Yazan Dr. Erkin Göçmen
Yargıtay, son dönem kronik böbrek yetmezliği olan hastaya kardiyolog tarafından uygulanan koroner anjiyografi işlemi öncesinde imzalatılan onam formunda yer alan “böbrek işlevlerinde bozukluk meydana gelebileceğine” ilişkin ibareyi hekimin aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmesi bakımından yeterli bulmadı. Yüksek Mahkeme, hastanın “ileri düzeyde böbrek rahatsızlığının olduğu, anjiyografi işleminin hayati öneme sahip olması nedeniyle yapılması gerektiği ve bu işlemden sonra kişinin diyalize ihtiyaç duyabileceği, buna rağmen hayatını kurtarmak adına bu işlemin yapılmasının gerektiği uyarısının” yapılmadığını, bu sebeple hastanın yeteri kadar aydınlatıldığından söz edilemeyeceğine karar verdi.
Bahse konu olguda, davacı, baş ağrısı, halsizlik şikayetleri ile özel bir hastaneye başvurdu. Burada hastaya selektif koroner anjiyografi yapıldı. Ancak anjiyografiden sonra şikayetleri daha da arttı ve hızla kilo kaybeden hasta yaklaşık 2 ay sonra bir devlet üniversitesi hastanesine müracaat etti. Burada kendisine kronik böbrek yetmezliği tanısı konularak maluliyet raporu düzenlendi.
Hasta, davalı hastanenin ve davalı doktorun “hazırlık işlemlerinin hiçbirini yapmadığı gibi anjiyografi sırasında ve sonrasında da komplikasyon ve böbrek hasarını önleyici tedbir ve yöntemlere başvurmadığını, anjiyografi işlemi ile davacının böbreklerinin ağır hasara uğratılmasına neden olduklarını” ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulundu.
Hasta mahkemeye sunduğu dilekçesinde anjiyografi işlemi öncesi böbrek hastalığının olduğunu bilmediğini, hastaneye başağrısı, halsizlik, yorgunluk şikayetleriyle geldiğini, hekimin bu hususta kendisini bilgilendirmediğini, anjiyografi işleminin acil bir kalp müdahalesi için değil, şikayetlerinin tespiti amacıyla yapıldığını, tüm bunların sonucunla anjiyografi işlemi sonrasında ağır böbrek yetmezliği yaşadığını ve kendisine böbrek nakli yapıldığını, halen diyaliz tedavisi gördüğünü, tüm bunlardan hekim ve hastanenin sorumlu olduğunu iddia etti.
Hekim ve hastane savunmalarında hastanın hastalığı ve yapılacak işlem konusunda bilgilendirildiğini, yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdiklerini, hekimin tıbbi müdahaleden doğan sorumluluğunun bulunmadığını savundu.
Yargılamada Mahkemece, Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu’ndan rapor alındı. Raporda hastanın kronik böbrek hastalığının yapılan anjiografi öncesinde de bulunduğu, anjiografi işlemi ile kişideki kronik böbrek hastalığının nedenselliğinin bulunmadığı, yapılan anjiografide verilen radyoopak madde nedeniyle kronik böbrek hastalığı olan kişilerde böbrek fonksiyonlarındaki bozulmanın hızlanabileceği, kronik böbrek hastalığı olan kişiye yapılan koroner anjiografide ventrikülografi yapılmamış olmasının doğru bir yaklaşım olduğu, ancak bu tip hastalarda işlemden 6-12 saat önce 1 ml/kg saat sıvı ile hidrasyonun sağlanması ve 72 saat sonrasına kadar böbrek fonksiyonlarının izlenmesi gerektiği, kişiye yeterli hidrasyon ve izlem yapıldığına dair kayıt bulunmadığı, bunların yapılmaması eksiklik olmakla birlikte, hidrasyonun yapılmasının da böbrek fonksiyonlarındaki bozulmayı tamamen ortadan kaldıramayacağı görüşü bildirildi.
Yine aynı konuda üniversite öğretim üyelerinden de bir bilirkişi heyeti oluşturuldu. Bu raporda ise hastada koroner anjiyografi yapıldığı anda evre V (son dönem) kronik böbrek yetmezliğinin mevcut olduğu, bu dönemde zaten diyaliz tedavisinin planlamasının gerektiği, mevcut olan böbrek hastalığının daha da ilerlemesinde düşük doz radyokontrast madde verilerek yapılan koroner anjiyografinin etkisinin olabileceği kabul edilmekle birlikte, hastalığın kendi ilerleme hızı nedeniyle son dönem böbrek yetmezliğine ulaşma olasılığının daha yüksek olduğu ve opak nefrotoksisitesinden korunmak için alınacak önlemlerin zaten kronik böbrek yetmezliği olan bireylerde çok fazla koruyuculuk özelliğinin olmadığı, bu nedenle mecbur kalınmadıkça opaklı tetkiklerin bu hastalara yapılmaması gerektiği belirtildi.
Üniversite heyetinin raporunda, kronik böbrek yetmezliği hastalarında kalp hastalıklarının normal kişilere göre daha sık olduğu ve en önemli ölüm nedenini teşkil ettiği, koroner arter hastalığı tanısını koymak için altın standart tekniğin koroner anjiyografi olduğu, kardiyologun gerekli gördüğü hallerde kronik böbrek yetmezliği olan hastalara da hayati önemi haiz olduğu için koroner anjiyografi yapılabileceği, hastaya anjiyografiden sonra diyalize ihtiyaç duyabileceği uyarısı yapılarak bu işlemin yapılabileceği, bu bağlamda davacıya kardiyologu tarafından mutlak uygun görülen koroner anjiyografi işleminin, bilgilendirilme formu imzalatılarak yapıldığı ve işlem sırasında da radyoopak toksisitesinden sakınmak için gerekli tüm özenin gösterildiği ifade edildi. Bunun üzerine yerel mahkeme hastanın tazminat talebini reddetti.
Konu itiraz üzerine Yüksek Mahkeme önüne gelmiştir. Yüksek Mahkeme değerlendirmesinde üniversite bilirkişi heyetinin raporunda radyoopak madde kullanılarak bazı tetkiklerin yapılmasının, böbrek rahatsızlıklarındaki ilerlemeyi artıracağı, bu nedenle mecbur kalınmadıkça opaklı tetkiklerin bu hastalara yapılmaması gerektiğinin bilindiği, hastaya anjiyografiden sonra diyalize ihtiyaç duyabileceği uyarısı yapılarak bu işlemin gerçekleştirilmesi gerektiği izah edildiğinin belirtildiğinin altı çizilmiştir. Yine Yüksek Mahkeme değerlendirmesinde:
Dosya içerisinde, anjiyografi işlemi öncesinde davacıya imzalatılan “bilgilendirme ve onay formunda” böbrek işlevlerinde bozukluk olabileceği belirtilmekle birlikte, kişinin halihazırda ileri düzeyde böbrek rahatsızlığının olduğu, anjiyografi işleminin hayati öneme sahip olması nedeniyle yapılması gerektiği ve bu işlemden sonra kişinin diyalize ihtiyaç duyabileceği, buna rağmen hayatını kurtarmak adına bu işlemin yapılması gerektiği ve gerekliliği uyarısının yapıldığına ilişkin bilgi bulunmadığı ifade edilerek, “anjiyografi işleminden önce de ileri düzeyde böbrek rahatsızlığı olduğu tespit olmuş davacının, anjiyografi işleminden önce yeteri kadar bilgilendirilip aydınlatıldığından söz edilemeyeceğine” karar verilmiştir.
İletişim için: [email protected]