W- SIFI İlaç Genel Müdürü Nahide Sarışın ile anlamlı bir gün olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde SIFI İlaç özelinde sohbet ettik. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
N.Ş.- Çalışma hayatında 32. yılımdayım. Bu sürenin büyük bir kısmı ilaç sektöründe yöneticilik ve kurumsallaştırma çalışmaları ile geçti. ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden mezun olduktan hemen sonraki ilk birkaç yıl farklı alanlarda çalıştım. 1996 yılında Alcon’un kuruluş aşamasında aldığım aktif görev ile ilaç sektörüne adım atmış oldum. Ağırlıklı olarak stratejik yönetim, kurumsallaştırma, organizasyonel tasarım vb. fonksiyonlarda liderlik görevi üstlendim ve danışmanlık yaptım. 2019 yılında SIFI, Türkiye’de konumlanma ve yapılanma kararı aldıktan sonra tüm süreçlere liderlik etmek üzere Genel Müdür olarak göreve başladım. Kariyer benim için üretmeyi ve faydalı olmayı ifade ediyor, dolayısıyla işim hayatımın önemli bir parçası. Bununla birlikte, hayatta sahip olduğum en güzel rollerden biri de annelik. Çok sevdiğim oğlum ve eşimle keyifli bir aile hayatım var.
W- Sifi İlaç’ın dünyada ve Türkiye’deki organizasyonu hakkında bilgi alabilir miyiz? Türkiye pazarına yönelme fikri nasıl doğdu?
N.Ş.- SIFI, İtalya’da 1935 yılında kurulmuş, AR-GE ve üretimde inovatif yöntemlere yatırım yapan, yenilikçi ve sektörüne katma değer sunan köklü bir ilaç firması. İtalya’nın Sicilya bölgesindeki merkez ofis ve üretim tesisinin yanı sıra Fransa, İspanya, Romanya, Meksika ve son olarak Türkiye’de yapılanmış durumda ve dünyada 20’den fazla ülkeye ihracat yapıyor. Aslına bakarsanız Türkiye’deki var oluşu daha eskiye dayanıyor, 2000’li yılların başlarına. O dönemde distribütör kanalıyla Türkiye pazarına girerek ürünlerini Türk sağlık sektörünün hizmetine sunmaya devam etti. 2019 yılında ise küresel yayılım stratejisi doğrultusunda Türkiye’de doğrudan yapılanma kararı alınması sonucu SIFI İlaç A.Ş.’nin kuruluşu için ilk adımlar atıldı. SIFI ve benim yollarımız da tam da bu noktada kesişti. Ruhsat ve devir süreçlerinin tamamlanması ile birlikte ekibimizi kurduk ve 2021 yılı başı itibariyle tam faaliyete geçtik. Dolayısıyla, organizasyonel olarak bir start-up, bilinirlik ve kabul oranı açısından eski bir firmayız. Bunun sonucu olarak iki yönlü bir çalışma stratejisiyle ilerliyoruz: Bir taraftan ana faaliyet alanımızda operasyonlarımızı yürütürken diğer taraftan kurumsal kimlik ve organizasyonel yapılanmamız ile ilgili çalışmalarımızı devam ettiriyoruz. Dinamik, üretken ve yüksek hedefler koyan bir ekibiz. İnsana inanıyoruz ve tüm paydaşlarımızı iş ortağımız olarak görüyoruz. İnovasyon, profesyonellik, birlik, bütünlük ve sürdürülebilirlik değerlerini benimseyen kurum kültürümüz ve iş yapış şeklimizle Türkiye’de saygı gören, güvenilir ve öncü bir kurum olarak varlığımızı devam ettirmeyi amaçlıyoruz.
W- SIFI İlaç olarak hangi alanlarda çözümler sunuyorsunuz?
N.Ş.- Oküler enfeksiyonlar, enfeksiyonlara bağlı inflamasyon ve kuru göz tedavisinde multidoz ve prezervansız tekli formda ilaçlarımız, oküler travma ve abrazyon tedavisinde kullanılabilen tıbbi cihaz ürünlerimiz ile hastalara çözümler sunuyoruz.
SIFI İlaç olarak Türkiye pazarında bu yıl mikronütrisyon ve göz cerrahisi alanlarında yeni seçenekler ile yer alacağız. Mikronütrisyon alanında yaşa bağlı gelişen ve ilerleme gösteren katarakt, YBMD, kuru göz, presbiyopi ve diyabetik retinopati hastaları için bütünleyici tedavilerine bir seçenek olmak üzere Adrusen Plus ve yeni ürünlerimiz ile “Gözün Sağlıklı Yaşlanması” üzerine odaklanacağız.
Bunun yanı sıra patentli refraktif tasarıma sahip Göz İçi Lenslerimizin lansmanını 9-12 Haziran’da gerçekleşecek olan TOD 6. Canlı Cerrahi Sempozyumu’nda gerçekleştireceğiz. Pazara sunacağımız Göz İçi Lenslerimiz presbiyopiyi ve astigmatizmi düzeltmek için tasarlanmış Genişletilmiş Odak Derinliği (EDOF) ile mono/bi/tri-fokal ve mevcut difraktif EDOF GİL’lere harika bir alternatif sunan yenilikçi implantlar olacaktır.
Ayrıca dünyada bir ilk olan, Faz III çalışmaları tamamlanmış Akantamoeba Keratiti’nin tedavisinde endike yeni ürünümüzün Türkiye’deki ruhsat süreçlerini yakında başlatmayı planlıyoruz.
W- Gelecek dönem hedeflerinizden bahseder misiniz?
N.Ş.- SIFI olarak Türkiye’yi, ürünlerimizi pazarlayacağımız bir pazardan çok daha fazlası olarak görüyoruz. Dijitalleşme, yerli üretim, ihracat ve yeni ürünler ile ilgili global ve lokal çalışmalarımız SIFI’nin vizyonu ve geleceği için büyük önem taşıyor.
Türkiye’de ithal ruhsatına sahip ilaçlarımızın teknoloji transferi projesi başlatılmıştır.
Teknoloji transferi kapsamındaki ürünlerimizin Türkiye’de yerli üretime geçirilmesi ve yüksek ısı ve nem şartlarında da stabilite çalışmalarına tabi tutularak Zone IV-b stabilite gerekliliği olan ülkelere ürünlerin Türkiye’den ihracatının yapılması amaçlanmaktadır.
Türkiye’de üretim projemiz, SIFI’nin Dünya daki büyümesinde çok önemli rol oynayacak.
W- Kurum kültürünüzü nasıl tanımlarsınız?
N.Ş.- SIFI ve benim bir araya gelmemizde önemli bir ortak noktadan bahsetmek isterim: Etik. Etik prensiplere uygun yaşamak ve çalışmaktan bahsettiğimde kendimi tanımlayan en önemli unsurlardan birini aktarmış oluyorum. Bu yıllardır hep böyleydi ve her zaman böyle olacak. Liderin değerlerinin kurumun her noktasına yansımaması mümkün değildir biliyorsunuz. Dolayısıyla SIFI’de çalışmayı herşeyden önce etik değerleri sahiplenmek olarak ifade ediyorum. İnsana inanan, inovatif çözümler üreten, hizmet odaklı ve ortak değer yaratma vizyonuna sahip global bir yapımız var. Doğru orantılı olarak Türkiye’deki yapılanmamızda Bütünlük, Birlik, Profesyonellik, İnovasyon ve Sürdürülebilirlik değerlerimizi tanımladık ve benimsedik. Bunu yaparken katılıma, açık iletişime verdiğimiz önemle tüm çalışanlarımızı sürece dahil ettik. Her bir çalışanımız, görev ve kademesinden bağımsız olarak, ayırım gözetmeksizin çok kıymetli. Tanımlanan kurumsal değerlerimizle ortak değerlere sahip olan, işbirliği ve uyum içerisinde çalışan herkes SIFI’nin bir parçası olmaya aday. Doğru iş yaparak, etiğe sıkı sıkıya bağlı kalarak süreçlerimiz yapılandırılır ve sonuca öyle ulaşırız.
W- SIFI İlaç A.Ş. kadın istihdamında hangi noktada?
N.Ş.- Kadının iş hayatındaki varlığı çalışma hayatına dişil enerjiyi dahil ediyor. Tıpkı hayatın her yerinde olduğu gibi iş hayatında da dişil enerjinin kattığı gücü görmek ve iyi değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Mevcut durumda yönetim kademelerimiz ağırlıklı olarak kadın çalışanlarımızdan oluşuyor. SIFI’de cam tavan sendromu olmamakla birlikte, kadın ya da erkek tüm çalışanlarımız yetkinlikleri ve iş çıktıları doğrultusunda, gelişim alanlarında ilerledikten sonra kariyer basamaklarında yükselebilir. Gerek Türkiye gerekse global SIFI yapılanmasında çalışan demografisi açısından kadın-erkek istihdamında dengeli bir oranla karşılaşıyoruz. Bu durum cinsiyetçi, ayrımcı bir yaklaşımdan uzak profesyonel, insana değer veren ve eşitlikçi bir insan kaynakları politikasının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Organizasyonel olarak yeni bir oluşum olarak kabul edebileceğimiz SIFI Türkiye’de kurum kültürümüzü de bu yönde inşa ediyoruz. Çalışan profilini belirlerken çeşitliliğe ve güçlü yönlere odaklanıyoruz. Yapılandırılmış süreçlerle işe alım yapıyoruz ve ihtiyacı belirlerken kurum kültürüne uygun tutum ve sahip olunan yetkinlikler karar mekanizmamızda önemli yer tutuyor. Takım olmanın gücünü hisseden ve kurumsal değerlerimizin rehberliğinde uyum içinde birlikte çalışan bir ekibiz. Kadın veya erkek her bir çalışanımız ortak amaç doğrultusunda kendi gücünü ortaya koyuyor.
W- Çalışan kadınların yaşadığı en önemli sorunlar neler? Kadınlar çalışma hayatında engel ve sorunları nasıl aşabilir?
N.Ş.- Eğitim eşitsizliği, kadına yüklenilen bakım yükümlülüğü, aile içi sorumluluklar, fırsat eşitsizliği, negatif ayrımcı kurum kültürü ve içinde yaşanılan toplumun kadına bakış açısı gibi unsurlar kadınların baş etmesi gereken engeller olarak ortaya çıkabiliyor. Diğer taraftan kadınların üst yönetici pozisyonları elde etmelerine engel olan Cam Tavan etkisi, aile hayatının zarar görme endişesi ve özgüven eksikliği gibi kadının kendi kendine yarattığı engeller ile iş hayatında kadına yönelik ön yargılar gibi çevresel faktörlerin bir araya gelmesi sonucu oluşuyor.
Kadının çalışma hayatındaki varlığında, devlet teşvikleri, iş hukukunun sağlayacağı daha fazla esneklik ve iş güvencesi kadınlara daha fazla özgüven sağlayacaktır. Özellikle anne olduktan sonra iş hayatına geri dönmeyen bir çok yetenekli kadın iş gücü söz konusu. İşletmeler açısından bu büyük bir kayıp. Karşılaştırmalı hukuku incelediğimizde halen bir takım gelişim alanlarımız olduğunu görüyorum.
Hayatın genelinde kadınların üstlendiği rollerin çeşitliliği, içinde yaşanılan coğrafya ve kültürün kadına bakış açısı, genel olarak kadına yüklenilen anlam iş hayatında kadının yerini belirliyor. Açıkça belirtilmese de hangi coğrafya ya da kültür olursa olsun aslında aile ve toplum hayatında kadının belirleyici bir role sahip olduğunu hepimiz biliyoruz. Toplumu anneler inşa ediyor. Öncelikle kadının kendi değerini fark etmesi, hukuki haklarını bilmesi, sorumluluklarını eşleri ile paylaşması ve potansiyelleri için mücadele etmesi gerekir. Böyle bakıldığı zaman, kadınların toplumdaki yerini yine kadınlar güçlendirecektir.
W-Kadının çalışma hayatında varlığının artması için kadınlara bir çağrınız var mı?
N.Ş.- Kadının iş hayatında yer alması yepyeni bir kavram değil. Sanayi Devrimi’nden bu yana kadın iş gücü tüm sektörlere yerleşmeye başlamış, hatta mücadeleleri ile 8 Mart’ı yaratmışken; yıllardır kadının iş gücündeki varlığını benimsemek yerine uçurum derinleşmiş durumda. Henüz o dönemlerde tartışma yaratıp ve tepki gösterilen “üreten kadın” kavramı, kadınların sağladığı yadsınamaz katma değere rağmen sadece maskelenmiş durumda sanki. Maskelendi dememin sebebi çoğu söylemlerin sadece sözde kalması. Örneğin Dünya Ekonomik Forumu’nun 2015 Cinsiyet Ayrımı Raporu’na göre kadın ve erkeğin maaş eşitliğinin ancak 2133 yılında olabileceği ön görülüyor. Türkiye’de ise kadın istihdam oranı yalnızca %29,3. 1750’lerden bu günlere alabildiğimiz mesafenin sadece bu kadar olması çok üzücü. Halbuki McKinsey’nin hazırladığı rapora göre kadınların erkeklerle eşit oranda ekonomiye katkı sağlaması, 2025’te Gayri Safi Milli Hasıla’yı dünya çapında 28 trilyon dolar daha büyüteceği söyleniyor.
Kadınların iş gücünde yer alması sadece rakamsal bazda değil kültürel açıdan sürdürülebilirliği, çeşitliliği, iyi yönetim anlayışını da beraberinde getirip yoksulluğun azalmasını, inovasyonu ve karar verme süreçlerini de hızlandıracak. Tüm bunlar elbette cinsiyet eşitliği ile mümkün. Önce kendimizden başlayarak kalıplardan sıyrılıp ön yargılarımızı kırıp sosyal sorumluluğa önem vermeliyiz. Toplumun; üreten, çalışan, örnek olan güçlü insanlar sayesinde medeniyet haline geldiğini unutmamalıyız. Medeniyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile bitirmek isterim: İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?”
W- Nahide Hanım değerli görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür eder, başarılar dileriz.