W- Türkiye Biyoetik Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Prof. Dr. Neyyire Yasemin YALIM ile Mart 2015 tarihinde Tıp Bayramı özünde söyleşi yapmıştık ve yine bir Tıp Bayramı vesilesi ile değerli görüşlerini alıp paylaşacağız.
İlk kutlama 14 mart 1919’da işgal altındaki İstanbul’da yapıldı. O gün tıp okulu öğrencileri, Hikmet Boran’ın önderliğinde işgali protesto etti. O dönemin ünlü doktorlarının da destek verdiği protesto, tıp bayramında, tıp mesleği mensuplarının yurt savunma hareketi olarak tarihe geçti ve 1976 yılında ise 14 Mart’ın Tıp Bayramı olarak kutlanmasının yanı sıra, bu tarihi içine alan tüm hafta Tıp Haftası olarak kabul edildi. Sevgili Hocam Tıp Bayramı biz hekimler için günümüzde ne ifade etmektedir?
N.Y.Y.- Kanımca bugün Tıp Bayramı bir ağlama duvarı haline dönüşmüştür. Son yıllarda yapılan törenlere pek katılmıyorum; çünkü genellikle tarafların birbirlerini suçladığı, hakarete varan sözlerin edildiği, yararsız birliktelikler halinde yaşanıyor. Oysa genç hekim adayları çok daha yararlı toplantılar düzenliyorlar. Ben 14 Mart günümü onlarla geçirmeyi yeğliyorum. Birlikte hekimliğin ne olduğu, hangi yöne doğru evrildiği, gelecekte neler olabileceği ve tüm bunların meslek etiğimiz açısından ne ifade edeceği konularında tartışıyoruz. Başkalarının yapmaları gerekenleri tarihe not düşmekle birlikte, asıl kendi yapabileceklerimiz üzerine odaklanıyoruz.
Tartıştığımız konuları güncel pratikten çıkarıyoruz. Örneğin; yeminimizde yer alan, namusumuz ve şerefimiz üzerine koruyacağımıza söz verdiğimiz, oysa bugün artık tümüyle bizim tarafımızdan belirlenmesi ve korunması mümkün olmayan “mahremiyet ilkesi”nin, günümüz koşullarında nasıl ele alınması gerektiğini tartışıyoruz. Hekimlerin solo pratikten toplu çalışma düzenine geçip, giderek belirli sağlık kurumlarının “işçisi” durumuna gelmesinin meslekte yarattığı değişiklikleri ve “profesyonalizm” adı verilen yeni akımın bu konuda nasıl değerlendirilmesi gerektiğini sorguluyoruz. Askeri hekimliğin özel bir bilgi alanı olup olmadığını irdeliyoruz. Tıpta “vicdani reddin” söz konusu olup olamayacağını, olabiliyorsa sınırın nereye çekilmesi gerektiğini kavramaya çalışıyoruz.
Bence tüm bu tartışmalar öncelikle hekim olarak bireysel tutumlarımızda yansımalarını bulmalı. Bu tutumların geçerliliği ve meslek etiği açısından “doğruluğu” konusunda benzer görüşleri paylaştığımız kişilerle birliktelikler geliştirmeliyiz. Bu noktada şunun altını çizmek istiyorum. Tarihsel olarak son derece sağlam bir meslek etiği olan hekimlik bugün o meslek etiğinin oluştuğu bağlamdan çok farklı bir noktaya evrilmiştir. Bu konuda yapılan tartışmalar ve düşünmeler ise son derece yetersizdir. Başta meslek örgütleri, uzmanlık dernekleri ve öteki mesleki kuruluşlar olmak üzere tüm ilgililer bu konuya öncelik vermelidirler. Aksi halde hekimler, mümkün olmayan bir etiğe uygun davranmamanın vicdani yükü altında ezilmeye devam edecekler; toplumun, yerine getirilmesi artık hekim dışındaki pek çok faktöre bağlı olan bir sözü yerine getirmedikleri için gösterdiği haksız tepkiye maruz kalmayı sürdüreceklerdir.
W- Hekimlerin özlük hakları, yıpranma payı ve şiddete karşı tedbirler konusunda beklentiler, biyoetik ve tıp etiğinde karşımıza çıkan ahlaki sorunların konuşulmasını sanırım geride bırakıyor. Öncelikleri nasıl değerlendirmektesiniz?
N.Y.Y.- Yukarıda da belirttiğim gibi, hekimlik mesleğinin değişen yapısının kavranmasına ve buna uygun bir meslek etiğinin yaratılmasına öncelik verilmelidir. Bu da hekimlerin bu temel konularda birleşmesini ve geniş bir uzlaşıya ulaşmasını gerektirir. Günümüzde bu geniş tabanlı uzlaşmayı sağlaması beklenen yapı Türk Tabipleri Birliği’dir; ancak görünen o ki Birlik hekimliğin özüne yönelik uzlaşma için zorunlu olan asgari müşterekleri oluşturmak yerine, eylemde ve söylemde farklılıkların altını çizecek konular üzerinde çalışmayı yeğliyor. Kuşkusuz hekimlerin başta insan sağlığını etkileyenler olmak üzere toplumsal sorunlar konusunda sorumlulukları ve söyleyecek sözleri vardır. Ancak kanımca hekimlik mesleğinin kendisinin varoluşsal bir kriz döneminden geçtiği bir zamanda ve yerde, meslek örgütü enerjisini bu krizi aşmaya yöneltmelidir. Bu amaçla hekimlerin asgari müştereğini oluşturan “hekim olmak” konusuna odaklanılmalıdır.
Yine bir örnek vermem gerekirse; bugün sülük vurmanın, yaralarda kurtçukla debritman yapmanın, homeopatinin hekimlik pratiği içinde olduğunun varsayıldığı bir dönemdeyiz. Dikkatinizi çekerim, bu uygulamaların tedavi ediciliğine inanan hekimlerin, hastalar tarafından da onaylanması halinde uygulamayı yapabilmelerinden bahsetmiyorum burada. “Sülük vurmak için kişinin hekim olması lazımdır” diyen bir anlayıştan söz ediyoruz. Bir hekim bunu yapar mı yapmaz mı? Bunu yaparken hekim midir, yoksa başka bir adla mı anılmalıdır? Bu sorulara verdiğimiz yanıtlar hekimliğin toplum içindeki yerini, özlük hakları, yıpranma payı ve şiddete karşı tedbirler de içinde olmak üzere, pek çok açıdan belirleyecektir. Çünkü bu sorulara verdiğimiz yanıtlar özünde hekimliğin ne olup ne olmadığını ortaya koymaktadır. Aslında modern tıbbın atası saydığımız, adına yemin ettiğimiz Hippocrates’in de 2500 yıl önce yaptığı budur. Bunu bugün tekrar yapmak zorunda olmamızın nedeni tıp bilgisinin ve teknolojisinin geldiği nokta yanında, tüm insan değerlerinin geçirdiği evrimdir. Aksi halde belki palyatif tedbirlerle bazı kazanımlar sağlanabilir; özünde hekimliğin toplum gözünde erozyona uğrayan bir değer olması değişmeyecektir.
Bu konuda umutsuz olmaya gerek yok. Genç kuşaklar, yetişmekte olan hekim ve uzman adayları bu konularda kapsamlı biçimde düşünüyorlar. Kendi mesleki geleceklerinin inşa edilmesindeki rollerinin farkındalar. Hekimliğin önemli bir değer olduğunun bilincindeler. Hekimliğin; özünde yer alan ve varoluşunun temellendiği bu değere uygun biçimde, günümüz koşullarında nasıl yapılanacağı konusunda net bir görüşe sahip oldukları gün, ki tartışmaların düzeyi o günün pek de uzakta olmadığını gösteriyor, kararlılıkla bahsettiğim uzlaşıyı tesis edip geleceğe güvenle yürüyecekler. Bize düşen onların bu haklı çabalarının önünü kesmemek, elimizden geldiğince aklımız yettiğince katkıda bulunmak ve bu süreç yaşanırken onlara hâlâ ayaklarını basabilecekleri sağlam bir zemin bırakmak için tarihten gelen gücümüze ve toplum içinde halen koruyabildiğimiz etkimize sahip çıkmak. 14 Mart’lar “ne olacak bu memleketin hali” ya da “gördünüz mü yaptıklarınızı”, “biz demiştik” etkinlikleri yerine, bu tür çabaların vesilesi olsun.
W- Sanırım tıp eğitimi veren akademik kurum sayısı 100’ü geçti, tıp eğitimi içinde Tıp Etiği konusunda yeterli öğretim üyesi var mıdır? Buna bağlı olarak hekim camiasının bu konudaki hassasiyetini ve seviyesini nasıl görmektesiniz?
N.Y.Y.- Maalesef tıp eğitimi veren akademik kurum ve mevcut kurumlardaki öğrenci sayısındaki artış kanayan bir yara. Bırakınız tıp etiğini, ülkemizde bu artış oranlarını karşılayacak öğretim üyesi hiçbir alanda yok. Burada yapılan temel hata, bir alanda uzman olmanın doğrudan o alanda öğretim üyesi olmayı sağlayabileceğine duyulan temelsiz inançtır. Sorarım size, hepimiz Türkçe konuşuyoruz; kaçımız bir Japon’a Türkçe öğretebiliriz.
Tıp etiği alanında yeterli öğretim üyesi olmayışını telafi etmenin bir yolu, eğitim kurumlarının yerleşmiş mesleki değerleri olmasıdır. Kuşkusuz bu tıp etiği alanında verilen eğitimi karşılamaya yetmez; ancak öğrencilere kabul edilebilir bir mesleki etiket bilgisi ile profesyonel davranış kalıpları kazandırabilir. Oysa ülkemizde, yerleşmiş mesleki değerleri gelecek hekim kuşaklarına aktarabilecek eğitim kurumlarının sayısı da oldukça az. Çoğu bu değerleri geliştirmeye fırsat bulamadan büyük bir öğrenci yükü ve sağlık hizmeti baskısı ile karşı karşıya kalıyor. Kurumlaşamıyorlar.
Meslektaşlarımız ellerinden geleni yapıyorlar; hassasiyetleri yüksek, ancak gelişmeleri takip etmeye ve değişen değerlere uyum göstermeye vakitleri yetmiyor. Bu konu onlar için yan bir bilgi alanı; çoğunlukla rol model olarak bir eğitim vermeleri beklenir, ki bu da az buz birşey değildir. Günümüzde iyi bir rol modele denk gelmenin ne büyük bir şans olduğunu düşünürsek, ayrıca hekimliğin bir usta-çırak işi olduğunu da göz önüne alırsak, eminim bana hak verirsiniz. Halbuki tıp etiği önemli bir bilgi alanı, bilgilerin sıkça güncellenmesi gerekiyor. Bu bakımdan, özel ilgi duyanlar dışında tüm öğretim üyelerinden yüksek düzeyde bir bilgi seviyesi beklemek hem onlara hem de tıp etiği uzmanlığına haksızlık olur.
W- Deontoloji yükselen bir değer midir?
N.Y.Y.- Deontoloji derken meslek kurallarını ve mesleki etiketi birlikte kastettiğinizi varsayıyorum. Niyeyse bazı değerler kaybedildikçe önemleri anlaşılıyor. Evde ekmek yapmaya başlamamız; eciş bücüş meyvelere organik diye dünyanın parasını vermemiz buna örnek olabilir. Bugün hekimler dayanışmanın, meslektaşlararası nezaketin, ekipiçi iletişimde saygının, birbirimize güvenebilmenin önemini tekrar hatırlıyorlar. Bunun nedenlerinden biri, maalesef toplumdan gördüğümüz baskı oldu. Bu baskı büyük ölçüde haksızdı. Lütfen burada yalnızca şiddeti kastettiğim düşünülmesin. Şiddet her durumda haksız bir fiil. Benim söylemek istediğim, hekimliğin değerini ve zorluğunu inkâr eden ve toplumda giderek yaygınlaşan her türlü kanaat. “Çok para kazanıyorlar”, “ne yapıyorlar ki”, “yeterince çalışmıyorlar”, “bu meslek bu kadar kişiyle, bu kadar zamanda öğrenilir; ne var ki”, “aman sakın doktor olayım deme! Yanarsın.” türünden düşünceler.
Şanslıyız ki hekimlik değerleri ülkemizde tümüyle yitirilmemişti. Tıpla bilim arasındaki en önemli farkın ne olduğu unutulmamıştı. Biz insanla uğraşan bir mesleğiz; kendimiz de insanız. Bizim için bilgi nihai amaç olamaz; bilgiyi, onu kullanarak insan ıstırabını dindirmek, insan yaşamına süre ve nitelik olarak katkıda bulunmak, insan sağlığını yükseltmek için ararız. Böyle bir meslekte insana saygı en temel etik değer olarak başa yazılır. Bunun için bir insandan beklenebilecek fedakârlık hekimlerden beklenir. Bu beklenti haksız değildir. Hekimliğin özünde vardır; bu alanı meslek olarak seçişimizin nedenidir, yani biz de bunu kendimizden bekleriz. Mesleğimizin özündeki ilkelerle, bizim değerlerimiz ve genel olarak insanın karakter erdemleri birebir eşleşir.
Hekimler meslek kurallarına uymak ve mesleki etiketi yeniden yaygınlaştırmak için çaba içindeler. Bu konu gündemlerinde önemli bir yer işgal ediyor. Çalışma şartlarındaki her türlü olumsuzluğa ve yukarıda sözünü ettiğim “anomi”, yani mesleğin varoluşsal krizine bağlı ahlaki belirsizlik haline karşın bu duyarlılık bence çok umut verici. Bu yazı ve benzerleri aracılığıyla sizin de yaptığınız gibi, söz konusu eğilimi desteklememiz mesleğimize karşı en temel ödevlerimizden biridir.
W- Yeni nesil hekimlerin sosyal medya kullanımı, beklentileri, yaşam tarzları vb. günümüz değişiklikleri ile önceki jenerasyon hekimler ile arasında bir iletişim-kültür farkı oluştu mu?
N.Y.Y.- Kuşkusuz oluşturdu ve bu kötü bir şey değil. Öncelikle kaçınılmaz bir şey; ikinci olarak birçok olanaklar sunuyor ve üçüncüsü de daha iyiyi yapabilmek için gerekli bir meydan okuma. Bize düşen bu farklılıkları yarara ve olanağa çevirmek. Benim sevgili hekimim kan basıncımı Whatsapp’tan izliyor. Facebookta “bu gece eğleniyoruz” fotoğrafıma başka bir hekimim “derhal o patlıcan kızartmasını geri gönder; yoğurdu yiyebilirsin” diye yorum yazıyor. Bu arada bir uzman grubu deri lezyonları hakkında birbirlerinden görüş alırken hangi etik ilkelere dikkat etmeleri gerektiğini tartışıyor. Tartışmayarak hatalı uygulamalar yapanlar uyarılıyor; kurallar oluşturulmaya çalışılıyor. Şaka bir yana, ışık hızıyla iletişimin sürekli yetersiz gelen zaman açısından ve başka birçok açıdan yararı, tartışılıp ortaya konulmayı bekleyen riskleri ve engellenmesi gereken kötü uygulamaları var.
Öğretim üyeliği görevim nedeniyle tıp eğitimine adım atan gençlerle neredeyse tüm eğitim yaşamları boyunca birlikte oluyorum. Mesleği seçme nedenleri bizimkilerden hiç te farklı değil. Yalnız tıp fakültelerinde yeni yetişen kuşaklara umutsuzluk aşılayan, haksızlığa uğrayacakları, toplumda değer görmeyecekleri ve her iki durumda da çaresiz oldukları konusunda etkili mesajlar veren gizli bir müfredatın etkili olduğunu saptıyorum. Bu nedenle altı yıllık eğitim süresince beklentilerinde olumsuz yönde değişmeler olduğunu gözlemek güç değil. Kuşkusuz bunda eğitimin güçlüğünün ve içinde yaşadıkları toplumdaki sorunların da etkisi yadsınamaz. Bu değişimlerin küçük dokunuşlarla ve öğrencilerle iletişimde bazı yeniliklerle engellenebilecek kadar kırılgan olduklarını görmekten de mutlu oluyorum. Aynı durum uzmanlık eğitimi için de geçerli. Buradaki kritik nokta mevcut durumu verili kabul etmeyip olumsuz süreçlere müdahale etmek, müdahalelerin etkililiğini izlemek. İnanınız ki yeni kuşak hekimler en az eski kuşak hekimler kadar iyi hekim olacaklar. Tabii ki onlara olan güvenimiz, destek ve yardımlarımızla.
W- TÜRKİYE BİYOETİK DERNEĞİ IX. ULUSAL KONGRESİ “Biyoetik: Dünü, Bugünü, Yarını” 9-12 Mayıs 2018 tarihinde Mersin’de gerçekleşecek kongrenizin ana konu başlıkları nelerdir?
N.Y.Y.- Bu yıl kongrede genellikle iki başlık üzerinde durulacak. İlki, tıp etiği alanında ortaya çıkan sorunlar. Biliyorsunuz ülkemizde gün geçmiyor ki bu tür bir sorunla karşılaşmayalım. Zorunlu aşı reddinden HIV(+) hastanın sezaryenine katılmamaya, sosyal medya aracılığıyla hasta mahremiyetini zedeleyici bilgi paylaşımlarından hasta verilerinin metalaştırılmasına kadar sayısız sorunla karşı karşıyayız ve bunları enine boyuna tartışmak için Kongre önemli bir fırsat. İkincisi, hızla gelişen teknolojilerin dayattığı sorunlar. Türkiye ileri teknoloji tasarımlarını biraz geriden izleyen bir ülke. Kullanıma girmiş olan ileri teknolojiler konusunda pek sorun yok, hatta lüzumsuz bir fazla kullanım bile söz konusu. Ancak henüz tasarım aşamasında olan teknolojilerin geleceğe etkilerini tartışmakta geç kalıyoruz. Bu konuda sizi tenzih ederim. Yapay zekâ, robotics, kök hücre, preimplantasyon genetiği konusuyla özellikle ilgilendiğinizi biliyorum. Ancak ülkenin bu konularda, yalnız sağlık alanında değil, başka alanlarda da aynı düzeyde duyarlı olduğu kanısında değilim. Biyoetik uzmanları olarak bizim ödevimiz, en azından sağlık alanında hızla gelişen ve kullanıma giren teknolojileri değerlendirmek, toplumu, yetkilileri, meslektaşlarımızı uyarmak. Kongremizin ikinci boyutu bu. Kişiselleştirilmiş tıp, robot etiği, yapay zekânın tıbba yansımaları gibi konuları ele alarak tartışacağız. Biyoetiğin geçmişine ilişkin de bazı konular var, ama günümüz ve gelecek ahlaki açıdan o kadar zorlayıcı ki bunlara ancak sınırlı bir zaman ayırabiliyoruz.
W- Değerli görüşlerinizi paylaştığınız için şükranlarımızı sunarız.
N.Y.Y.- Bu fırsatı verdiğiniz için asıl ben teşekkür ederim.