ABD’den Katar ve İtalya’ya, Belçika ile Slovenya’dan Türkiye’ye kadar dünyanın pek çok ülkesinden doktor ve kanser araştırmacısı; 5-8 Nisan tarihleri arasında Kapadokya Nevşehir’de düzenlenen Primo 2018 Türkiye İmmünoterapi Kongresi’nde biraraya geldi. Türkiye’de ilk kez düzenlenen kongrenin evsahibi Kanser İmmünoterapisi Derneği’nden Doç. Dr. Burçak Karaca, Primo 2018 Türkiye’nin Türk bilim ve onkoloji dünyası için çok önemli uluslararası işbirliği olduğunun altını çizdi. Dr. Karaca, Türkiye’de de Avrupa ve ABD’de olduğu gibi kanser tiplerine özel, hem tedavi eden hem de araştırma yapan Mükemmeliyet Merkezleri kurulmalı ve mutlaka kendi milli ilacımızı geliştirerek üretmeliyiz” dedi.
PRIMO(Practical Recommendations in Immuno and Molecular Oncology), uzun yıllardır Amerika’da St Luke’s Kanser Merkezi Onkoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sanjiv Agarwala başkanlığında yürütülen ve klinik onkolojinin en yeni ve en sıcak konularını tartışan bir kongre olma özelliğindeyken, bu yıl aynı isim hakkı PRIMO Türkiye adıyla Ege Üniversitesi Medikal Onkoloji BD’ndan Doç. Dr. Burçak Karaca öncülüğünde Kanser İmmünoterapisi Derneği şemsiyesi altında ilk kez Türkiye’de toplandı.
ABD’den St. Luke’s Kanser Merkezi, Amerika Memorial Sloan Kettering Kanser Enstitüsü, Ulusal Kanser Enstitüsü, İtalya’dan G. Pascale Tümör Enstitüsü, Slovenya Ulusal Kanser Enstitüsü, Kaliforniya’dan DevaCell şirketi, Türkiye’den Ege Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve İzmir Ekonomi Üniversitesi tıp fakültelerinden bilim insanlarının katıldığı uluslararası toplantıda, ölümcül bazı kanser tipleri için çok ciddi bir umut kapısı aralayan ve son yıllarda bazı kanser türlerinde tedavi algoritmalarını sil baştan yazdıran immünoterapi seçenekleri, kişiye özel moleküler tedaviler, hem klinik hem de deneysel düzeyde tartışıldı.
“İmmüno-onkoloji kavramı ile beraber kanser tedavisinde hastalık evresi ne olursa olsun kişiye tam şifa sağlama kavramı gündeme geldi…”
Primo 2018 Türkiye’nin Türk bilim ve onkoloji dünyası için uluslararası işbirliğinin önemli bir meyvesi olarak karşımıza çıktığına dikkat çeken Kanser İmmünoterapisi Derneği’nden Doç. Dr. Burçak Karaca, “ İmmüno-onkoloji kavramı ile beraber kanser tedavisinde hastalık evresi ne olursa olsun kişiye tam şifa sağlama kavramı gündeme geldi. Bu, kanser için çok önemli devrimsel bir süreç. Çünkü bizde temel olan kanserin evresidir. Eğer erken evre ise bizim genellikle işimiz kolaydır. Ancak bizim gibi gelişmekte olan görece yoksul ülkelerde, erken evrede yakalanabilecek bazı kanserler sıklıkla erken evrede yakalanmaz, genellikle ileri evrede yakalanır. İleri evrede yakalandığında bizim temelde şimdiye kadar yaptığımız şey, hastanın yaşamını mümkün olduğunca kaliteli şekilde uzatmaktı. Ancak immüno-onkoloji ile artık bambaşka bir kavram girdi. İleri evrede bile olsa hastaya tam şifa sağlayabilecek bağışıklık sistemini hedef alan bir grup tedavi aracılığıyla; bizim bütün kanser tedavisine bakışımız değişti, yeniden şekillendi. Bu tedavi şu anda melanom, akciğer, mesane, böbrek hücreli karsinom, üçlü negatif meme kanseri, hodgkin lenfoma, beyin tümörü ve lösemilerin bazı tiplerinde son derece iyi çalışıyor” dedi.
“Mutlaka kendi milli ilacımızı geliştirmek ve üreterek kendi kendimizi idame ettirmek durumundayız…”
Türkiye’de de Avrupa ve ABD’de olduğu gibi kanser tiplerine özel, hem tedavi eden hem de klinik/laboratuvar araştırmaları yapan Mükemmeliyet Merkezleri kurulması gerektiğinin altını çizen ve bu sayede kanserde başarı şansının birdenbire çok yukarıya çıkacağını belirten Doç. Dr. Burçak Karaca, “Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar çok pahalı. Yurtdışında geliştirilen ilaçları alıyoruz ne yazık ki ve onları kullanıyoruz. Eğer bu ilaçlarda dışa bağımlı yaşarsak bir süre sonra ekonomimizin bunu çevirmesi mümkün değil. Mutlaka kendi milli ilacımızı geliştirmek ve üreterek kendi kendimizi idame ettirmek durumundayız. Teorik bilgi anlamında eksikliğimiz yok, fiziki altyapımız ve yeterli kaynağımız var. Tek eksiğimiz yeterince liyakatli insanı biraraya getirip çalıştıramamak ve ilaç geliştirme sürecindeki interdisipliner blokları finansal olarak birbirlerine bağlayamamak . ” dedi.
“Yayılmış melanom kanserli hastalarda sağ kalış oranı yakın zamana kadar sıfırdı. İmmünoterapi ile artık bir kısım hasta, 10 yılı aşkın süredir yaşıyor…”
Primo 2018 Türkiye Kongresi, St. Luke’s Kanser Merkezi ve Temple Üniversitesi’nden Prof. Dr. Sanjiv Agarwala’nın, uzun yıllardır üzerinde çalıştığı, temel immünonkoloji konularını klinisyenler için derleyip topladığı kişisel örneklerle zenginleştirdiği konuşmasıyla açıldı. Prof. Dr. Agarwala, “Temple Üniversitesi kliniğinde pek çok deney gerçekleştiriyoruz. Şu ana kadarki en büyük başarıyı cilt kanseri melanomda elde ettik. Geldiğimiz noktayı özetlemem gerekirse; bundan 5 yıl önce immünoterapi ile melanom tedavisinde yüzde 5 başarı sağlanırken, şu anda yüzde 40 başarı yüzdesine sahibiz. Geçmişte metastatik dediğimiz yayılmış melanom kanserli hastalar kesinlikle ölüyorlardı, sağ kalış oranı sıfırdı. Artık metastatik melanoma sahip hastalar 15 yıldan fazla yaşayabiliyorlar. immünoterapinin yan etkileri kemoterapiye göre daha az ve hastaların hayat kalitesi çok daha yüksek” dedi.
“Çalışmalarımız, akciğer kanserinde immünoterapinin kemoterapinin yerini alabileceğine dair ümit vadediyor…”
Prof.Dr. Agarwala şöyle devam etti: “Günümüzde melanom tedavisinde artık kemoterapi yerini hedefli tedaviler ve immünoterapilere bırakmış vaziyette. Geçmişte akciğer kanseri olan hasta önce kemoterapi ile tedavi ediliyor ve işe yaramaz ise bir daha kemoterapi alıyor, bu da hastanın durumunu iyice ağırlaştırıyordu. Artık kemoterapi işe yaramaz ise alternatif olarak immünoterapi uygulanıyor. Hatta daha deneysel bir çalışma olarak akciğer kanserinde kemoterapi yerine doğrudan immünoterapi tedavisine başlanması sözkonusu. Bu bağlamda yaşam kalitesi olarak kemoterapinin getirdiği tüm yan etkiler bertaraf oluyor. Çalışmalarımız akciğer kanserinde immünoterapinin kemoterapinin yerini alabileceğine dair ümit vadediyor”.
“İmmünoterapide, ilaçlarla doğrudan kanser hücrelerini öldürmeyi değil, bağışıklık sisteminin hastalığı öğrenip yok etmesini hedefliyoruz…”
Kongreye tüm Avrupa’nın en fazla melanom hastası gören saygın merkezlerinden birisi G. Pascale Tümör Enstitüsü’nden katılan Prof. Dr. Antonio Grimaldi ise kanser ve özellikle melanomda yenilikçi terapiler üzerinde çalıştıklarını belirtti. İmmünoterapinin sadece melanomda değil pek çok kanserin tedavisinde kullanılmaya başlandığını söyleyen Prof. Dr.Grimaldi, “İmmünoterapi ile biz tümörü değil, bağışıklık sisteminin hastalığı tedavi etmesi için çalışıyoruz. Son 10 yılda yeni geliştirilen ilaçlarla 6 ay, en fazla bir yıl ömür biçilen hastalarımızın bir kısmı, uygulanan tedavi ile 10 yıl hastalıksız olarak hayatlarına devam ettiler, yani bunu kronik bir hastalığa çevirmiş olduk. 7 yıllık veriler başarı oranının yüzde 40-45’lere çıktığını gösteriyor” dedi.
“Hamilelikte doğumdan önceki onbeş gün ve doğumdan sonraki bir ayda annenin aldığı ilaçlar, yeni doğan bebeğe kalıcı metabolik bir takım hasarlar verebiliyor…”
Kongrede ayrıca, son yılların en popüler konularından biri olan bağırsak florası ve kanser ilişkisi de ele alındı. İzmir Ekonomi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Hakan Abacıoğlu, bağırsaktaki mikropları çevresel faktörlerin şekillendirdiğine ve çevresel faktörlerin genetikten daha önemli olabildiğine dikkat çekti. “Hamilelikte perinatal dönem denilendoğumdan önceki onbeş gün ve doğumdan sonraki bir ay çok önemli” diyen Dr. Abacıoğlu, “Hamilelerde bu süre çok kritik gözüküyor. Yapılan birçok çalışma bu dönemde kullanılan antibiyotikler ya da anne tarafından alınan başka ilaçların yeni doğan bebeğinmikrobiyatasını etkileyip kalıcı metabolik bir takım hasarlar verebildiğine işaret ediyor. Bu dönemde özellikle antibiyotik kullanımına çok dikkat edilmeli. Doktor tarafından önerilmedikçe ve kesinlikle gerekli olmadıkça bu dönemde ilaç kullanımından kaçınılması lazım” dedi.
“Dünyadan uzmanlar, kanserin teknolojiyle birleştirilerek tedavi edilmesi ve gen tedavilerindeki gelişmeleri Primo 2018 Türkiye’de masaya yatırdı…”
Tümöre ilişkin tüm immünolojik ve moleküler temellerin deneysel düzeyde de masaya yatırıldığı tartışmada, ABD’den Ulusal Kanser Enstitüsü’nden Prof. Dr. Ena Wang ve Slovenya Ulusal Kanser Enstitüsü’nden Prof. Dr. Gregor Sersa, kanserin teknolojiyle birleştirilerek tedavi edilmesi olasılıklarından, elektroporasyon ve gen tedavilerinden bahsettiler. Gen tedavilerinin Türkiye ayağı ise Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hakan Akbulut tarafından anlatıldı. ABD M.D. Anderson Kanser Merkezi’nden Prof. Dr. Maria Tsimberidou ise kişiye özel moleküler tedavi seçenekleri ve genomik analizin günümüz kanser tedavisini nasıl şekillendirdiğini aktardı.
Yine, Türkiye’de yakın zamanda klinik uygulamaya giren, ancak Avrupa’da uzun yıllardır etkin şekilde kullanılan elektrokemoterapi metodunun Türkiye deneyimi Ege Üniversitesi Plastik Cerrahi Kürsü Başkanı Prof. Dr. Tahir Gürler tarafından anlatıldı. Napoli’deki Kanser Enstitüsü ile kurulan ikili ilişkiler sonucu Doç. Dr. Burçak Karaca, Müh. Dr. İbrahim Gökçe Yayla ve Prof. Dr. Tahir Gürler tarafından Türkiye’ye getirilen elektrokemoterapi cihazı ile bugüne kadar bazı umutsuz melanom hastalarına tam şifa verildi. Kongrede artık bu tedavi metodunun, bir basamak daha ilerletilerek elektroporasyon ile gen tedavisine doğru ilerlediği ve tedavide yeni umut kapıları açmakta olduğu paylaşıldı. Türkiye’de kongrelerde sık rastlanmayan ancak yurtdışı toplantılarında programın ayrılmaz bir parçası olan kanser hastalarının deneyimleri de PRIMO 2018 Türkiye’de bir oturumla tartışıldı. Tedavideki nihai hedef olan hastayı iyileştirmeye çalışırken, hekimler ve hastaların gözünden tüm bu süreç nasıl işliyor, aksayan yönler gibi konular masaya yatırıldı. Elektrokemoterapi ile tedavi edilen ve ileri evre melanom kanserini yenen 37 yaşındaki Alper Kurt bu oturumda, kişisel deneyimlerini ve yaşadıklarını dünyadan gelen uzmanlarla paylaştı.
PRIMO 2018 Türkiye’de ayrıca bilim felsefesi oturumu da yapıldı ve Darwinizm ve Kanser Hücresinin Evolüsyonu başlıklı son derece ilginç bir konuşma Prof. Dr. Emin Kansutarafından sunuldu. Kongrenin devamında, immünoterapinin umut ışığı olduğu akciğer, mesane ve böbrek tümörleri birbirinden değerli Türk bilim insanları tarafından, ortaya konan en yeni verilerle tartışıldı ve uluslararası platformda “ Türkiye olarak ne noktadayız?’ sorusuna yanıt arandı.