Türkiye Nükleer Tıp Derneği’nin (TNTD) düzenlediği Ulusal Nükleer Tıp Kongresi’nin 36.’sı, TNTD tarihinde bir ilk olarak yavru vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) gerçekleştirildi.
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar kongrenin ilk günü yapılan açılış törenine katıldı. Cumhurbaşkanı Tatar, burada yaptığı konuşmada, Türkiye’nin nükleer tıp alanındaki en iyi doktorlarının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan toplantıda bir araya gelmesinin önemine dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Tatar, doktorların teknolojideki gelişmeleri takip ederek, insanlara sağlıklı bir yaşam sunmak için sürekli çalıştığına vurgu yaptı ve Ülkelerinde önemli bilim insanlarını bir arada görmenin mutluluğunu yaşadığını dile getirdi.
Bu yıl “Tanıdan Tedaviye Giden Yol: Nükleer Teranostik” temasıyla Girne’de düzenlenen kongrede, dünya çapındaki nükleer tıp uygulamalarına paralel olarak Türkiye’de tüm güncel nükleer teranostik uygulamalara ağırlık veren bir bilimsel program gerçekleştirildi. Kongre programında 3 Kurs, 37 Oturum, 8 Uydu Sempozyumu ve 9 Çalışma Grubu Toplantısı yoğun ilgiyle tamamlandı. 500’ü aşkın katılımcının takip ettiği kongrede 94 Sözel, 100 E-Poster sunumu yapıldı. 4’ü Yurtdışından olmak üzere 70 Konuşmacı ve Oturum Başkanı bilimsel programda görev aldı.
TNTD Yönetim Kurulu ve Kongre Başkanı Prof. Dr. M. Fani Bozkurt, kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısında yaptığı konuşmada; Türkiye’de nükleer tıbbın, 1973’te birçok ülkeden daha erken bir zamanda bağımsız tıpta uzmanlık dalı olarak kabul edildiğine dikkat çekti.
TEKNOLOJİ İLE BİRLİKTE NÜKLEER TIP DA GELİŞİYOR
Hastalıkların tanı ve tedavisinde radyoaktif maddelerin kullanıldığı bir tıp branşı olan Nükleer Tıp’ın, son yıllarda klinik kullanıma giren pek çok yeni radyoaktif hedefleyici, moleküler tanı ve hedefe yönelik tedavi uygulamaları, ileri teknolojiye sahip hibrit görüntüleme cihazları ve bilimsel üretkenliği ile önemli bir mesafe kaydetmiş ve geleceğin tıbbı için çok önemli bir tıp dalı olduğunu ortaya koymuş olduğunu belirten Prof. Dr. M. Fani Bozkurt, “Nükleer Tıp’ta radyoaktif maddeler veya bununla hazırlanan bazı özel kimyasal bileşikler vücuda verilerek hedeflenmiş olan organ ve sisteme ait görüntüler elde edilmekte ve bu yolla birçok organ ve sistemin işlevi tıbbi görüntülemeler üzerinden değerlendirilmektedir. Nükleer Tıp tetkiklerinden hastalıkların tanısı, ilerleme süreçleri ve tedaviye yanıtlarının değerlendirilmesinde faydalanılmaktadır. Hastalıkların tanı ve tedavisinde her geçen gün artan oranda uygulama alanı bulmakta, başka hiçbir yöntemle sağlanamayacak bilgilerin elde edilmesini mümkün kılarak, özellikle kanser başta olmak üzere pek çok hastalıkta hedefe yönelik tanı ve tedavi olanağı sunmaktadır.” dedi.
TÜRKİYE’DE İLK NÜKLEER TERANOSTİK UYGULAMANIN 70. YILI
Nükleer Tıpta teranostik yaklaşımın, belli bir hastalığa hedeflenmiş radyoaktif maddeler kullanılarak ilk önce tanısal görüntüleme yapılması ve bu görüntüleme ile hastalıklı bölgelerin tespit edilmesi halinde aynı hedef yol kullanılarak tedavi edici radyoaktif maddeler verilmesi suretiyle “vücut içerisinden” ve “hedefe yönelik” radyasyon tedavisi yapılması şeklinde tanımlanabildiğini ifade eden Prof. Dr. Bozkurt, sözlerine şöyle devam etti:
“Dünyada ilk kez tiroid kanserlerinde ve tiroidin aşırı hormon salgılama bozukluğu olan hipertiroidizm tedavisinde kullanılmış olan radyoaktif iyot tedavisi, Nükleer Tıp alanında teranostik yaklaşımın ilk örneği olmuştur. Başarılı sonuçlar elde edilen ilk uygulamalardan kısa bir süre sonra radyoaktif iyot tedavisi ülkemizde de ilk olarak Prof. Dr. Suphi Artunkal tarafından 1954 yılında uygulanmıştır. Dolayısıyla, içerisinde bulunduğumuz 2024 yılı Türkiye’de ilk nükleer teranostik uygulamanın 70. yılıdır. İlk uygulamalardan kısa bir süre sonra 18 Nisan 1973 tarihinde Türkiye’de Nükleer Tıp, pek çok ülkeden çok daha erken bir zamanda bağımsız bir Tıpta Uzmanlık Dalı olarak resmi şekilde kabul edilmiş ve bu alanda uzmanlaşacak hekimler yetişmeye başlamıştır. Cumhuriyetimizin 100. yaşını kutladığımız 2023 yılı, biz Nükleer Tıp hekimleri için aynı zamanda branşımızın resmi olarak kabulünün 50. yılını kutlama coşkusunu yaşadığımız bir yıl olmuştur. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere çok açık bir tıp branşı olan Nükleer Tıp alanında, özellikle son 20 yılda tanıdan tedaviye giden yol olan ‘nükleer teranostik yaklaşım’ çerçevesinde pek çok farklı hastalıkta günlük uygulamaya giren tanı ve tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. Nükleer Tıp alanında ilk tedavi uygulamaları arasında olan tiroid kanserleri, hipertiroidizm, genellikle çocukluk çağında görülen nöroblastom ve feokromasitoma gibi tümörlerin tanı ve tedavisine ek olarak son yıllarda özellikle ilerlemiş prostat kanseri ve nöroendokrin tümör tanılı hastaların hem tanı hem de tedavilerinde hedefe yönelik nükleer teranostik yaklaşımlar hastaların tanı ve tedavi şemalarında yerlerini almıştır.”
GÜVENLİ VE ETKİLİ TEDAVİ OLAN RADYASYONDAN KORKMAYIN
Prof. Dr. M. Fani Bozkurt, Nükleer Tıp hekimlerinin önemli sorumluluk alanlarından birisinin de toplumu radyasyon ve radyasyon hasarı konularında bilinçlendirmek ve gerekçelendirilmiş nedenler dışında radyasyon uygulamalarından kaçınmak olduğuna dikkat çekerek, “Nükleer Tıp’ta kullanılan radyoaktif maddeler nedeniyle oluşacak maruziyet genellikle çok düşüktür. Bu düzeyde radyasyonun insanda önemli bir hastalık veya radyasyona bağlı ciddi bir hasar oluşturduğuna dair kanıt bulunmamaktadır. Kullanılan radyoizotopların fiziksel yarı ömrü ve vücutta biyolojik yollarla atılması sonucunda vücudumuz radyoaktiviteden kısa sürede arınmaktadır. Hastanın aldığı radyasyon miktarı tanı amacıyla çekilen pek çok radyolojik tetkikten daha az veya benzer düzeydedir. Bununla birlikte elbette gereksiz şekilde radyasyona maruz kalınmaması hem de hamile veya çocuk gibi, organ ve dokuları gelişme döneminde olan ve radyasyondan etkilenme olasılığı daha yüksek olan özel grupların tanısal incelemeleri hassasiyet gerektirmektedir. Radyasyon güvenliği olarak isimlendirilen ve ülkemizde özellikle Nükleer Düzenleme Kurulu (NDK) mevzuatına bağlı olarak yasal zorunluluğu bulunan bazı özel tedbirlerin alınması, belli tetkik ve tedavi uygulamalarında özel hazırlık ve işlemlerin yapılması Nükleer Tıp hekimlerinin yetki ve sorumluluğunda gerçekleşmektedir.” diye belirtti.
GENÇ HEKİMLERİN GÖZDESİ: NÜKLEER TIP
Prof. Dr. M. Fani Bozkurt, Nükleer Tıp branşının, son yıllarda hızla gelişen teranostik yaklaşımlarla da birlikte, genç hekimler arasında büyük ilgi gördüğüne dikkat çekerek, “Nükleer tıbbın özellikle tedaviye yönelik sağladığı bu hızlı gelişmeler tıpta uzmanlık sınavı tercihlerinde genç hekimlerin uzmanlık branşı olarak Nükleer Tıp branşına yönelmelerini artırmış ve buna bağlı olarak Nükleer Tıp tıpta uzmanlık sınavında son yıllarda ilk 3 sırada tercih edilen uzmanlık alanları arasına girme başarısı göstermiştir. Halen ülkemizde üniversite hastanelerinde, Sağlık Bakanlığı bünyesinde hizmet veren eğitim ve araştırma hastanelerinde, birçok özel hastane ve tanı merkezlerinde hizmet veren nükleer tıp bölümlerinde hemen her organ sistemiyle ilgili hastalıklarda fonksiyon (işlev) görüntülemesi yapılmaktadır. Bu merkezlerde yapılan tanısal tetkikler tiroid, kemik, kalp, böbrek ve diğer birçok organın ve hastalığın sintigrafik görüntülenmesi olup aynı zamanda radyonüklid tedavi uygulama alt yapısı ve gerekli izinlere sahip merkezlerde nükleer tıp alanı ile ilgili tedavi uygulamaları da yapılmaktadır. Nükleer Tıp alanında dünya standartlarında pek çok tanı ve tedavi hizmetinin yaygın şekilde uygulanmakta olduğu Türkiye’de, pek çok ülkeye nasip olmayan şekilde 50 yıllık köklü bir Nükleer Tıp eğitiminin mevcudiyeti Nükleer Tıp alanında özellikle yeni teranostik uygulamalara kolaylıkla uyum sağlanması ve hastalarımızın bu uygulamalardan faydalanmasını sağlamaktadır. Bu başarıda kuşkusuz Nükleer Tıp alanında sadece ülkemiz sınırlarında değil uluslararası platformda da radyoaktif madde üretim ve tedariği konusunda söz sahibi olan yerli endüstrinin de payı büyüktür. Bu hızlı gelişmelere paralel olarak tanı ve tedavi amaçlı kullanılan radyoaktif maddelerin izin ve ruhsat süreçlerin hizmet beklentisine uygun şekilde hızlandırılması, yeni tanı ve tedavi uygulamaların Bakanlık nezdinde tanımlarının yapılması ve uygun şartlar sağlandığında geri ödeme kapsamına gecikme olmadan dahil edilmesi bu konuda Sağlık Bakanlığı ve SGK başta olmak üzere ilgili birimlerle çalışmaları devam eden Derneğimizin en büyük beklentilerini oluşturmaktadır.” dedi.