W- Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlkay Erdoğan Orhan ile 2018 yılında “İlklerin Bilim İnsanı” ve 2020 yılında ‘Prof. Dr. İlkay Erdoğan Orhan’dan “fitoterapötik” öneriler’ başlığında iki özel röportaj gerçekleştirmiştik. Değerli Bilim İnsanımızın güncel çalışmalarını ve görüşlerini almak istedik;
Fitoterapi alanında lider ülkeler hangileridir ve bu ülkelerdeki başarılı uygulamaları alabilir miyiz? Ülkemizin fitoterapötik bitkiler açısından yeterliliği sanırım tartışılmaz, bu zenginliği nasıl değerlendirmeliyiz?
İ.E.O.- Sanırım hiç tartışmasız bu konuda Avrupa ülkeleri, özellikle Almanya ve Fransa bu konuda çok ileri noktada. Regülasyonları ve mevzuatları çok sağlam. Diğer yandan uzakdoğuda Japonya’nın bu konuda başı çektiğini söyleyebilirim. Çin ve Hindistan’ın kendine özgü geleneksel tıp sistemleri olduğundan onların mevzuatları daha spesifik. Biz zaten fitoterapi konusunda Avrupa mevzuatını takip ediyoruz. Türkiye Avrupa Farmakopesinin üyesi. EMA olarak bilinen Avrupa İlaç Ajansını sıkı bir şekilde takip ediyoruz. Avrupa’da bitkisel ilaç veya geleneksel bitkisel tıbbi ürün üreten ciddi firmalara baktığımızda, hemen hemen hepsi 100-150 yıl önce kurulmuş, geleneği olan şirketler. Tarlada bitkinin yetiştirilmesinde, üretim proseslerine kadar her adımları çok iyi dokümente edilmiş. GACP ve GMP belgeleri olan ve Ar-Ge’ye büyük bir bütçe ayıran şirketler. Bu nedenle de çok kaliteli fitoterapötikler üretiyorlar. Avrupa Farmakopesinde verilen spesifikasyonlara uygun patentli ekstre elde edip, dünyaya ve tabii ki bize de hammadde veya bitmiş ürün olarak satıyorlar. Biz de ülkemize özgü bitkilerden hareketle Farmakope kalitesinde patentli ekstre üretmeliyiz. Şu anda belli başlı bitki türlerinin ihracatı dışında, bu büyük zenginliğimize rağmen dünyada söz sahibi değiliz. Bizim artık bitkinin kendisini satmaktan ziyade, hammadde veya kaliteli bitmiş ürün üretip dünyaya satmamız gerekiyor. Bunun ülkemize çok büyük bir ekonomik getirisi olacaktır. Bence bu konu bir milli seferberlik konusu olacak kadar önemli.
W- Fitoterapi kimler tarafından uygulanmalı? Fitoterapi tüm terapötik alanlarda uygulanabilir mi? Fitoterapi alanının suiistimali konusuna dair değerlendirmenizi ve bu konuda neler yapılabilir önerilerinizi alabilir miyiz?
İ.E.O.- Fitoterapi bir tedavi şekli olduğu için tabii ki hekimler tarafından uygulanmalı. Ancak hekimin tavsiye edeceği veya reçete edebileceği fitoterapötiklerin hazırlanması, üretilmesi ve de eczane kanalından hastaya ulaştırılmasında da eczacıların rolü çok kritik. Aslında GBTÜ ve diğer doğal destek sağlık ürünleri reçetesiz temin edilebildiğinden, hasta doğrudan eczacıya danışarak eczanelerden satın aldığı için eczacılarımızın yetkinliği çok önemli. Tıbbi bitkilerin ve bunların bitmiş ürün formlarının aktarlarda satılması kanunen yasak ama pratikte böyle olmadığınız hepimiz görüyoruz. Aktarlar çok iyi denetlenmeli. Zira tıbbi tavsiye verme ve bu ürünleri satma yetkileri kanunen engellenmiş durumda. Ancak kış gelince televizyonlarda bile tıbbi çay tavsiyesi için ne yazık ki medyamızın aktarlara gittiğini görüyoruz. Yine sosyal medyada bu konuda influencer denilen kişilerin de bu ürünleri rahatlıkla tavsiye ettiğine tanık oluyoruz. Gerçi TİTCK’nın ilgili birimi bu konuda sürekli denetim yapıyor, uyarı gönderiyor, ceza veriyor ama o kadar çoklar ki hepsiyle baş etmek mümkün olmuyor. Halkımızın bu konuda gözünü açması, hekim ve eczacıdan başkasına güvenmemesi lazım.
Bu arada fitoterapi, her hastalığın tedavisinde kullanılamaz. Zaten tanımında da basit ve hafif hastalıkların tedavisinde ve sağlığı koruyucu etkileri olduğunun altı çizilmektedir. Ancak şunu da söylemeliyiz ki, sadece bu şekilde sınırlandırılmaması da lazım. Zira bazı fitoterapötikler özellikle Avrupa’da hekimin tedavi protokolünde yer almakta. Bazen tek başına, bazen adjuvan olarak tedaviye entegre edilmekte. Örneğin kanser tedavisinde, Viscum albüm yani ükemizde ökse otu olarak bilinen bitkinin preparatlarının tedaviye adjuvan olarak eklenmesiyle tedavi cevabı oldukça yükselmektedir. Veya mantar zehirlenmelerinde veya karaciğer dejenerasyonunda silimarin preparatı kullanımı ile alınan hepatoprotektif cevap çok olumludur. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.
W- Aromaterapiyi fitoterapi içinde görebilir miyiz?
İ.E.O.- Ben burada şahsi fikrimi beyan edebilirim. Bana göre, aromaterapi bağımsız bir tedavi şekli gibi görünmekle beraber, prensipleri açısından zaten fitoterapinin içinde. Tek farkı, etken madde olarak uçucu yağlar ve bunların ürünlerini içermesi. Bağımsız olarak algılanmasının da bir sakıncası yok. Fitoterapi alanında bir uzmanın aromaterapiyi bilmemesi kabul edilemez. Belli alanlarda aromaterapötiklerin çok etkili olduğunu biliyoruz. Zaten hekim ve eczacılar tarafından da çok rağbet ediliyor. Ama yine aynı problem aromaterapide de karşımıza çıkıyor. Sağlık profesyoneli olmayan kişilerin aromaterapi yaptığını ve ürün tavsiye ettiğini de çokça görüyoruz.
W- Eczacılık eğitimine stratejik bakışınızı alabilir miyiz? Eğitimdeki öncelik ve hedefleriniz nelerdir?
İ.E.O.- Ben de bu yıl meslekte 30 yılını tamamlamış bir eczacı olarak, eczacılık eğitiminin içeriğinin oldukça değiştiğini söyleyebilirim. Eczacılık bilimleri çok dinamik ve yeri geldiğinde de multidisipliner konuları kapsıyor. Zaten tüm eczacılık fakülteleri çekirdek eğitim programını uygulamakla mükellef. Biz de Fakültemizde müfredatımızın temelini buna dayandırıyoruz ama özellikle uluslararası eczacılık federasyonunu (FIP) da çok sıkı takip ediyoruz. Örneğin FIP eczacılık fakültelerine dijital eczacılık uygulamaları ve yapay zekayı entegre etmelerini önerdi ve Türkiye’de eczacılıkta yapay zekâ dersini lisans düzeyinde açan ilk Eczacılık Fakültesiyiz. Bunun dışında eczacılıkta yeni bir alan olarak spor eczacılığını ders olarak lisans düzeyinde açan ilk açan Fakülteyiz ve YÖK’ün de onayıyla 2 yıl önce ülkemizde ve dünyada ilk akademik program olarak tarihe geçen spor eczacılığı yüksek lisans programını biz açtık. Yine adli eczacılık yüksek lisans programını Türkiye’de açan 2. Eczacılık Fakültesiyiz. Bu programların eczacılık mezunlarının istihdamı açısından çok stratejik olduğu kanısındayım. Biz şu anda Fakülte olarak çok iyi bir noktadayız. Ulusal ve uluslararası sıralama kuruluşlarında zaten bu başarılarımız tescil edilmiş durumda. 2023’te dünyadaki üniversiteleri sıralayan QS derecelendirmesine göre, dünyadaki ilk 500 Eczacılık Fakültesinden biriyiz. İlk 500’e Türkiye’den sadece 3 Eczacılık Fakültesi girdi ve birisi de Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi. Yine ulusal düzeyde URAP sıralamasına göre; yaklaşık 60 Eczacılık Fakültesi arasında 3. sıradayız. Bu sıralamamızın 1-2 yıl içinde ilk 2’de olacağı kanısındayım. Bu başarılara Dekan olarak katkım olduğunu bilmek beni çok mutlu ediyor. Eczacılık eğitiminde 2028 yılına kadar tam akreditasyona sahibiz.
İlaç endüstrisi ile ilişkilerimiz çok iyi. Buna çok önem veriyoruz. Çünkü fakültemizin misyonu öncelikli olarak ilaç endüstrisine nitelikli mezun yetiştirmek. Bunun için Fakültemizin İlaç Endüstrisi Danışma Kurulu ve ayrıca yine paydaşlarımızdan oluşan bir Danışma Kurulu daha var. Onların görüşlerine çok önem veriyoruz. Öğrencilerimizin müfredat dışında kendilerini geliştirmeleri için sertifika programlarımız da mevcut. Ancak Fakültemizin ve tabii ki Dekanı olarak benim de öncelikli hedefimizin verdiğimiz üst düzey eğitimi korumak ve hatta yükseltmek, ayrıca eğitim ve araştırma açısından bir numaraya yükselmektir. 55 yıllık bir Eczacılık Fakültesi olarak öğretim elemanlarımızın üstün gayretleri ve üst yönetimimizin desteği ile hedefimize çok yakınız.
W- Mezunlarınıza ne gibi destekleriniz olmaktadır?
İ.E.O.- Bugüne kadar 7000 civarında mezun vermiş 55 yıllık bir Fakülte olarak, mezunlarımızın aidiyet duygusunun çok yüksek olması bizi sevindiriyor. Fakültemiz bünyesindeki Mezunlar Komisyonumuz ile iletişimimiz gayet iyi. En son 24 Kasım’nda yoğun katılımlı bir mezunlar buluşması etkinliği gerçekleştirdik. Ayrıca 2018 yılından beri Fakültemizin ve Üniversitemizin adını başarılarıyla duyuran mezunlarımıza her yıl “Fark Yaratan Mezun Ödülü”nü törenle takdim ediyoruz. Aslında mezunlarımızın da bize katkısı çok oluyor. Örneğin Fakültemizin Konferans Salonunun yenilenmesini mezunlarımızın bağışlarıyla gerçekleştirdik. Birçok mezunumuz, ihtiyaç sahibi öğrencilerimize burs veriyor. Fakültem adına kıymetli mezunlarımıza katkıları için şükranlarımı sunarım.
W- Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi olarak ilaç sanayi ile işbirlikleriniz olmakta mıdır?
İ.E.O.- Tabii ki olmakta. Az önce ifade ettiğim gibi, Fakültemizin en önemli paydaşlarından biri olarak ilaç sanayisinin temsilcilerinden oluşan İlaç Endüstrisi Danışma Kurulumuz ile düzenli olarak toplantılarımızı yapmaktayız. İlaveten sektörden çeşitli firmalarla Ar-Ge iş birliği protokolü imzaladık ve bu protokoller çerçevesinde danışmanlık hizmeti ve ürün geliştirmeye yönelik çalışmalar yapıyoruz. Örneğin bu kapsamda, bahsettiğim üniversitemizin sanayi iş birliği ile ilk ticarileşmiş ürünü eczanelerde TİTCK tıbbi cihaz ruhsatı ile 2 yıldan beri tüketiciye sunulmaktadır. Takviye edici gıda kategorisinde de formülasyon geliştirme çalışmalarıyla firmalara destek veriyoruz. “Öğrencilikten İlaç Endüstrisine İlk Adım” adlı sertifika programımızda da ilaç endüstrisi temsilcilerinden destek almaktayız. Yine Ankara merkezli Gen İlaç ile son sınıf öğrencilerimiz için ortak staj eğitimi sürdürüyoruz. TÜBİTAK 2209B öğrenci projelerinde de ilaç endüstrisi destekli öğrenci projeleri yapıyoruz.
W- Akademik kurumların yerli ilaç sanayinin gelişmesine sunacakları desteği ve ar-ge iklimine katkıları konusundaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
İ.E.O.- Üniversitelerle ilaç endüstrisi arasında kişisel bağlarla kurulmuş iş birlikleri olmasına rağmen, çok daha yakın ilişkiler kurulmalı. Bu konuda halen istenilen noktada değiliz. İlaç endüstrisi üniversitelerin araştırma deneyiminden ve çıktılarından tam anlamıyla faydalanmıyor. Biz bu nedenle, her yıl hazırladığımız Ar-Ge Bültenini ilaç endüstrisindeki paydaşlarımıza gönderiyoruz ve araştırma faaliyetlerimiz ile ilgili bilgilendirme yapıyoruz. TÜBİTAK sanayi-üniversite destekli proje kalemleri de önemli ama Eczacılık Fakülteleri uygun şartları sağlamakta zorluk yaşayabiliyorlar. Ar-ge ve Ür-Ge hatta inovasyon için her iki tarafın win-win veya kazan-kazan stratejisine yönelik olanaklar geliştirilmeli. Onlar bizim araştırma deneyimlerimizden ve çıktılarından, biz ise onların araştırma alt yapılarından faydalanabiliriz. Ancak Ar-Ge iklimi çok ciddi bir yatırım ve bütçe gerekiyor. Geçenlerde bir çalıştayda yaptığım konuşmada da belirttiğim üzere, global ilaç firmalarını cirolarının yaklaşık %10-30’unu Ar-Ge departmanlarına aktarıyor. Üniversitelerle kontratlı proje bazlı çalışıyorlar. Çok sayıda bilim insanı istihdam ediyorlar. Bizde Ar-Ge bütçeleri global firmalarla kıyaslanamayacak kadar düşük. Ülkemizde bitkisel tıbbi ürün üreten firmalarda bu husus daha zayıf. Kendi gözlemlerime dayanarak söylüyorum. Kozmetik sektörü de dünyadaki en büyük pazarlardan ama bizde kozmetik Ar-Ge’sine de yatırım yok denecek kadar az bence. Ne kadar yüksek bütçe ve nitelikli insan kaynağına sahip olursak, Ar-Ge ekosistemi o kadar coşacaktır kanısındayım. Şu anda bu motivasyonun veya hedefin oldukça gerisindeyiz.
W- Yeni hedeflerinizi paylaşır mısınız?
İ.E.O.- Kişisel olarak hedeflerim tabii ki daha çok sayıda nitelikli bilimsel yayın üretmek, proje bazlı ve ürün çıktısına sahip çalışmalarımı artırmak. Zira ülkemizin üretmeye çok ihtiyacı var. Son yıllarda araştırmalarımın yoğunlaştığı doğal kozmetik formülasyonlarına özellikle daha fazla zaman ayırmak ve buradan da nihai ürüne ulaşmak öncelikli hedeflerim arasında. Fakülte olarak da daha önce belirttiğim üzere öncelikli hedefimiz ilk 3’teki yerimizi korumak ve en kısa zamanda 1. sıraya sıçramak.
W-Kıymetli Hocam değerli görüşlerinizi paylaştığınız için şükranlarımızı sunarız.
Ben de sizlere çok teşekkür ederim. Başarılarınızın devamını dilerim.
Prof. Dr. İlkay Erdoğan Orhan, “doğal asıllı ilaç hammaddeleri ve fitoterapötikler”