Son yıllarda yerli sermayenin yurtdışı yatırımlara yönelmesi sır değil…
Yabancı sermayenin Türkiye’de yatırım iştahını sorguladığımızda ise basın bültenlerinin başına konan “Türkiye’ye güveniyoruz” demeçlerine çokalıştık.
İlaç sektöründe Türkiye’de fabrikası bulunan 4 yabancı ilaç şirketinden birinin yöneticisi Dr. Altan Demirdere ile sohbet ediyorum.
Türkiye’de fabrikalarını satıp, başka pazarlara yönelmekte en hızlı davrananların, Amerikan firmaları olduğunu söylüyor.
Amerikalılar riski uzun süre taşımama eğiliminde olurlarmış.
Türkiye’de kurulu 4 fabrikasına toplam 250 milyon dolar yatırım yapan grup, 2016 yılında 150 milyon dolar son 10 yılda 1.3 milyar dolar ihracat gerçekleştirdi.
2009 yılından bu yana Ar-Ge’ye 145 milyon dolar yatırım yapmışlar. 2016’da klinik çalışmalara yaptığı yatırım da 39.4 milyon dolara ulaşmış.
‘HINDISTAN GELIŞTIRIYOR BIZ ARAŞTIRIYORUZ’
Demirdere; merkezi Basel’de bulunan Novartis Grubu’nun Sandoz Türkiye ve Ortadoğu Başkanı ve Novartis Grup Türkiye Başkanı…
2002 yılında, Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği’nin kuruluşuna öncülük eden Demirdere, bugünlerde de; Pfizer ve Zentiva’nın da içinde olduğu yabancı ilaç sanayi gruplarıyla, “Araştırmacı, Yatırımcı ve İhracatçı İlaç Firmaları Derneği”ni kurduklarını söylüyor.
Demirdere, Novartis Grubu’nun Türkiye’deki 60 yıllık tarihinin 40 yılında, bölgesel ve yerel çeşitli pozisyonlarda yer almıştı.
2008 yılında Erol Toksöz’ün kurduğu jenerik ilaç firması Sanovel macerasını saymazsak, profesyonel hayatının tümü aynı şirkette geçmiş…
Aralarında Suudi Arabistan, İran, Irak, Birleşik Arap Emirlikleri’nin olduğu 14 ülkeyi Türkiye’den yönetiyor.
Bölgesel pazarda Hindistan’daki ve Çin’deki büyümeye dikkat çeken Demirdere, “Araştırmayı herkes yapabiliyor ama asıl olan geliştirme. Türkiye’de olan daha çok araştırma” diyor.
EN RAHASIZ EDICI DURUM KEYFIYET
Baştaki sorgulamaya dönüyorum. Şirket kariyerinde Macaristan ve Rusya ülke başkanlıkları da olan Demirdere, yabancı yatırımcı refleksini şöyle ifade ediyor:
“Keyfiyet en rahatsız edici durum. İran’da Suudi Arabistan’da yatırım yaparken önümüzü görebiliyoruz. Aynı durum Türkiye’de yok. Yasal düzenlemeler sürekli değişiyor. Dünyadaki ilaç pazarında Türkiye’nin payı binde 6 gibi düşük bir oran. Yalnız ilaç sanayii özel bir konuma sahip. Yatırımı bir başka ülkeye kaydırdığınızda, ancak 5 yılda üretime geçebiliyorsunuz. İlaç sanayii okyanus gibidir; geç ısınır geç soğur.”
Kriz anında bir ülkede kalıp, kalmamaya karar verirlerken temel kriteri açıklıyor:
“Borsa yatırımcısı, şirketin oportünist (belli bir etik kurala bağlı olmadan, kendi çıkarlarına göre yön değiştiren) kararlar almadığını görmek ister. İlaç sanayi aynı zamanda sağlık hizmeti veren bir endüstri. Örneğin hükümet para vermiyor diye çıkamazsın. O ülkede kalmak için sonuna kadar mücadele ettiğini göstermelisin. Tak sepeti koluna, herkes yoluna diyemeyiz. Amerikan borsasına kote bir şirketiz; bize 100 ülkeden denetim yapılır.”
Açıkçası kurulan yeni derneğe ben bu gözle bakıyorum. Yabancı ilaç endüstrisi ülkedeki varlığını güçlendirmek için hissedarlara, yatırımcısına; ne kadar savaştığını ispatlamaya çalışıyor.
Demirdere, Harvard Business School’da Türkiye deneyimini iki kez “vaka”çalışması olarak sunmuş. Ne anlatmış derseniz: Hükümetlerle şirketlerin müzakereleri…