Ana Sayfa Tıp&Sağlık Nöroseksizm

Nöroseksizm

Beyin, Kadın ve Erkek Beyni Diye Farklılık Göstermiyor

  • Editör
  • BilimFili Editör

The Gendered Brain isimli kitabının başlarında bilişsel sinirbilimci Gina Rippon, kadın ve erkek beyni arasındaki farkı açıklayan ve “nihayet” olarak nitelendirilen çok sayıdaki beyin çalışmalarından birisini ele alıyor. Söz konusu bu çalışma, 21 erkek ve 27 kadının manyetik rezonans görüntüleme analizlerine dayanıyordu. Bugünün standartlarına göre minicik olan bu kısa iletişim, yine de, bloglardan, gazetelere, televizyonlara, kitaplara ve nihayetinde öğretmen eğitimlerine ve kurumsal liderlik konferanslarına kadar bir tanıtım turuna çıktı.

ABD’deki bir televizyon kanalında, erkeklerin beyinlerinde kadınlardan 6,5 kat daha fazla gri madde bulunduğundan, kadınların da erkeklerden 10 kat daha fazla beyaz madde bulundurduğundan söz edilmişti. Buradan yola çıkarak da erkeklerin gelişmiş matematiksel yeteneklerine ve kadınların birden fazla işi aynı anda yapabilme becerilerine vurgu yapılıyordu. Bu farklılığın kadınların kafasının erkeklere kıyasla %50 daha büyük olmasını gerektirdiği gerçekliğini bir yana bıraksak bile; yapılan çalışmada, beyin hacimleri karşılaştırılmamış, yalnızca gri ve beyaz madde ölçümleri ve IQ arasında bir korelasyon araştırması yapılmıştı.

Nöroseksizm

Beyinde cinsiyet temelli farklılıklar üzerine yürütülen araştırmalar, büyük oranda; yanlış yorumlama, yayın ön yargısı, zayıf istatistiksel güç ve yetersiz kontrol gibi güvenilirliği ve geçerliliği olumsuz etkileyen bazı unsurları içerisinde barındırıyor. Cinsiyet farklılığına ilişkin bu kötü nörobilime karşı önde gelen bir ses olan Gina Rippon, bu iddialı kitapta, sonsuz döngüyü uyandırmak için bir köstebek metaforunu kullandığı pek çok örneği ortaya çıkarıyor. Bu sonsuz döngü, kadınlar ve erkekler arasındaki bir farkı keşfetmiş gibi görünen herhangi bir beyin araştırmasının “Ve Sonunda!”, “İşte Gerçek!” gibi sunulduğu, diğer araştırmacıların hataları ve eksiklikleri ortaya koymasıyla sönümlenen ve bir başka post hoc analizininin yeni bir “Aha!” anı yaratmasıyla devam ediyor. Rippon’ın da işaret ettiği gibi, beyin farklılıklarına dair yürütülen “bu av, çağlar boyunca bilimin kullandığı bütün tekniklerle kuvvetli bir biçimde takip edildi.” Son 30 yılda da, çatışmanın içerisine MRI araştırmalarının da dahil olmasıyla bu patlama şiddetlendi.

Bununla birlikte, Rippon’ın The Gendered Brain‘de de ortaya koyduğu üzere, cinsiyete bağlı beyin farklılıkları noktasında kesin bulgulara ulaşılamamıştır. Modern sinirbilimciler, kadın ve erkek beyni arasında belirleyici, kategorize etmeye yarayacak hiçbir fark bulamadılar. Dahası 1995 yılında Nature‘da yayımlanan küçük bir çalışmanın ileri sürdüğü; kadın beynindeki dil işlemenin, yarımküreler arasında bile erkeklerinkinden daha yaygın olduğu bulgusu; 2008 yılında Brain‘de yayımlanan bir meta-analiz çalışmasıyla çürütüldü.

Öte yandan beyin büyüklüğü, vücut büyüklüğü ile artar ve gri ila beyaz madde oranı veya korpus kallosum adı verilen sinir sisteminin enine kesit alanı gibi bazı özellikler beyin büyüklüğüyle doğrusal olmayan bir şekilde ölçeklenir. Fakat bunlar tür anlamında değil derece anlamındaki farklılıklardır ve Rippon’ın da belirttiği üzere; küçük kafalı erkeklerle, büyük kafalı kadınları kıyasladığımızda; bunun hobiler ya da eve getirilen para konusundaki farklılıklarla ilişkili olmadığı görülür.

Ön Yargının Tarihi

Rippon’ın kitabındaki ana mesaj, cinsiyet temelli bir dünyanın, cinsiyet temelli bir beyni ürettiği yönündedir. Eğer iddialar tamamen geçmişte kalsaydı, bu tarihi okumak gerçekten eğlenceli olabilirdi. Ancak ne yazık ki, bu yöndeki iddialar bugün hâlâ devam ediyor. Rippon, bu tarihe kadınların “insan evriminin en aşağı biçimlerini temsil ettiğini” ilan etmek için taşınabilir sefalometresini kullanan sosyal psikolog Gustave Le Bon‘dan 1895 tarihli bir alıntıyla başlıyor ve 2017 yılında Google mühendisi James Damore‘un teknoloji ve liderlik rollerindeki kadın eksikliği için “biyolojik nedenler” hakkındaki yazılarına kadar geliyor.

Rippon’a göre, kadının eksikliğine dair süren avcılık, son yıllarda, erkek-kadın “tamamlayıcılığına” bir kanıt olarak gösterilmektedir. Böylece bu yaklaşım, kadınların gerçekten de erkeklerden daha az zeki olmadıklarını, “farklılığın” yalnızca İncil öğretileriyle ve toplumsal cinsiyet rollerinin statükolarıyla çakışacak şekilde “farklı” olduğu yönündedir. Bu nedenle, kadınların beyninin empati ve sezgiye bağlı olduğu söylenirken, erkek beyinlerinin akıl ve eylem için optimize edildiği beklenir.

Kültürel Yolaklar

Peki beyin bu şekilde bağlantılı değilse, o halde erkek ve kadınlardaki davranışsal ve ilgilerle alakalı belirgin farklılıkları nasıl açıklayacağız? İşte Rippon’ın cinsiyetçi bir dünyanın insan beyni üzerindeki etkisine ilişkin tezini burada devreye sokuyoruz. Rippon, tezini, cinsiyet farkı araştırmasının eski tarihinden modern beyin görüntüleme yöntemlerine, sosyal bilişsel nörobilimin ortaya çıkışına ve yenidoğanlarda beyin cinsiyet farklılıkları için şaşırtıcı derecede zayıf kanıtlar gibi genel hatlarıyla dört bölümde bir araya getiriyor. Rippon, çocukların beyinlerinin, doğum öncesi cinsiyetin ortaya çıktığı andan itibaren tamamen pembe-mavi“boyamasıyla” nasıl farklılaştığını gösteriyor.

Değişen Zihinler

Dördüncü bölümde ise her ne kadar mutlu bir son olmasa da kitap bizi 21. yüzyıla getiriyor. Bu kısımda, bilim ve teknolojideki kadınlara odaklanılıyor ve cinsiyetçi dünyanın, bu yüksek statüye nasıl girebildiği ve ilerleyişi ele alınıyor.

Final kısmında ise, kitabın alt başlığı olan “Kadın Beyni Efsanesini Parçalayan Yeni Sinirbilim” açıklanıyor. Son kısımda kitap, amacına ulaşıyor ve kadın ve erkek beyni gibi cinsiyete bağlanan farklılıklardan söz eden efsaneyi çürütüyor: Beyin de tıpkı karaciğer, böbrekler ya da kalp gibi cinsiyet farklılığı göstermeyen bir organdır.

Kaynak ve İleri Okuma