Yaşarken de adli tıp
Adli tıbbın genelde rutin dışı bir olay sonucu insanın hayatını kaybettiğinde devreye girdiğini sanan grup çoğunlukta bulunuyor. Bu yönüyle de tıbbın bir anlamda gizemli yönünü yansıtan adli tıp yaşarken de başvuracağımız bir tıp branşı aslında. Sağlık hukuğunu ilgilendiren birçok süreçte maddi kayıp ve zaman kayıplarını en aza indirgeyen adli tıp hasta ve yakınlarının oldukça işine yarıyor. Yeter ki başvuralım…
Tıpla hukukun kesişim noktasında hukuka bilirkişilik yapan tıp dalı olarak adli tıp karşımıza çıkıyor. Bilirkişilik, babalık tayinleri, adli DNA incelemeleri, Cumhurbaşkanlığı affı (Hükümlülerde hastalık nedeniyle af), iş ve trafik kazlarında maluliyet ve tazminat değerlendirmeleri, yaralanmalar (darp, düşme, ateşli silah, kesici-delici-ezici alet, iş ve trafik kazaları, elektrik, biyolojik ve kimyasal), ölümler (dış etkiyle, doğal ve ani beklenmedik ölümler), tıbbi uygulama hataları (malpraktis), fiziksel, cinsel, duygusal istismarlar, şiddet, adli psikiyatri (suç ve psikiyatrik boyutu, ceza ehliyetleri), zehirlenmeler, beyin ölümü ve organ nakli tıbbi hukuki sorumluluk, İnsan hakları ihlalleri ve işkence, anestezik ve anaflaktik ölümler, adli bilimler, kriminoloji ve kriminalistik, yaş tayinlerinde adli tıbbın önemli bir yeri bulunuyor.
Konuyla ilgili Mersin Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halis Dokgöz’den adli tıp hakkında bilgiler aldık.
Cezanın boyutunu yönlendiriyor
Prof. Dr. Halis Dokgöz herhangi bir darp ve kazada hasta yaşıyorsa da adli tıbbın devreye girdiğini söylüyor ve şunları belirtiyor: “Bu durumda adli tıp travma ve zararın kişide oluşturduğu yaralanmanın ağırlık derecesini ortaya koyarak mahkemenin vereceği her türlü cezanın boyutuna bir anlamda yol gösteriyor.”
Tıbbi hatalarda yeri
Hastaya uygulanan tedavi doğru mu? Hastanın onayı ve rızasıyla mı uygulandı? Hasta bu konuda aydınlatılmış mı? Ameliyat düzgün koşullarda yapılmış mı? gibi konularda şüphesi olanlar üniversitelerin adli tıp birimlerine başvurabilirler. Çünkü kişilerin hukuksal süreçte kendi bilirkişilerini belirleme hakları bulunuyor. Böylece sadece mahkemelerin belirlediği bilirkişiler değil bireylerin de bilirkişileri devreye giriyor ve bilirkişiler bilimsel olarak karşı karşıya gelebiliyor. Bu sayede gerçek ortaya çıkarken adaletin de doğru tecelli etmesi sağlanabiliyor.
Halka kapıları açık
Türkiye’de doğrudan adli tıp ile ilgili olarak üniversitelerin adli tıp anabilim dallarına başvurulabildiğini bildiren Prof. Dr. Halis Dokgöz şunları vurguluyor: “Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılan değişiklikle kişiler kendi bilirkişilerini belirleme hakkına sahipler ve üniversiteler bunun için varlar. Bu konuda halk, hukukçular ve diğer hekimler üniversitelerin adli tıp anabilim dallarına başvurabilirler.”
İş sağlığı ve güvenliğinin tarihçesi
Hastalığın daha evrensel olması ve iş kazalarının yapılan işin gereği olarak kabul edip hafife alınması nedenleriyle hastalıklara duyulan ilginin geçmişi daha eski.
Meslek hastalıklarına olan ilgi ise antik Yunan’dan başladı. Hipokrat (MÖ 460-370) madenlerdeki kurşun zehirlenmesi üzerinde durdu ve Romalı Pliny (MS 23-77) kurşun ve kükürdün zehirli etkilerini ele alarak, ilk kişisel korunma aracı olan deri maskeleri yaptı.
MS 2. yüzyılda, Yunanlı doktor Galen kurşun zehirlenmelerinin patolojisini ve bakır ocaklarındaki asit buharlarının zararlarını inceledi. Rönesans da meslek hastalıkları ile ilgili çalışmaların devam ettiği bir dönem oldu.
Konuya ilişkin yasal düzenlemelerin dönüm noktası, Percival Pott’un baca temizleyicilerinin kanser hastalığına yakalanmaları üzerine yapmış olduğu çalışmalar sonucu İngiliz Parlamentosu’nun 1788’de Baca Temizleyicileri Yasası ve 1833 yılında İngiliz Fabrikaları Yasasının çıkarılması oldu.
İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili yasal düzenlemelere gidilmesi ise 19. yüzyıldan sonra oldu. 1802’de çıkartılan Çıraklık Sağlık ve Ahlak Yasası ile çırakların horlanmasına ve emeklerinin kötüye kullanılmasına engel olunmaya çalışıldı. 1824’e kadar yasak olan sendikal etkinlikler yasallaştı ve kölelik kaldırıldı.
Yenişafak