Geçen hafta bir kitabı tanıtmamız sadece bilgilenmek isteyenleri haberdar etmek değil, okuma alışkanlığının azaldığına da vurgu yapmaktı. İnsan adaleleri nasıl çalıştıkça güçlenirse, aklı da çalıştıkça keskinleşir, hayal gücü genişler. Bunun klasik örneği olarak satranç ustalarıdır. Aslında 64 kare ve herkesin açıkça gördüğü, blöf ya da şans unsuru barındırmayan 32 bileşene sahip oyunda, usta seviyesine gelmek her gün saatlerce çalışarak yıllar alır.
Prof.Dr.Yavuz DİZDAR
İnsan okudukça da bilgisi artar, aklı genişler, olayları değerlendirme kapasitesi güçlenir. Ama daha sonra kendine biraz da kendiyle kalma şansı verirse çok daha sıra dışı bir yetenek belirir. “Söz söyleme, laf yetiştirme” becerisi kendini belli eder. Bu noktadan sonrası artık kendini tartma hassasiyetine bağlıdır, dış dünyayı bırakmamış, ama yeterince kendiyle kalabilmişse, diline hakim olmayı öğrenir. Aslında karşındakini etkileme, hatta “laf sokma” becerisi vardır. Ama kendine hakim olur, yerli yersiz konuşmamayı da öğrenirse, ki biz buna ketumiyet diyoruz, artık “olmuş” demektir. Dolayısıyla okumak, özellikle de kitap okumak çok fazla önemlidir.
Kitap nasıl okunur?
Bizim ülkemiz okuma alışkanlığı açısından hiçbir zaman çok parlak olmadı. Biz aslında coğrafyamız ve tabiatımız gereği sabır göstermekte zorlanırız. Bir kitabı okumak da sabır gerektirir. İlk okumalarda “sayfaları kıraat etmek” dışında bir şey çıkmaz. Ama ilgi duyduğunuz bir alanda okumaya başladığınızda, hele hele dış çeldiricilerden de uzaksanız durum değişir. Tamam bütün kitaplar aynı akıcılıkta okunamaz, zaten öyle de yazılmamışlardır, ama okuma becerisi de okudukça artar. Bu beynin işlem hızının artması demektir, siz bugün okumakta zorlanırsınız, yarın anlamakta zorlanmakla kalırsınız, ama sonrasında “var mı değişik bir şey söyleyen” diye arayışa da girebilirsiniz. Bu “dış çeldiriciler” kısmında sakın ev sakinleriyle muhabbeti düşünmeyin. Muhabbet de eğer anlamlıysa başlı başına zihin geliştiricidir. Çeldiricilerde birinci sıraya oturtmanız gereken televizyondur, “ses olsun” diye açarsınız, ama sizi ekrana kilitler. Oysa radyo öyle değildir, ses olacaksa radyo açın, o da bir yandan aklınızı çalıştırır, ama beri yandan en azından eliniz işten geri kalmaz.
Layıkıyla okumak ise bunların ötesidir. Bir kere konsantrasyon gerektirir, anlatılanı anlamaya çalışırsınız. Kitap sürükleyiciyse bu kez merak oluşturur, devamını istersiniz. Ama en sonunda sizde kültür biriktirir, işte bunu, ama kimsenin gözüne sokmadan, bonkörce harcayabilirsiniz. Yeterince kitap okuduğunuzda sizdeki değişimi önce etrafınızdakiler fark eder. Bu iyi bir şeydir, ama okuma alerjisi olanlara temkinli yaklaşın. Ev dışında, kullanıyorsanız toplu taşımada da kitap okuyabilirsiniz. Ben beceremem, aklım dağılır, o yüzden metroda ayakta bile açıp okuyabilenlere gıpta ederim. Oysa olasılıkla seyahatlerde okunabilecek rahat kitaplar da vardır. Bazıları satır satır altını çizerek okur, notlar bile alır. Acımayın, siz yeter ki okuyun, birkaç yıl sonra neden altını çizdiğinizi hala hatırlayabiliyorsanız ne mutlu. Ama ben daha çok sayfayı kıvırırım, “burada hatırlanması gereken bir şey var” anlamına gelir, çoğunlukla ne olduğunu bulamam, ama bazen de bulurum.
Kitap okumanın yegane sıkıntısı
Kitap okumanın bir tek sıkıntısı vardır, etrafınızdaki okumayanları sığlaştırır. Siz bir şey söylerken on şeyi düşünürsünüz, karşınızdaki zaten o bir şeyi de anlamaz. İşte o zaman diğerlerine de okutmak zorunda kalırsınız. Oysa herkesin elinde akıllı cep telefonu, isterse roman aplikasyonu, aslında bütün imkanları vardır, yine de okumaz.
Bu yüzden twitter da boşu boşuna 140 karakterle sınırlamaz, bir kısa mesajın alabileceği kadarı ancak budur.