Antibiyotikler, 1940’lı yıllardan beri kullanılan, bakterilerin neden olduğu çoğu ölümcül ve bulaşıcı hastalıkları iyileştirmek için kullanılan ilaçlar. Antibiyotikler sayesinde son 75 yılda ortalama insan ömrünün uzadığı, milyonlarca hayatın kurtulduğu biliniyor. Ancak antibiyotiklerin kullanılmasıyla birlikte bakteriler direnç geliştirmeye başladı. Bir bakterinin bir antibiyotiğe dirençli hale gelmesi, artık o antibiyotiğin o bakterinin yol açtığı infeksiyonların tedavisinde kullanılamayacağı anlamına geliyor.
Bakteriler direnç geliştirmek konusunda o kadar yetenekli ki artık günümüzde tıbbin geliştirdiği tüm antibiyotiklere dirençli bakterilerle karşılaşılıyor. Tüm ilaçlara dirençli bu bakteriler ölümlere neden oluyor. Günümüzde dirençli bakteriler nedeniyle yılda yaklaşık 700 bin kişi hayatını kaybediyor. Dirençli bakteriler ekonomik kayıplara da yol açıyor. Avrupa’dan yayımlanan bir raporda sadece AB ülkeleri için dirence bağlı maliyetin –işgücü kayıpları dahil- yılda 1.5 milyar avro olduğu belirtildi. Uzmanlar gelecek için daha karamsar tablolar çiziyor: 2016 yılında İngiltere’de yayımlanan bir raporda 2050 yılında en sık görülen ölüm nedeninin dirençli bakteri infeksiyonları olacağı vurgulanmakta. Hatta her üç saniyede bir kişinin direnç nedeniyle öleceği ve 2050 yılında 10 milyon kişinin bu nedenle kaybedilebileceği belirtilmekte. Bu rakam, kanser ve trafik kazaları nedeniyle gerçekleşmesi beklenen ölümlerin toplamından daha fazla.
TÜRKİYE’DE 10 REÇETENİN EN AZ ÜÇÜNDE ANTİBİYOTİK VAR
Türkiye, OECD ülkeleri arasında kişi başına antibiyotik tüketiminin en fazla olduğu ülke. On reçetenin en az üçünde antibiyotik olduğu biliniyor. Bu yoğun tüketimin sonucu olarak da direnç oranları diğer ülkelere kıyasla oldukça yüksek. Üstelik direnç sadece hastanelerde değil toplumda gelişen basit infeksiyonlarda da tedavi güçlüğüne neden oluyor. Örneğin idrar yolu infeksiyonu geçirmekte olan hastaların yaklaşık üçte birinde artık tablet şeklinde ağızdan bir antibiyotik verilemiyor. Bu durum, alt ve üst solunum yolu infeksiyonları, cilt infeksiyonları için de geçerli. Antibiyotik kullanımı akılcı şekilde yapılmazsa ülkemizi ve insanlığı kötü günler bekliyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de akılcı antibiyotik kullanımını sağlamak için yoğun çabalar var.
Türkiye’de artık antibiyotikler reçetesiz verilmiyor. Bu gereksiz antibiyotik kullanımını azaltmak için çok önemli ve gerekli. Sadece direnç gelişimi açısından değil ilaçların yan etkileri, gereksiz maliyet gibi sıkıntıları azaltmak açısından da önemli. Ancak ne yazık ki antibiyotiklerin yan etkileri de olabilen ciddi ilaçlar olduğunu bilmeyen çok sayıda vatandaşımız reçeteye antibiyotik yazmaları konusunda hekim arkadaşlarımızdan talepte bulunuyor. Unutulmamalı ki akut infeksiyonların özellikle solunum yolu infeksiyonlarının %80-90’ı viruslardan kaynaklanır. Antibiyotikler viruslara etki etmez, antibiyotikler ateş düşürücü de değildir. Bağışıklık sistemini güçlendirmezler tersine vücuttaki faydalı bakterileri de öldürerek bağışıklık sistemini zayıflatırlar. Bu yüzden doktor önermedikçe kesinlikle antibiyotik kullanılmamalıdır.
ANTİBİYOTİK ÖNCESİ YILLARA DÖNÜYORUZ
1940 yılından önce en iyi, en hijyenik hastanelerde doğum yapan 100 kadından bir tanesi infeksiyon nedeniyle kaybediliyordu veya akciğer infeksiyonu yani zatürre on çocuktan birinin hayatını kaybetmesine yol açıyordu. Günümüzde bize çok basit bir infeksiyonmuş gibi görünen beta hemolitik streptokoka bağlı gelişen -halk arasında bilinen adıyla beta- bademcik iltihabı tedavi edilemediği için binlerce genç insan romatizmal kalp hastalığına yakalanıyor, kalp yetmezliği nedeniyle ölüyordu. Menenjitten hastalar kaybediliyordu; yaşamaya devam edenler ise sağırlık, felç gibi ağır hastalıklarla mücadele ediyordu. Büyük bazı ameliyatlardan önce infeksiyondan koruma amacıyla (cerrahi profilaksi) verilen antibiyotikler olmadığı için ameliyatların başarısı düşüktü.
Günümüzde polikliniğe gelen ve basit sayılabilecek infeksiyonu olan bir hastaya tablet şeklinde verebileceğimiz bir antibiyotik olmadığını bunun için hastaneye yatması gerektiğini söylemek zorunda kalıyoruz. Hastanede, yoğun bakım ünitelerinde yatan bazı hastalarımız için ise tıpkı 1940’lı yıllardan önce olduğu gibi antibiyotik seçeneğimiz olmaksızın tedavi etmeye çalışıyoruz çünkü bakterilerin bazıları elimizdeki tüm antibiyotiklere dirençli. Yeni geliştirilen antibiyotiklerin sayısı çok az, çok pahalı ve yan etkisi yüksek ilaçlar. Üstelik bu antibiyotiklere de eskisinden de hızlı bir şekilde direnç gelişiyor maalesef. Çünkü bakteriler gen aktarımı yoluyla direnci birbirine bulaştırıyor ve doğada bu direnç genleri sürekli olarak birikiyor. Dolayısıyla antibiyotikleri doğru kullanmazsak yeni antibiyotiklerin geliştirilmesi de çözüm olamayacak ve antibiyotik öncesi yıllara döneceğiz. Sadece infeksiyonların tedavisi aksamayacak, bugün bilimsel-teknolojik gelişmeler sayesinde yapılabilen hayat kurtarıcı pek çok tıbbi girişim ve tedavi de infeksiyon riski nedeniyle yapılamaz olacak. Örneğin başta kemik iliği olmak üzere organ nakilleri, kanser ameliyatları, kanser kemoterapileri yapılamayacak. Basit ameliyatlarda bile infeksiyondan ölüm riski çok artacak. Tüm bunları önlemenin yolu antibiyotiklerin dikkatli ve doğru kullanılması. İnsanlık olarak şimdilik başka seçeneğimiz yok.