W- İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Botanik Anabilim Dalı Başkanı Sn.Prof Dr. Emine Akalın Hocamız ile pandemi gündeminde tıbbi bitkiler üzerine söyleşi yapacağız. Önceki söyleşimizde “Ülkemiz 3 fitocoğrafik bölgenin kesiştiği bir yerde olması, Jeolojik ve jeomorfolojik çeşitlilik, iklim farklılıkları, çok çeşitli habitat tipleri gibi birçok nedene bağlı olarak olağanüstü bir bitki çeşitliliğine sahip” belirtmiştiniz, bu zenginliği değerlendirebiliyor muyuz?
E.A.- Merhaba, gerçekten Türkiye biyoçeşitlilik açısından çok kritik bir noktada bulunmakta, hatta bitkiler açısından ılıman bölge kuşağındaki en zengin alanlardan biri. Yakın zamanda kutladığımız Dünya Biyoçeşitlilik Gününün (22 Mayıs) anlamlı hale gelebilmesi için biyoçeşitliliği korumamız gerekiyor. Her bir bitki kendi başına veya habitatı ile bir değer taşıyor. Bu değerin belirlenmesinde göz önüne alınan bir çok etmen var. Bu etmenler istatistik de dahil olmak üzere çok farklı yöntemlerle belirleniyor. Tıbbi ve aromatik bitkiler bu etmenlerden bir tanesi. Tıbbi ve aromatik bitki olarak kullanıma veya kullanılma potansiyeli bitkinin değerinin belirlenmesinde bizim açımızdan en önemli kriter. Ülkemizin bu noktada öne çıkıyor. Çünkü bitki çeşitliliği ne kadar zengin ise o kadar değer oluşturma olanağınız var. Peki bunu değerlendirebiliyor muyuz? Geldiğimiz noktada bunu söylemek çok mümkün değil.
Elbette benim söyleyebileceğim işin tıbbi ve aromatik bitkiler ile ilgili tarafı. Türkiye’de yaklaşık 12 000 bitki doğal olarak bulunuyor ve bunların yaklaşık üçte biri sadece Türkiye’de yetişen endemik bitkiler. Diğer yandan medeniyetlerin beşiği Anadolu’da kadim bir bitki kullanım kültürü olduğu da biliniyor. Ancak bu birikimi insan sağlığında kullanılabilecek tıbbi bitkisel ürün ve ilaca dönüştürebilmek için sistematik bir çalışma şekline dönülmesi gerekir. Yani geleneksel kullanımdan veya doğadan doğrudan toplanan bitkilerin, laboratuvar çalışmalarına oradan klinik araştırmalara ve ilaca kadar uzanan süreç izlenmelidir. Elbette sadece sağlık alanında değil farklı disiplinlerde çalışan araştırmacılar da sürece dahil olmalıdır.
W- “Farmasötik Botanik” bu alandaki rolünü açar mısınız?
E.A.- Farmasötik Botanik bu çalışmaların her aşamasında az veya çok katkı sağlamaktadır. Etnofarmakobotanik çalışmalar başta olmak üzere tıbbi bitkilerin tespiti, tanınması , sınıflandırılması, bu bilgilerden yola çıkarak farklı bitki gruplarına ulaşılması, tıbbi bitkisel ürünlerin hazırlanması, standardizasyonu, doğru ve güvenli kullanımına kadar farklı araştırmalar yapılmaktadır. Ayrıca korunması ve sürdürülebilir kullanımına yönelik çalışmalar da gerçekleştirilmektedir.
W- Akademik kurumların sorumlulukları nelerdir?
E.A.- Türkiye’de bilimsel çalışmalar ağırlıklı olarak üniversitelerde yürütülmektedir. Akademinin görevi sadece bilgiyi üretmek değil aynı zamanda iletmektir de. Öncelikle öğrenciye ve akademik çevrelere olmak üzere, bilgiyi kullanan toplumdaki tüm gruplara aktarmak var oluş nedenidir. Bitkisel ilaç araştırmalarında da aynı silsile geçerlidir. Akademik kurumların temelinde yer alan fakülteler, eczacılık fakülteleri özelinde, öğretim sorumluluğunun dışında, sağlığın geliştirilmesine katkıda bulunacak çalışmalar yapmak zorundadırlar. Nitekim şu anda yaşadığımız pandemi sürecinde akademi/akademisyenler kendi uzmanlık alanları ve bilimsel bilgi birikimlerini kullanarak sorunun çözümüne katkıda bulunacak çalışmalar yapmaktadırlar.
Bunun dışında akademisyenlerin toplumu doğru bilgilendirmek gibi çok önemli bir görevi de vardır. Özellikle tıbbi bitkiler konusunda toplumu bilgilendirmek ve yanlış bilginin yayılmasını önlemek de bizim alanımızdaki akademisyenlerin sorumluluğudur. Ancak bunu yaparken toplumu manipüle eden bir uzman hegemonyasını yaratacak üslup kullanılmaması gerekir.
W- Ülkemiz bu kadar zengin bitki florasına sahipken maalesef beşeri ilaç ham madde üretimimiz-drog sanırım çok zayıf, bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
E.A.- Maalesef beşeri ilaç üretiminde beklentileri karşılayan bir konumda değiliz. Bunun nedenleri arasında çevrimsel araştırma mantığı ile çalışmaların yapılamaması, bu araştırmaların ilaç sanayine ulaşamaması veya ilaç şirketlerinin ar-ge çalışmalarına olması gerektiği gibi yatırım yapmaması gibi nedenleri ilk anda saymak mümkün. Elbette bunun dünya ile rekabet edilebilirlik boyutu da var.
Yine de öncelikle çuvaldızı kendimize batırmak gerekirse, akademik çalışmalarımızın büyük bir çoğunluğunun nihai hedefi olmayan, akademik yükseltmeler için yapılmış, niceliksel çalışmalar şeklinde olması kalite problemini ortaya çıkartmaktadır. Tabi ki burada, temel bilimlerdeki araştırmalara yeterinde fon sağlanmaması, akademik yapılanmadaki problemler, birbiriyle koşut gitmesi gereken, öğretim ve araştırmada, öğretimin çok büyük bir alanı kapsaması, laboratuvarların sadece akademisyenle yürüyecek gibi bir algı nedeniyle, teknik elaman eksikliğinden, doktora öğrencilerinin yeterince desteklenememesi gibi bir sürü nedenden, yüksek nitelikli çalışmalar yapılamadığını unutmamak gerekir.
Bilimsel çalışmaların, temel araştırmaları göz ardı etmeden, toplum yararına hedeflerinin olması gerekir.
İlaç sanayinin yaşadığı problemler bilinmekle birlikte, özellikle son dönemde ulusal ilaç sanayine desteklerin arttığı da görülmektedir. Ancak uluslararası ilaç endüstrisi rekabetin yüksek olduğu zorlu bir alan, bu nedenle bu desteklerin yetersiz olduğu ve daha farklı politikalara geliştirilmesi gerektiğini de kabul etmek gerekir. Bu alanda yapılacak yatırımlar kısa vadede karlılığı düşük yatırımlardır.
İlaç geliştirmenin uzun ve zor bir süreç olduğu aşikardır, buna karşılık bilginin daha evrensel ve daha kolay ulaşılabilir hale gelmesi bu süreci kısaltmaktadır. Yine Covid-19 sürecinde bunu çok daha net görmüş olduk.
İlaç sanayi-üniversite-kamu işbirliği, gerçekçi hedefleri olan, doğru planlanmış, denetlenebilir ve hesap verebilir olmalıdır.
Problem akademi ile ilaç sanayii arasında iletişimden çok, kısa vadeli ve kar odaklı hedefler ile uluslararası alanda rekabet gücünün az olmasıdır.
W- Akademik kurum, kamu ve özel sektör işbirlikleri nasıl şekillenmeli?
E.A.- Yine öncelikle akademiden başlamak gerekirse, akademisyen ilaç sanayinin ihtiyaçlarını göz önüne alarak bilimsel bilgi birikimini kullanması gerekir. Özel sektör de kısa vadeli kar hedefinden uzaklaşmalıdır. Kamu da bu alanda toplum sağlığını ön palana alan destek, kontrol ve denetleme görevini yapmalıdır.
W- Korona virüslere yönelik fitokimyasal arayışları var mıdır?
E.A.- Genel olarak korona virüslere yönelik bitkiler veya bitkisel kaynaklı bileşikler denenmiş, Covid-19 enfeksiyonunda da denenmeye devam ediliyor.
Karvakrol, kersetin, hesperidin, resveratrol gibi bazı bileşiklerin moleküler modelleme yöntemi kullanarak etkili olabileceği gösterilmiş. Bazı çalışmalara başlanmış, ancak yapılan klinik çalışmalar yeterli değil. Bu bileşiklerle ilgili tedavi sürecine destek olabilecek bazı kullanımlara yönelik daha önce yapılmış çalışmalara da rastlanabiliyor. Örneğin kekikten elde edilen karvakrolun pnömonide kullanımı gibi. Yine de bu enfeksiyon için henüz etkisi ispatlanmış yeterli miktarda veri yok.
Çin gibi bazı ülkelerde geleneksel tedavi yöntemleri, devam eden tedaviye ek olarak klinikte hastalara verilmekte. Bazı bitkiler için dikkate değer sonuçlar da elde edilmiş. Bu bitkilerden bazılarından elde edilen etken maddelerin doğrudan koronavirüse etkili olduğu laboratuvar çalışmalarında gösterilmiş. Örneğin Çin meyanı (Glycyrrhiza uralensis)’dan elde edilen glisirizik asit ve Baykal kasidesi (Scutellaria baicalensis) türlerinden elde edilen baicalin maddeleri öne çıkmakta.
Aslında Covid-19 pandemisinde kullanılan bitkilerde de, ilaçlara benzer aktivite göstermesi bekleniyor. Antiviral aktivite yanında, virüs enfeksiyonunu sonucu oluşan aşırı reaksiyona karşı antienflamatuvar etki araştırılan aktivitelerden. Aynı zamanda antiviral özelliği de olan bitkisel kökenli kinin türevi klorokin en çok tartışılan maddelerden biri. Bunun dışında Colchicum türlerinden elde edilen kolşisin veya Artemisia annua’dan elde artemisinin gibi moleküller tedavide adı geçen bileşikler.
Covid-19 enfeksiyonunda bakılan bir başka aktivite de tıbbi bitkisel ürün veya ilacın bağışıklık sistemi üzerindeki etkileri. Ancak bu etkiyi gösteren bitkilerde özellikle Covid-19 enfeksiyonunda çok dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü başta bağışıklık sisteminin güçlü olması bir avantaj iken virüsü aldığınızda vücudun verdiği aşırı immun yanıt asıl ciddi problemi yaratmakta. Bu nedenle kullanılabilecek bitkilerin bağışıklık sistemini düzenleyici aktivite göstermesi beklenmekle birlikte kullanımında temkinli olmak gerekiyor.
Bitkilerle tedavide istenmeyen etki veya güvenli kullanım, az bilinen ama en çok dikkat edilmesi gereken kısım. Örneğin uzmanlar, pandemi ile ilgili olarak, çok tartışılan zerdeçal, ekinezya, meyan kökü gibi bitkilerin, NSAI’lere benzer antienflamatuar etki gösterebileceğinden, vücudun bu enfeksiyona bağışıklığına ve enflamatuar tepkisine müdahale edebileceği konusunda uyarıyorlar.
W- Genel olarak influenza enfeksiyonlarına karşı korunma da fitokimyasalların yeri var mıdır?
E.A.- Temiz hava, iyi uyku, dinlenme, sağlıklı gıda tüketmek, bağışıklık sistemini baskıladığı bilinen şeker gibi besinleri azaltmak veya kesmek, bağışıklığı desteklemek için fermente ürünleri daha çok tercih etmek korunmada ilk olması gerekenler. Bunların dışında bağışıklığı düzenleyici bitkisel takviyeler doktora danışarak kullanılabilir. Bu ürünler, bağışıklığın düzenlenmesinde kullanılmakla birlikte, çalışmaların daha çok laboratuvar veya preklinik çalışmalar şeklinde olduğu ve klinik çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu özellikle belirtmek gerekir.
Beta Glukan, Afrika Sardunyası Kökü (Pelargonium sidoides), Kara Mürver Meyvesi (Sambucus nigra), Laden (Cistus incanus) ve Ekinezya Kökü (Echinacea türleri) ekstreleri (çay halinde kullanılması etkisizdir) örnek verilebilir. Tekrarlamak gerekirse, bunların standardize ekstrelerinin kullanılması etkililiği için önemlidir. Kullanılmadan önce ve şekli ve süresi ile ilgili olarak doktora veya eczacıya danışılmalıdır.
Mikrobiyal enfeksiyonlarda, ortam dezenfeksiyonu da önemlidir. Etkinliği yüksek olan dezenfektanlara ek olarak kullanabileceğimiz yöntemlerden birisi uçucu yağlardır. Antiseptik etkinliği yüksek olan uçucu yağlara Sandal (Santalum album), Defne (Laurus nobilis) ve Çay Ağacı (Melaleuca alternifolia) kullanılabilir. Yine bir uyarı olarak belirtmek gerekirse uçucu yağların difüzör ve seyreltme yoluyla kullanılabileceği ve alerji ile hiperreaktivite olasılığına dikkat çekmek gerekir.
Solunum yollarında antiseptik etkili bazı bitkiler de önlem amaçlı kullanılabilir. Bu bitkilere, Mersin (Myrtus communis), Ökaliptus (Eucalyptus globulus), Kekik (Origanum, Thymus türleri), Adaçayı (Salvia fruticosa) örnek verilebilir.
Yine bu süreçte kullanılabilecek, genel solunum yolları hastalıklarında ve yumuşatıcı (demulsan) etkisi ile tahrişi azaltarak etkili olan bitkilere Hatmi (Althaea officinalis), Ihlamur (Tilia türleri) söylenebilir. Çay şeklinde kullanılabilecek bu bitkilerin güvenilir yerlerden alınmış ve etiket bilgileri uygun olan ürünler olduğundan emin olmanız gerekir.
Ayrıca laboratuvar çalışmalarında, bazı uçucu yağların örneğin okaliptüs (Eucalyptus globulus), bergamot (Citrus bergamia), tarçın (Cinnamomum zeylanicum), lavanta (Lavandula officinalis), ıtır (Pelargonium graveolens) karanfil (Syzygium aromaticum), biberiye (Rosmarinus officinalis), çay ağacı (Melaleuca alternifolia) gibi, influenza (H1N1) virüsüne karşı çok güçlü antiviral aktivite gösterdiği görülmüştür. Aromaterapötik olarak bu uçucu yağlar kullanılabilir.
W- Çok önemli bir çalışmanız oldu: “covid-19’da kullanılan Çin bitkileri” çalışmanızdan bir özet alabilir miyiz?
E.A.- Pandeminin ilk dönemlerinde Çin’de normal tedaviye ek olarak Geleneksel Çin Tıbbi tedavilerinin uygulandığı, kullanılan bazı bitkilerin etkili olabileceği, bu konuda daha ayrıntılı bilgiye ihtiyaç duyulduğunu fark ettik. Klinik çalışmaları yapılan bitkileri araştırdığımızda da bazı türlerin etki mekanizmalarının aydınlatıldığı, laboratuvar veya preklinik çalışmanın yapıldığını gördük. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden araştırmacılarla öncelikle sağlık çalışanlarına cevap oluşturabileceğine inandığımız bu çalışmayı planladık. Yayına kabul edilen çalışmamızda, Çin’de Covid-19 hastalarına verilmiş GÇT bitkileri incelendi. Çalışmada Çin’de yapılan klinik araştırmaların sonuçları, kullanılan bitkilerden antiviral, immünomodülatör ve antienflamatuar etki gösteren türlerin kimyasal içerikleri, etki mekanizmaları, kardiyovasküler sisteme etkileri ve diğer güvenli kullanım bilgileri yer almakta. Ayrıca virüsün damar içi endotel dokuya etkisi bilindiğinden bu yönde elde edilen bilgiler de araştırmaya dahil edildi. Makaleye Turk Kardiyoloji Dernegi Arsivi’inden ulaşılabilecektir ([email protected]).
W- Son dönem çalışmalarınızı paylaşır mısınız?
E.A.- Son dönemde temel araştırmalarımızın dışında özellikle, bitkisel ürünlerin klinikte kullanımına yönelik değerlendirmelerin yapıldığı çalışmalara ağırlık vermekteyiz. Burada başta hekimler olmak üzere, sağlık çalışanlarına ve ilgili herkesin ulaşabileceği, bitkilerin tıpta kullanımı ile güvenli bilgiyi sağlamak amacıyla bir web sitesi oluşturduk.
Tıbbi bitkilerde en büyük eksiklik kanıtı üretmek, bu alanda yapılacak klinik çalışmaları arttırmak hedeflerimiz arasında.
Tıbbi bitkiler, maalesef yanlış bilginin en yaygın olduğu, daha da vahimi şarlatan biliminde en çok yer bulan malzemeler. Malzeme terimini kullanıyorum maalesef çok farklı hedefleri olan kişilerce bitkiler kullanılmakta. Yeni başvurusunu yaptığımız bir projede açık bilim kapsamında yapılan bu kontrolsüz bilgiye özellikle tıp ve eczacılık öğrencilerin nasıl yaklaşabileceğine ve yönetebileceğine yönelik ve açık bilimde etik yaklaşım ile ilgili çalışmalar planlamaktayız.
W- “yeni normal” akademik eğitime ve çalışmalarınıza nasıl yansıyacak?
E.A.- Yeni normalden önce eskisi normal miydi onu sorgulamak gerek. Bu kadar çok tüketim, bu kadar seyahat, bu kadar çok şehirleşme vb bu kadar çok şey normal değildi bence. Pandemi bize biraz da bütün bunları yapmasak da yaşayabiliyormuşuz ve kendimize ve birlikte yaşadığımız insanlara daha çok zaman ayırmamız gerektiğini gösterdi.
Akademide, laboratuvar dışındaki bilimsel çalışmalarımız üretken olamamasında ileri sürdüğümüz zaman, mekan gibi sebeplerin aslında bahane olduğunun farkına varmamızı sağladı. Bu süreçte en fazla, medya, online iletişim, yapay zeka, verilerin yoğunluğu konuşuldu. Biz derslerimizi, sınavlarımızı, toplantılarımızı farklı platformlar kullanarak bilgisayarlarımızın karşısında yaptık. Aslında öğretim ve yönetim çalışmalarımız aksatmadık. Ancak aynı zamanda yeni normalin bu şekilde gitmemesi gerektiğinin de farkına vardık.
Ben dijital iletişiminin faydalarını göz ardı etmeden, yüz yüze ve eğitimin tüm boyutları kullanarak yapılması gerektiğine inanıyorum. Çok daha önce eğitim programlarımızı bu yönde geliştirmemiz gerekiyordu. Pandemi süreci olması gereken değişimlere adaptasyonumuzu hızlandırdı. Örnek vermek gerekirse, bilgi seviyesini ölçen sınavların online ortamda yapılması sayesinde beceri ölçen değerlendirmelere daha fazla zaman ve emek harcama olanağı sağladı. Bunları çoğaltmak mümkün.
Araştırma kısmında, pandemi bize kısa sürede ne kadar çok verinin üretildiği ve dolaşıma sokulduğunu gösterdi, aynı zamanda bu verilerin araştırmacılar tarafından nasıl kullanılması gerektiği konusunda da düşünmemizi sağladı. Çevrimsel araştırmanın ne kadar önemli olduğunu ve yapılabilirliğini gösterdi.
W- Sevgili Hocam değerli görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür eder başarılı çalışmalarınızın devamını dileriz.
Bana paylaşabilme fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Prof. Dr. Emine AKALIN