan bireyin kasılmasını zor kullanarak durdurmak mümkün değildir. Kişinin zarar görmesini, düşmesini, yaralanmasını önlemek, sivri cisimleri uzaklaştırmak, başını güvene almak, henüz dişlerini sıkmadan dişlerinin arasına boğazına kaçmayacak ve zarar vermeyecek sertlikte bir eşya koymak, sağlık görevlilerini haberdar etmek uygundur. Israrla dişlerini aralamak, su dökmek, çekiştirmek yaralanmalara yol açmaktadır.
Türk Nöroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Uluç:
ALS Hastaları Seslerinin Duyulmasını Bekliyor
ALS nedir?
Amyotrofik lateral skleroz (ALS), beyin ve omurilikte yer alan ve istemli kasları kontrol eden motor sinir hücrelerinin (nöron) geri dönüşümsüz kaybına yol açan ilerleyici bir hastalıktır. Hastalık genellikle vücudun bir tarafında daha fazla ortaya çıkar. Sık görülen belirtiler vücudun farklı bölgelerinde kas seyirmeleri ve kramplar, yürüme güçlüğü ve düşmeler, günlük yaşam aktivitelerinde zorlanma, ince el becerilerinde ilerleyici etkilenmeye bağlı çatal bıçak kullanmada, yazı yazmada zorlanma, merdiven çıkmada zorlanma şeklindedir. Hastalığın ileri evrelerinde konuşma ve yutma güçlüğü, çiğneme güçlüğü, beslenmede zorlanma, nefes darlığı, hava açlığı görülür. Etkilenen kaslarda güçsüzlüğün yanına kas hacmi kaybına bağlı kas erimesi da eklenir.
Türkiye’de kaç ALS hastası var ve her yıl ne kadar kişiye bu tanı konuluyor?
ALS, nadir görülen hastalıklar içinde yer alır. Türkiye’nin güncel nüfusu düşünüldüğünde toplam olarak 6000-8000 civarı ALS hastamız olduğunu öngörebiliriz. Her yıl yeni tanı alan hasta sayısı ise 1500 ila 3000 arasında değişmektedir.
Hastalık için risk faktörleri nedir?
Hastaların %5-10’unda genetik geçiş söz konusu iken, geri kalan hastalarda hangi neden veya nedenlerin hastalığa yol açtığını bilmiyoruz. Genetik ve çevresel faktörlerin etkileşim göstererek sürece neden olduğunu düşünüyoruz. Hastalık ortalama 40 ila 60’lı yaşlarda başlar ve hastalığın görülme ihtimali yaşla birlikte artar. Olası çevresel risk faktörlerinden biri sigara içmektir. Özellikle bu risk, menopoz sonrası kadınlarda biraz daha yüksektir. Öte yandan çoklu kafa travmalarının ALS için bir risk faktörü oluşturduğu düşünülmektedir. Uzun yıllar profesyonel düzeyde futbol ve Amerikan futbolu oynayan ve topa daha fazla kafa vuran sporcularda demans ve ALS gibi nörodejeneratif hastalıkların daha sık görüldüğü ortaya konmuş durumdadır.
Tedavi yöntemleri nelerdir?
Her ne kadar hastalığın ilerlemesini yavaşlatan, yaşam süresini uzatan ilaçlar olsa da, ALS’nin şu aşamada henüz kesin bir tedavisi bulunmuyor. Altta yatan patofizyolojik süreçler gün geçtikçe daha iyi aydınlatılıyor, dolayısıyla bunlara yönelik tedavi yaklaşımları da hız kazanmış durumda. Elimizdeki ilaçlardan daha yüz güldürücü sonuçlar yaratacak yeni ilaçların kısa zaman içinde günlük hayatımıza girmesini umut ediyoruz. Şu anda Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onay verilmiş 3 ilaç bulunuyor. Bunlar hastalığı durdurmuyor, yavaşlatıyor. Ekim ayı sonunda onay verilen son ilacın sağkalım süresini 10 ay kadar uzattığı bildiriliyor.
ALS hastalarının yaşadığı sorunlar neler?
ALS hastalarının insan onuruna yakışır bir yaşam sürmeleri için ivedilikle atılması gereken adımlar var. Vücut motor fonksiyonlarını yerine getiremeyen, solunum ve beslenme kanalı açılarak, yatağa ve makinelere bağlı yaşamak zorunda kalan hastalarımız var. Ayrıca, hastalara 7/24 bakım veren eş, çocuk ve yakınları da hastalıktan birebir etkileniyor. Bu açıdan toplumu ilgilendiren bir sağlık sorunundan söz ediyoruz. Bazı ilaç, tıbbi cihaz ve malzemeleri SGK tarafından karşılansa da, hastalığın yarattığı olumsuzluklarla baş edebilmeleri için hastaların ve ailelerinin çok daha fazla desteğe ihtiyacı var. Teknolojik imkanların bu kadar geliştiği günümüzde, konuşamayan hastaların göz takip sistemi ile yakınları ile iletişim imkanı varken, bu sistem SGK tarafından geri ödenmediği ve ekonomik gücü yetmediği için sevdikleriyle iletişimsiz kalması; 24 saat solunum cihazına bağlı yaşamak zorunda olan bir hastanın elektrik faturasını nasıl öderim diye düşünmesi gerekmemeli.
Dünyada şu an birçok ilaç çalışması devam ediyor ve hastalarımızın bu çalışmalara katılabilmesi, etkinliği gösterilen ilaçlara erken erişebilmeleri için bazı şartlar gerekiyor. Bu şartlardan en önemlisi Sağlık Bakanlığı tarafından onaylı Nöromusküler Hastalıklar Merkezlerinin kurulması. Her ne kadar ülkemizde bazı Üniversite ve Eğitim ve Araştırma Hastanelerinde çok iyi yetişmiş hekim gücü ve teknik alt yapı bulunsa da, hastaların yurtdışında devam etmekte olan çalışmalara katılabilmesi için multidisipliner tedavi yollarının denendiği, sayıca yeterli sağlık personelinin çalışacağı, alt yapı sorunu olmayan tam donanımlı Nöromusküler Hastalıklar Merkezlerinin kurulması gerekiyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığının harekete geçmesini bekliyoruz.
Türk Nöroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Dr. Öğr. Üyesi A. Onur Keskin:
Malumunuz olduğu üzere son yıllarda ülkemizden yurtdışına hekim göçü önceki yıllara göre katlanarak artmıştır. On yıl öncesinde yurtdışında çalışmak için başvuran hekim sayısı için ellili rakamlar telaffuz edilirken 2022 yılına gelindiğinde bu sayı binin üzerine çıkmıştır. Sağlık sektöründe özellikle de kamudaki ağır kan kaybı nedeni ile Sağlık Bakanlığı’mızca “Sağlıkta Beyaz Reform” uygulamaya koyulmuştur. Reform ile hekim ücretlerinde iyileştirme yapılmış ve dolar bazında yüzde yüze yakın oranda azalan hekim ücretleri bir ölçüde iyileştirmiştir. Fakat daha önce nöroloji uzmanları üzerinde yaptığımız anket çalışmamızda ortaya koyduğumuz, uzman hekimlerin işten ayrılmalarında ciddi etkileri saptanan; uzmanların iş yükünde ve sağlıkta şiddetin azaltılması hususunda atılan adımlar halen yeterli düzeyde değildir. Sağlıkta yapılan reformun kalıcı başarı sağlaması için hekim iş gücünün verimli ve akıllıca kullanılması gerektiğini düşünüyoruz. Beş dakikaya indirilen muayene süreleri ile kaliteli bir sağlık hizmeti üretilmesi ve hekim tükenmişliğinin önüne geçilmesi mümkün değildir. Şüphesiz ki sağlıkta nitelik nicelikten önce gelmelidir. Hekimliğin en birincil kuralı olan önce zarar verme ilkesinin sağlanabilmesi için hekimlere uzmanlıklarını en etkin şekilde kullanabilecekleri uygun çalışma koşulları sağlanmalıdır. İyi biliniz ki, isteyenin randevu alarak gerçek hastaların önüne geçebildiği bir sağlık sisteminden verim elde edilmesi uzun vadede mümkün görünmemektedir.
Sağlıkta yapılan reform sonrasında asistan hekimlere nöbet sonrası izin getirilmiş ve intörn hekimlere maaş verilmeye başlanmıştır. Bu durumu tüm hekim camiasında memnuniyetle karşılamıştır. Bununla birlikte bulunduğu hastanede tek olarak çalışan uzman hekimlerin hukuksuz bir şekilde ayın her günü icap nöbeti tutturulmaya zorlanması ve bu haksız uygulamaya karşı çıkan hekimlere mobbing uygulanması sıklıkla karşılaştığımız üzücü bir durum olmaya devem etmektedir. Bakanlığımızın tek çalışan uzman hekimlerin icap nöbeti tutulmasının engellenmesi hususunda net bir duruş sergilemesini ve hastane yöneticilerine sorumluluklarını hatırlatmasını istiyoruz. Bu bağlamda bir meslektaşımızı daha uykusuzluk nedeniyle trafik kazasında kaybetmeden gerekli önlemlerin ivedilikle alınmasını talep ediyoruz.
Sağlık sistemimizin geleceği olan asistan hekimlikle ilgili bir diğer sorun da asistan hekimlerin eğitimlerinin niteliği ve yeterliliğidir. Tıpta Uzmanlık sınavında Ekim 2020’de 5.977, Eylül 2021’de 6.135, Şubat 2021’de 6.300 iken; Mart 2022’de 12.294 kadro açılmıştır. Asistan hekim sayısı iki yıl içinde iki kattan fazla arttırılmıştır. Buna karşın asistan hekimlere eğitim verecek öğretim üyesi sayısı artışı yetersiz düzeydedir. Ayrıca asistan hekimlerin hastaneler arası dağılımı asimetriktir. Üniversite kliniklerinde bir eğitici başına 2-3 asistan hekim düşerken, bu oran bazı eğitim hastanelerinde ona kadar çıkmaktadır. Bir eğitici başına on asistan hekim düşmesi eğitim kalitesini ileri derecede bozabilecek ciddi bir sorundur. Nöroloji asistan hekimleri için de durum diğer branşlardan farklı değildir. Nöroloji kliniklerinde asistan hekim sayısı son iki yılda iki katına çıkmış fakat bu yapılırken eğitimin kalitesini sağlayacak gerekli planlamalar eksik ve yetersiz kalmıştır. İsteğimiz asistan hekim eğitimi planlanırken ve asistan hekim kadroları planlanırken konunun muhatabı olan öğretim üyelerinin sürecin içinde daha fazla yer almalarının sağlanmasıdır. Ülkemizin ihtiyaç duyduğu nöroloji uzmanlarının yetiştirilmesi için tüm eğitim faaliyetlerini ücretsiz ve açık kaynak olarak üyelerine sağlayan Türk Nöroloji Derneği olarak en büyük isteğimiz ülkemizde nöroloji sağlık hizmetlerinin kalitesini ve bilimsel faaliyetlerimizi mümkün olan en üst seviyeye taşımaktır. Derneğimiz bu amaçla akreditasyon faaliyetlerine ve yeterlilik kurslarına aralıksız devam etmektedir. Önümüzdeki yıllarda da Türk Nöroloji Derneği nöroloji alanında yapılacak ülkemizin yararına tüm faaliyetleri desteklemeye ve katkı sağlamaya devam edecektir.